ya tamam her şeyi geçtim beyler. olabilir, josh kardeşim sevmiştir kızımızı, aşık olmuştur, bunlar doğal şeyler. ama kızım sen de şu adamın yanına yakışmak için en azından giyim kuşamına biraz dikkat et. böyle yapma be güzelim(!). hadi bakiyim, uslu uslu oturun şimdi.
her gün yeni bir özelliğini keşfetmekten zevk aldığım %10 limonlu su. ben bu limonlu suyu bardağıma doldurduktan sonraki süreçte şişenin kapağını kapatıyorum yavaşça, ama bildiğin yavaşça yani. sıkmıyorum kesinlikle. 1 saat sonra açmaya geldiğimdeyse bu garip şişenin kapağı açılmak bilmiyor. buzdolabının soğutucu etkisi olabilir diycem ama o zaman kola şişesinde de aynı olayın vuku bulması gerekirdi. hem de kola şişesinin aile bireyleri tarafından gazı kaçmasın diye daha da sıkı kapatıldığını, iyice sıkıldığını biliyorum. buna rağmen kola şişesi sanki açılmaya gönüllü bir kapağa sahip gibi hemencecik açılıveriyor.
bir ihtimal daha var elbet: aile fertlerinden biri benden hemen sonra gizlice mutfağa girdikten sonra buzdolabını açıp uludağ limonata şişesinin kapağını sıkıyor olabilir. mutfaklara gizli kamera şart oldu bu devirde.
edit: kesin kardeşim olcak haylaz herif yapıyo. bu akşam paylıycam sevgili okurlarım, gelişmeler yine bu başlıkta.
asitli olmadığı için çok hızlı tüketilen içecek. misal bu uludağ limonata asitli olsa ya da başka bir etkiyle yavaş içilmesi zorunlu hale gelse ben bunu su gibi lakır lakır içemem, param da cebimde kalır. kolanın, biranın, gazozun olayı budur diye düşünüyorum.
bir de şu var, az önce içtiğim uludağ limonatanın tadı damağımda kalıyor ama su içme ihtiyacını da beraberinde getiriyor. baya birlikte geliyolar yani, yok öyle ayrı gayrı. "ayrı gayrı" deyince aklıma geldi;
"amasya'nın elmasıyım
meyvelerin hasıyım
al, sarı yanağım var
yersen beni kan yapar"
dizelerini aklıma getiren, yurdumun haftası. birinci sınıfta saçma sapan bir "okul müsameresi"nde kendi repliğim olan üstteki dörtlüğü söyleyince, görevimi yapmış olmanın verdiği haklı gururu iliklerime kadar hissetmiştim.
bi de portakal merve vardı gözlüklü falan. sonra göremedim o merve'yi pek. gıda mühendisi olcam diyodu zamanlar ama sınıf öğretmenliği okucakmış, annesi anneme söylemiş.
tabii ki eleştirilebilir bir program. beğenmeyen insanlar mutlaka olacak ve olmalı. olmuyosa sorun vardır zaten, hepimiz aynı şeyi düşünmemeliyiz tabi*; ama bir programın yönetmenine, sunucusuna ve en önemlisi izleyicilerine embesil deme hakkına hiçbir insan sahip olmamalı ki zaten değil. ayrıca gülmek, biraz kafa dağıtmak gibi olayları zaman kaybı olarak gören insanlara da burdan selam ederim.
dur önce şu formatı bi açıklayalım da ağzımız tatlansın:
işte efendim 1 kilo şekerin üstüne 1 paket vanilya, 1 paket kabartma tozu... bu ne lan! neyin formatının açıklanmasını bekliyosun güzel kardeşim. ahah. format deyince böyle bi sunum falan mı yapılmasını bekliyosunuz? bilgisayara atılan format var ya, o işte*
bu arada bana noluyosa, programın avukatlığına giriştim. hava kötü ya ondandır belkim...
