(bkz: Another round)'da bir grup lise öğretmeninin, damarlarımızdaki %0.5 alkol zihni açıyor argümanının doğru olup olmadığını test etmek için giriştiği durum.
Başrolünde hannibal'den bildiğimiz (bkz: Mads Mikkelsen) vardır.
Bilinçaltı, hala sırlarına erişilememiş bir hazinedir. Uzunca bir süre verilen telkinler, inanmasan bile bir süre sonra inanmaya başlarsın. Andımız -herkes için değil- öğüt niteliğinde bir telkindir. Yıllarca bu andı okuyan bir çocuk, her allahın günü 'doğruyum, çalışkanım' diyerek güne başladığında, eğer ki tembelse bile o çocukta bir değişim olması çok olasıdır. And, çocuğa daha küçük yaştan itibaren karakterini şekillendirmesinde temel oluşturan bir sistemdir.
Önemli midir? Türklerin geçmişten ders çıkarmayıp hala aynı hataları yaptığını, tarihle ilgilenen kişiler az buçuk bilir. Andımız direkt olarak geçmişle, Cumhuriyetin kuruluş yıllarıyla özdeşleştirilmiş ve unutturulmamaya yüz tutmuş bir yemindir. Yani evet, And önemlidir.
Balkan kültüründe, kahve ikram sebepleri çok zengindir. Misafir geldiğinde, birisini şımartmak için, sohbet etmek için vs. vs. ve tabi ki de artık yorulduk hadi artık kalkın kahvesi. Sikterusa Kahvesi'nin tam kendisidir.
Tabi ki bizim dilimizle düşünüldüğünde ve kahvenin tam olarak hangi sebepten ikram edildiğini göz önüne alınca biraz absürt olabiliyor fakat onların kültüründe son derece kibar bir hareket. Birisini kırmadan, sadece kahve ikram ederek kalkmalarının zamanının geldiğini söylemek. Güzel bir kültür.
bunu elbette sanat ve türevleriyle ilgilenenler daha iyi bileceklerdir ama benim gözlemleyebildiğim kadarıyla, tablolarda, şiirlerde ve sanatın belli başlı köşelerinde; sanatın içeriği genellikle sanatçı öldükten sonra değer kazanmış. Ve de bu değer kazanmasında en önemli etken sanatçının yaşadığı acılar falan olmuş.
Ne kadar acılıysan, öldükten sonra da o kadar değerlisin diye bir tez atabilir miyiz ortaya ? bence evet.
Yaklaşık 2 yıl önce gül tohumu almıştım ama semizotu yeşermişti saksıdan. Yine de ona gül gibi bakıp bir süreliğine en yakın dostum olmuştu. O kadar bağlanmıştım ki yemeğe koydurtmuyordum semizotunu..
Ruhban sınıfına mensup dinlerde, din her zaman siyasi bir araç olmuş ve insanları kontrol etmiştir. islam'da ruhban sınıfı olmamasına rağmen yüzyıllar boyunca halifelik, şeyhlik vb. adı altında bir ruhban sınıfı oluşturulmuş ve kitleler kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
Sözün özü, din her zaman siyasi bir malzeme olmuştur. Atatürk'ün ilk başlarda laik ve seküler düzeni halka açıklamaması ve bu konuya ılımlı yaklaşması da, olası isyanları engellemek istemesindendir (tabi ki buna siyasi bir çıkar diyebiliriz). Daha sonraları hala ruhban sınıfının Cumhuriyet'te mevcut olduğu farkedilince, bunu engellemenin en pratik yolu ise bu ruhban sınıfının ortadan kaldırılması olmuştur.
dipnot: kimileri bana saldırmadan önce bu açıklamayı yapma gereksinimi duydum. Madem dinin siyasete alet edilmesini istemedi, o zaman diyanet işleri bakanlığı niye kuruldu ? diyenler olabilir. Güzel de bir soru. ileri görüşlü olacak ki, ruhban sınıfının ileriki yıllarda ortaya çıkacağını öngörmüş ve en azından ülkedeki dindaşların tek bir kurum altında toplanmasını istemiş. Diğer hocaların, şeyhlerin ağzına bakılmasın istenmiş. Ne kadar başarılı olundu bu konuda. Orası meçhul.
başlamadan önce önemli not : lgbti karşıtı değilim. herkes kendi hayatını yaşar.
sosyal medyada son günlerde çok görmeye başladım. bazı ülkelerde firmalar bu oluşumu destekliyor diye yerin dibine sokuluyor, bazıların da ise göğe çıkarılıyor.
sadece şu açıklamayı yapmak istedim. firmaların lgbti'ye olan destekleri canı gönülden değil. büyük global firmalara baktığında neredeyse tamamına yakını lgbti'yi destekliyor ve bunun sebebi satış politikası. çünkü oyun oynadıkları ülkeler lgbti'ye ılımlı bakıyor. o insanları kendine çekmek için lgbti'yi desteklediklerini söylüyorlar.
aynı şekilde lgbti'yi desteklemeyen firmalara baktığımızda ise çoğunluğun yıllık gelirinin yarısından fazlasının muhafazakâr ülkelerde olduğunu görebilirsiniz.
yanisi arkadaşlar. hiçbir firmaya lgbtiyi desteklemiş, desteklememiş diye bir yargı yaratıp, kin gütmenin bir anlamı yok çünkü lgbtiyi destekleyen firma belki kendi bünyesinde lgbtili bir çalışan barındırmıyor.
türkiye'de ırkçı bir ideolojiyi benimsemiş ve benimsetmeye çalışmıştır.
edebi kişiliği sağlamdır. edebi kişiliğini kolay kolay herkes eleştiremez. eserleri, eleştiri niteliğindedir. okunmaya değerdir.
kişiliğine gelirsek, işte bu nokta eleştiriye açık bir noktadır. milliyetçiliği bir üst noktaya taşımış ve faşizme hizmet etmiştir. faşizmin topluma kısa vadede yararı dokunsa da, uzun vadede zarardan başka bir şey değildir.
eğri oturup, doğru konuşalım. z kuşağı dediğiniz kuşağı genele vurduğunda çoğunluğu çocuk. bu iktidarın çocuklara karşı bir yatırım yapmaması, hatta çocukları es geçip yaşlı ve orta yaşa yatırım yapması üzerine z kuşağında birikmiş olan öfke 2-3 ay önce ösym sınavı dalgasına patladı.
hem de öyle bir patladı ki, z kuşağı aktif, fiilen değil ama yaşlarına göre sosyal medyadan gerçekten etkili bir siyasi protestoya gittiler. seslerini duyurdular. dinleyip dinlememek iktidarın meselesi. ama z kuşağına duyulan nefrete bakarsak, yaşlı ve orta kesim insanlar siyasetin çocuk oyuncağı olmamasına inanıyor ve çocuklarda siyaseti etkili bir şekilde protesto ettiğindeyse bu insanların zoruna gidiyor. çünkü onlara göre siyaset büyüklerin işi. siyasilerde, yandaş gazetelerde z kuşağını yererek, onları kendilerinden daha da uzaklaştırıyorlar.
şunu söyleyebilirim ki z kuşağı, diger kuşaklara göre daha öfkeli. hafife alınmamalılar. çünkü bu kuşak şuan çocuk ve sosyal medyadan duyuruyorlar seslerini ama yarın çocuk olmayacaklar. umarım bu kuşak yanlış kararlarla, ülkenin geleceğini daha da karanlığa sürüklemezler.