chp solu temsil etmesi ile bugünki durumuna ters düşerek askeriyeye sığınmıştır. aynı şey çarşaf giyen chp li hanımlar içinde geçerlidir. ters bir durum yoktur görünürde(!)
sorun şurdadır. ''çarşaflı'' neden takkeli adamlar değil de çarşaflı kadınlar. görünürde kapalı olmak bir düşünce yapısının temsili midir? ve bu kapalılık politikasının eleştirisi neden kadınlar üzerinden yürütülmektedir? kapalı erkek yok mudur?
aslında vahim olan burda bahsi geçen çarşafın erkek ve kadını sembolize etmesi ve kutuplaşma yaratmasıdır. halbuki anne ve babalarımız mahhallelerindeki kapalı ve çarşaflı amcalarla/teyzelerle/abilerle/ablalarla (ki biz bunlara komşular diyoruz) eğer önyargı ile yaklaşmıyorlarsa gayet güzel anlaşmaktadırlar... o halde sorun?
yakından ilgilenenler ve objektif olmaya çalışanlar için bejan matur un dağın ardına bakmak yazı dizisinin okunması önerilir. hiçbir şey sebepsiz değildir. ya da masum değiliz hiç birimiz.
türkçe meali de yazılırsa (anlaybilmemiz için) gayet hoş durur. sonuç olarak ingilizce enytr ler girilebilmekte ve mealleri bile yazılmaziken içimizden insanların dili olan kürtçeyi mi hor göreceğiz? durum bu ülkede yaşıyorsan türkçe konuşacaksın diye kestirp atılmamalıdır. atılırsa kürtlerin kendi dillerini konuşabileceği bir ülke için savaşmaları bölücülük olarak değil özgürlük olarak nitelendirilir zaten.
''mavi yaz akşamlarında, özgür gezicem ben. ayaklarımın altında nemli, serin kırlar; başakları devşirip, otları ezicem...
yıkayıp, arıtacak çıplak başımı rüzgar. ne bir söz, ne düşünce, yanlız bitmeyen bir düş ve yüreğimdeki sevgi.. büyük sonsuz umutlu. çekip gidicem çingene gibi başıboş. doğada bi kadınla gibi mutlu...''
yumurta filminin fragmanından nejat işler in sesiyle...
elveda zalim dünya
terk ediyorum bugün seni
Elveda
Elveda
Elveda
Elveda tüm insanlar
Söyleyebileceğiniz hiçbir şey yok
Değistirebilmek için fikrimi
Elveda
içip içip komünist damarı kabaran bir büyüğüm tarafından tüm disnografisinin çalınması ardından 70'ler de basılmış küçük bir victor jara kitapçığının annem tarafından önüme konması ile tanıştığım insandır.
(bkz: inti illimani)
darbe ortamı hazırlamak için insanları birbirine düşürüp insanların eline silah verip üzerlerine bomba yağdırıp sonrada bileğinin hakkıyla başa geçmiş insandır. başımıza onun kadar taş düşseydi keşkedir zira onun kadar bir taşın başımıza düşmesi başımıza onun geçmesinden çok daha iyidir. hatta baya iyidir. o zamanın koşullarını değerlendiren büyüklerimiz lütfen o zamanın karanlık koşullarını da değerlendirsinler. babalarımızın kardeşlerimizin eve gelip gelemeyeceği söz konusu olduysa bunun bir nedeni de izbe işkence evlerinde ölüp kalmış olmasıdır.
can yayınları tarafından yayımlanan kitabın son kısmında sylvia plath ın çizimleri ile bazı notları bulunmaktadır. güzel akıcı dingin bir dile sahiptir ama bu dinginlikten beklenmeyecek kadar toprağın altında büyüyen köklerin karanlığa uzanışı gibi pekmez kıvamında yoğun ve sancılı bir bunalımı anlatır. nasıl oluyor o diyorsanız? okuyun...
sylvia plath'ın ilk ve tek romanı olan the bell jar ın basımında kullandığı takma isimdir. yayımlanışından bir ay kadar sonra intahar ederek yaşamına nokta koymuştur.
bir ara ciddi anlamda george michael'a takmış olan arkadaşım tarafından istek sonucu disnokrafisini indirme çabalarımın sonuçsuz kalması durumunda dinleyip dinleyip kendimi avuttuğum şarkı.*
1000 milyon baloncuklu bir puzzle ı yapmak gibi bir şeydir belki. darmadağın olmuş gövdenin her zerresinde ruhunun bir katresinin bulunduğu. ama en muazzamı yıkmaktır. yıkmak yıkmak ve kendi üzerinde tepinmektir sanıyorum ki. çünkü en çok kazanç yıkılan devletlerden kazanılır.