herkesin dediği gibi çok yapmacık, kendisine entel süsü vermeye çalışan, sahte mutluluklar peşinde koşan, itici, kakıcı vs... açıkçası beni pek ilgilendirmiyo o kısımları. bu ülkenin herhangi bir yerinde kendi çapında yapmacık tavırlara, mıymıntı konuşmalara girebilir, kendi bileceği iş ama bişeyden eminim;
bu kadın çok güzel ya, bildiğin güzel ve pek yaşlanma belirtisi de yok*:
"okunabilirliği arttırılabilen sözlük. şöyle ki; sol frame'de görülen saçma sapan entry içeren başlıkları gelişigüzel şekilde tahmin edip elediğiniz anda hala okunabilecek, bilgi ve yoruma az da olsa doyurabilecek, ufkumuzu aydınlatamasa da küçük bi mum yakabilecek 3-5 tane başlık kalabiliyor. internet başında geçirecek uzun uzun saatleriniz yoksa gördüğünüz bu başlılara şöyle bi göz atmak gününüze bi nebze olsun anlam katacaktır." (ahenk)
-----------
yahu güzel arkadaşım, bu başlık altına her gün defalarca entry girip sözlüğün seviyesizliğinden dem vuran meslektaşım! buraya saçma sapan eleştiriler yazmadan önce kendi entrylerine bi göz atsana. manyak mısınız olm?! "hep aynı absürd konular... ı ıh, hiç hazzetmiyorum" falan nedir ya?
programın serji diye hitap edilen tiyatro kökenli sunucusunun hakkını yememek lazım. gayet ilginç, yeni ve en azından şu ana kadar espri kalitesinin olabildiğince yüksek tutulmaya çalışıldığı program. konuklar da olayla ilgilenen, biraz kafası çalışan insanlar olduğu zaman oldukça eğlenceli olabiliyor.
yalnız takıldığım bir nokta var; programın akışı içinde pek çok şey doğaçlama olduğu için her an bir rezillik olabilecek izlenimi veriyor. sanki konuklardan biri dayanamayıp stüdyoya elveda diyerek ortamdan ayrılacak diye diken üstünde izliyorum. belki de uyanık bar'ın beni kendine çeken tarafı budur ne bileyim.
severek abi-kardeş izliyoruz. kaliteni düşürme serji, hadi bakalım!
edit: imla. bu arada sunucunun adı serhat mustafa kılıç'mış.
oasis'in mükemmel ötesi şarkılarından hatta sanat eserlerinden biri. nakaratıyla dinlerken koşma isteği uyandırır. her şeyden her yerden kaçmak... tam bir amerikan filminin veya dizisinin finali için hazırlanmış hissini duymak zor değil ki zaten chuck dizisinin galiba 7. bölümünde kullanılmış. ister istemez gözlerimi dolduran fazla şarkı hatırlamıyorum.
ayrıca farkettim ki sözlerini anlamadan da şarkının ne anlatmak istediğini anlayabiliyorum. bir şeylerlerden kurtulma, unutma isteği... gerçekten de müzik evrensel sanki.
"She knows it's too late as we're walking on by"
edit: oasis dağılmış. nazar değdirdim herhalde...*
az önce dinlemeye başladığım elektronikçi grup. internetten müzik indirmeye ağır cezaların geleceği iyiden iyiye kesinleşince ben de son bir umutla yeni ufuklara yelken açayım dedim. placebo'yu da aynı the prodigy gibi rock'n coke da adını duyunca dinlemeye başlamıştım.
çocukluğumun şarkıcısı. böyle şarkıcı demek de olmuyo sanki, çocukluğumun sanatçısı diyelim, yağlayalım. tabi o zamanlar hayat gayet toz pembe olduğu için tek derdim "ben de mirkelam kadar hızlı koşabilir miyim?" seviyesinden ileri gitmezdi.
sonra yıllar yollar boyunca ben bu adamı pek dinlemedim. asumandı, fotoğraf çekimiydi, kokoreçti, kaptisti pek ilgimi çekmedi. ta ki bu yaza kadar. meğer adam ne kadar duygusal, ne kadar içten ve hatta ne kadar bizden biriymiş diyerekten dinlemeye başladım bu aralar.
nedense selami şahin için de aynı şeyi düşündüğümü hissettim lan. neyse geçen gün sokullu, mirkelam abime laf edicek oldu. bunu üzerine ben de bu yazıyı yazdım. pek savunma yapamadım ama olsun. belki başka zaman.
ömrümde bir defa bi mirkelam konserine gitmek de nasip olur belki. oruçlu oruçlu konuyu da toparlayamadım kusura bakmayın. yine de mirkelam iyidir yani dinleyin bence...
bu büyük başarısının altında senaristlerin yanında oyuncularının da etkili olduğunu düşündüğüm dizi. örneğin, geniş ailemizin fazla rol almayan yaşlıları halit akçatepe ve tanju tuncel. şahsen çok hoşuma gitmiş olan,her insana yönelik zekice espriler barındıran, rating başarısını da görünce kolay kolay bitmeyeceği sinyalini veren aile dizisi.
ilker ayrık başlı başına bir izlenme sebebidir bu arada.
bu adama kim bu formatta bi programın yöneticiliğini emanet etmişse yazık olmuş. adam eskiden ne güzel ekonomi programlarında, bildiği hatta uzman olduğu konularda konuşurdu, biz de baya saygı gösterirdik "adam işinin uzmanı abi!" falan diye. şimdi ota boka saldıran, anlamadığı konularda millete ahkam kesen bir insan olup çıkmış.
geçen hafta evrim tartışılırken(!) arada bir "halkın anlayacağı dilden konuşalım" deyip durmasıyla beni benden almıştır efendim. sen ne anlarsın halk dilinden falan! sende o entelektüel birikim mevcut mu acaba? hiç olmazsa programdan önce biraz araştırma yap, oku, öğren. nasıl televizyoncu oldun sen?
en azından şu saçına bi şekil ver, elindeki kalemle de oynamayı bırak yiğidim.
uzun zamandır bu kadar güzel bi sagopa kajmer albümü dinlememiştim, iyi geldi diyebilirim... 70-80 lerin rock tarzını çağrıştıran ep. bu arada pesimist orkestra kimdir nedir tam tahmin edemiyorum ama bu yeni tarz benim çok daha hoşuma gitti. bilinmezlik, kargaların kargaşası gibi şaheserler barındıran, hoş bir albüm olmuş; her ne kadar ahmet mahmut ünlü'nün gölgesinde kalsa da.
bir tat bir dokuyu yıllar sonra tekrar izlediğimde fark ettim ki tecrübe gerçekten önemliymiş dostlar. cem yılmaz'ın yeni gösterilerini, filmlerini izleyip ardınca eski gösterisini izleyince gerçekten bir insanın ne kadar itici, ne kadar işi bilmeyen bir insan olabileceğini anlamış bulunmaktayım. seyirciyle arasına mesafe koyan, nerdeyse hiç gülümsmeyen, sürekli memnuniyetsiz bir yüz ifadesine sahip bi adam.
şimdi baktığımızda bambaşka bir insan görüyoruz. düşünsene adam 5-6 senede ne büyük yollar katetmiş, gora, hokkabaz, arog gibi şaheserler çıkarmış, cmylmzde aşırı sempatik bir hal almış... bizden biri gibi olmuş sanki. şimdi kapıdan girse "baba naber, nasılsın?" dese hiç yadırgamam, o derece. tecrübe böyle bişey usta!
nedir, nerededir diye yıllardır merak ettiğim işletmeler. bunu biri bana açıklasın yahu! vallahi gözüm açık gidicem kobi'nin ne olduğunu somut olarak öğrenemezsem...
zaten içimde bir coşku var şu anda; son yıllarda kürtlerin dilinin uzaması şeklinde başlıklar açabilen faşistler barındıran bir sözlükte yazmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum, mutluluğuma ket vurmayın(ket vurmak ne demek acep, yanlış kullandıysak affola...)...
her neyse işte, her şeye rağmen hayat güzel be sözlük. şükretmek lazım di mi? en azından şimdilik böyle düşünüyorum, hayırlısı...
edit: hobaaa, ket vurmak olayını doğru kullanmışım!!! ekşi sözlükten bakıp geldim hemen, o dereceyim yani.
edit2: secret1907 ve dydyma'ya sonsuz teşekkürler, aydınlandım. bilmemek değil öğrenmemek ayıptır zaten.
dün cnbc-e de yayınlanan muhteşem sanat filmi. sanırım bütün oyuncular amatör ama kesinlikle çok etkileyici bir film. sırf başroldeki küçük kızın ifadeleri, doğallığı için defalarca izlenebilir.
dünyanın ve insanlığın bambaşka yönlerini hatırlatan, vurucu bir yönetmen yorumu eşliğinde izlenebilecek, bol bol ağlamak isteyenler için ideal sayılabilecek bir seyirlik.
hz muhammed ve arap islam kültürü adındaki kitabında çiki çiki teorisinin daha sağlam temellere oturmuş hali olarak islamı anlatırken, islamın gelişiminin diğer dinlere oranla ne kadar başarılı olduğunu vurgulamış. anlamadığım şey, bahsettiğim kitap "nasıl dünya klasiği olmuş" noktasıdır. 150 sayfalık kıytırık bi inceleme kitabı. neyse,
bebel, alman politik dünyasında önemli bir yeri olan saygın düşünürlerden biri. yaşarken deistmiş galiba. şu anda nedir ne değildir bilemiyoruz tabii ama bir yerlerden bize gülümsediğine eminim. tanrı seninle august...
yıllardır merak ederim bir insan evladı, hele de o insan evladı 0-15 yaş aralığındaysa neden böylesine toparlak bir maddeyi ağzından içeri sokmak suretiyle zevk almaktadır diye.
meğer sebebi varmış: eti pufun paketini tahrip ederken gösterdiğimiz çabaymış bunun nedeni. birkaç gün önce aralarında sokullu'nun da bulunduğu kalabalık arkadaş grubuyla verdiğimiz eti puf partisi sırasında saptadım bu nedeni. bir lokmada yuttuğum toparlak eti pufun en can alıcı, en göz kamaştırıcı özelliği bu imiş meğer.
imdi buraya yazıyorum; eğer bir gün eti şirketinin başına geçecek olursam, yapacağım ilk iş kolay açılan eti puf ambalajlarını hemen piyasaya sürmek olacak. belki bu yapacağım şey eti şirketinin komple iflas etmesine sebep olacak ama dost acı söyler değil mi dostlar? evet ben şimdiden o günü bekliyorum, açılması en kolay eti puf ambalajlarını (bu ambalajı da cümle içinde kullanmanın apayrı bir tadı varmış, siz de deneyin sayın okurlarım!) tasarlamaya başlıyorum. bekleyin, zafer yakındır. şimdiden eti'ye birkaç ajan-misyoner soktum. yakında yönetimi ele geçirip eti pufların hükümdarlığına son vereceğiz!!!
edit: az önce entryi 23.58 de girdiğim için sildim şimdi bi daha girdim. sonra "yok ben duymadım, yok ben aynı entryi 2 defa gördüm, hem haberim yoktu" şeklinde şikayetlerle gelmeyin.
son entrylerinden de anlaşılacağı gibi baya baya kendisine üslup falan yapmış, yazarlıkta kompetanlığa ulaşmış kerata yazar modeli. öss 2009'a kadar entry girmemeyi düşünürken sırf bu adamın son enrtyleri yüzünden iki entry girdim lan. hem de tarzım olmayan şekilde kısa kısa entryler. yoksa entel dantel görünebilmek için uzun uzun kasıyorum yani, o bakımdan belirteyim dedim. değerini bilin lan.
çok muhterem adam çok;
değil mi azizim!..
edit: bir entry mi de editlemesem dişimi kırıcam. hangisini kıracağıma daha karar vermedim. bu arada entry çok asabi olmuş sanki. iki tane lan kelimesi fazla kaçmış biraz. neyse...
Hoş olmayan bir olay yaşadım eminim ki bana hoş gelmeyen size de hoş gelmeyecektir.Medyanın yeni haberi Sagopa Kajmer bir hayranını evine alıp dövdü.
işte haber bu kadar ve açıklanmayı bekliyor ben de size olayı anlatmak ve bilgi sahibi olmanızı sağlamak istedim.Medya her ne kadar en gerçeği bilse de gerçeğin ta kendisini anlatamıyor.Olay şöyledir:
Geceleri ayakta fazla durduğumuz ve çalıştığımız için genelde öğle vakti kaylule yaparız.Bilmeyenler için kaylule öğle ve ikindi arası şekerleme yapmak demektir.Tam o vakitte kapı zilim çalındı ilgilenmek istemedim çünkü uyuyordum,kapı en az 20 kez çalındıktan sonra ha giderler şimdi giderler kalmayayım dedim bekledim yarım saat oldu dışarı çıkıp camlarımı yumruklayıp indirelim mi lan camları çerçeveleri şeklinde pek de hoş olmayan tavırlara girdiler,gayette çoktular,daha sonra gittiler sandım meğer o sessizlik sessizce evime girmek içinmiş bunu açılan penceremin sesinden hemen anladım penceremin açılmasıyla birlikte çocuklardan şöyle bir cümle duydum ''aaa açtım lan,açıldı,gelin gelin açıldı'' bu durumu farkedince çok telaşlanıp kalktım çünkü niyeti bozmuşlardı ayak seslerini çıkma gürültülerini duydum.Üzerime birşeyler giyip çıkıp elebaşını tuttuğum gibi evimin içine aldım dedim ki:''buraya mı girmek istedin aha bak bu evde oturuyorum dedim ve plastik oyuncak taramalı tüfeğiyle kafasına vurdum aha gördün evi işte dedim''çocuğun kaş tarafına geldiği için anında morarıklık oluştu ve hemen onu tutup ailesinin yanına götürmek ve diğer arkadaşlarını bulmak üzere yola koyulduk.işin kötü kısmı güvenlik haybeye vakit harcadığından evimize gündüz vakti girmeye çalışanları görmemişti,kapıdaki kameralarda aşılabilmiş,dış kapı bile açılabilmiş,komplo gibi bir hareket sanki bir pusu kurulmuş gibi,tabi siz bilmezsiniz Sagopa Kajmer kaç kişilerle tehtid ediliyor,sizin tanıdığınız tanımadığınız birçok insan hatta meşhur rapçilerde var aralarında tahmin etmediğiniz...Zaten savcılıkta korunma talebimiz var çünkü hem tehtid edenler var hem de beni devirmek isteyenler var.Tvlerde çıkıp burası Amerika değil biz sözlerimizle şarkılarımızla sinirimizi boşaltıyoruz adam vurmuyoruz diyenlere aldanmayın arkadaki perdeleri biz aralayabiliyoruz siz dışarıda kalıyorsunuz.Çoğu şeyi bilmiyorsunuz çünkü sizleri anlatıp üzmek istemiyorum çok üzülebileceğiniz ve kulaklarınıza inanamayacağınız şeyler yaşıyorum ama size hiç çıtlatmıyorum çünkü çok üzülebileceğinizi biliyorum hatta bazıları sınırı bile aşıp delilikler bile yapabilir.
Konumuza geri dönelim,çocuğun ailesi bana saldırdı ben onlara hiç saldırmadım sonra polis geldi zaten biz çocuğu ailesine götürürken polis çağırmıştık zaten şikayetçi de olmadım açıkçası ben çocuğa oyuncak tabancasıyla vurduğum için üzüldüm çünkü hemencecik gözümorarıverdi haliyle ailesi görünce hiddetlendi onlara hak veriyorum benden şikayetçi oldular beni de dinlemek istemediler sadece küfür edip saldırıyorlardı.Velhasıl polise gidip ifade verdim,ifadeden sonra evime geri döndüm orada medyadan arkadaşlarda sağolsun konser var sanmışlar millet reina da laila da bizi bir iki paparazzi çeksin diye sabahlar biz istemediğimiz halde bunlar bizi buluyor...
Çocuk yine de verdiği ifadesinde Sagopa Kajmer'i çok seviyorum zaten bana oyuncak tabancayla vurdu polis abi demiş.Bunu da okuyorsa ona diyecek bir çift lafım var Yunus abisi olarak:
Bir insanı seviyorsan O'nu incitmekten korkarsın,bir insana hayransan O'na yakın olacağım diye delilik yapmazsın.Eğer tanışmak istiyorsan senin doğru zamanın değil benim doğru zamanım önemlidir,kapıya gelir kapıyı 1 kere çalarsın,2 kere çalarsın 3.sünden sonra beni strese sokmuş olursun.Eğer kapıyı açmıyorsam demek ki seninle görüşmek isteyecek bir Sagopa yok.Herkes her zaman her şeye müsait olamaz seni böyle tanıdığım için üzüldüm kim benim camımı açıp evimden içeri girmek isteseydi aynısını yapardım hatta sen küçük olduğun için sana oyuncak tabancanla vurdum yine de Allah'ın huzurunda senden özür diliyorum.Aslında bizim gibi adamların bu gibi durumlarda başına geldiği imtihanlar belirleyicidir.insanın hata yapması imtihanı kaybetmesidir.
Belki bir hayranımı incittim belki de ben incitildim ama uzun lafın kısası evime girmek isteyen biri olduğunda yaşına bakmıyorum o düşündüğü fikrin başına bakıyorum.Unutmayın sat komandosunu öldüren de 10 yaşında bir çocuktu.Bu gibi bir nefsi müdafadan dolayı psikopat bir karakter olarak anılmak istemem,şarkılarımda ne yazarsam o oluyor,sınır tanımayan psikopat herif oluyorum ama gerçekten bu değilim tabi ki:)
Ben aslında yeni bir site yazısı yazıp son zamanlarda neler oluyor paylaşmak istiyordum ama o yazı için bir iki güne daha ihtiyacımız var sizi gaza getirecek çok nadide haberlerimiz var ayrıca şunu da belirtmek isterim gerek medya da gerek rap camiası içerisinde onlarca düşmanım var ve neden benimle uğraştıklarını çok iyi biliyorum.Benim yaşadığım bu oyunun içinde sizler de varolduğunuz için zamanla sizler de oyuna kaptıracaksınız,bir dizi var ve sevdiğiniz bir karakter var ve bu karakterin başına hiç kötü birşey gelmesin istiyorsunuz,dizinin bir bölümü bitse diğer bölümünü iple çekiyorsunuz.
Bugün beni ifade vermeye giderken çeken kameranın hislerini çok merak ediyorum ve bugün beni ifadeye çeken hayranım olan polis memurlarının ne düşündüğünü ama şunu biliyorum ki Sagopa Kajmer gerçekten iyi bir insan.Ben sadece evimde yaşayabiliyorum dışarıya çıkamıyorum,yürüyemiyorum ve çok fazla sosyal bir insan olmadığım için evimde huzurlu bir şekilde yaşayabilmek istiyorum ama artık dışarıda beni bulamayanlar,pencerelerimi açıp içeriye girmeye çalışıyorlar.Uzaktan hoş gelen şu davul var ya o davul benim diye çok hayıflanıyorum.
Ünlü olmak aslında o kadar büyük bir psikolojik güç gerektiriyor ki benim gibi narin insanlar ün,şöhret sonunda deliriyorlar ya da hayranları tarafından öldürülüyorlar.John Lennon gayet sakin naif biriydi ama bir hayranı tarafından öldürüldü
bunun benzeri birçok isim var kısacası ünlü olmak çok zor,gayet basit bir cümle ama ünlü olmak çok zor.Buradan hicret etme zamanım geldi,şimdi kendime inşaallah rahat edebileceğim başka bir sığınak bulacağım bu 3.evimi değiştirmem.Bugüne kadar çıkarmış olduğum albümlerin ve klasik şarkıların ben olmasam da ileride beni yaşatacağına inandığım için bu işi bırakmıyorum ve üzerimde bir görev var bu işi bırakmamam gerekli.Bu süre içerisinde hepinizi ve kendimi hatta ailemi idare edebilmeliyim o kadar dediniz dediniz Beyaz Show'a çık çık ben de çıktım bakın başıma neler geldi biraz yürüyebildiğim bir yolda bile artık hiç yürüyemiyorum.Bundan da şikayetçi olmak istemiyorum çünkü bu işin başına getireceği şey budur bunu kaldıramıyorsan bu işi bırakacaksın aslolan budur ama merak etmeyin ben devam edeceğim ve bir gün üşütene kadar sizinleyim ve yaşadıklarımı iyi veya kötü aktaracağım çünkü benim yaşadıklarımı kimse benden iyi bilmiyor.Kolera çok üzülüyor benim başıma gelen tatsız hadiseler onun tatlı tebessümünü düşürüyor,bir ağrıma giden olay da etrafta herkesin Kolera'yı kötü biri olarak tanıtmaya gayret ve çabası keşke Kolera'nın ne kadar iyi bir insan olduğunu hepiniz yakinen bilseydiniz hatta onun için Sagoyla parası şöhreti için evlendi bile dediler,Sago'yu O yönetiyor bile dediler,herkes bir tepkisi olduğunda Kolera'ya oynuyor çok eski bir taktik ama güncelliğini koruyan bir taktik.Ben Kolera'nın eşi olarak değil de en yakın dostu olarak size şu kadarını söyleyebilirim, Esen yani sizin bildiğiniz adıyla Kolera gerçekten iyi bir insandır.Ben O2nu hayat arkadaşı olarak seçerken O'nun ne güzelliğine baktım ne de varlığına,parasına puluna baktım,ben Eseni gördüm 98 de ve büyümesini bekledim ve büyüdü evlendim,sözümü de tuttum kariyerimin en parlak çağında mikrofonu bırakıp tüfeği elime alıp askere gittim hatta sizi de ihmal etmedim Romatizma gibi klasik bir albüm hediye ettim size o süre içerisinde işte Kolera benim için böyle nadide bir kız çocuğu siz sevmeyebilirsiniz ama ben seviyorum.Ben gerizekalı bir insan mıyım ki bir cadıyla evleneyim ben aptal mıyım hayatımı bir diktatörün yönetmesiyle geçireyim,benim kendi düşüncem yokmu ki kadın beni yönetsin?Bu fitnelerden Allah sizi kurtarsın anlaşılan siz kendinizi bu fitnelerden kurtaramayacaksınız.O zaman bir büyüğünüzden dua alın ben size bir büyüğünüz olarak dua edebilirim,bu işler hep dualarla yürür arkadaşlar.
Aslında Türkçe konuşuyorum ama kimse konuştuğum Türkçeyi anlamıyor.Aslında anadilimi konuşuyorum ama anakaraya varamıyor.Anlayabildiğiniz kadarıyla beni anlayın ama baktınız anlayamıyorsunuz gidin cdmi kırın zaten cd de almıyorsunuz bilgisayarınızı mı kırıyorsunuz nereyi kırıyorsanız kırın.Kısacası fitnelerle birlikte olanlar benden uzak dursunlar.Bana 1 zerrecik düşmanlık edipte beni dinleyene sesimin en ufak tonunu şarkılarımın en ufak zerresini hoş hörmüyor ve kabul etmiyorum,gönlüm buna razı gelmiyor. Bana 1 gram düşmanlık besleyenleri dinleyenlerinde beni dinlemesine gönlüm razı değil.Şimdi diyeceksiniz ki bu kadarda olur mu Sago,ortamı sen bölüyorsun.Hayır ben huzurlu olmak istiyorum.Bilir misiniz ibrahim A.s ateşini gören bir karınca demiş ki:Koşuuuun koşuuuun ibrahim'i yakıyorlar diğerleri de demiş ki:Ey karınca! Ne yapacaksın elindeki bir avuç suyla? O da demiş ki en azından safımız (tarafımız) belli olur.Bu kıssadan hisse alın herkesle iyi geçinmek diye birşey yoktur.Herkese iyi davranmak haklı ve haksızı umursamamak değildir bilakis herşeyi umursayacaksın eğer seviyorsan.
Sevgili dinleyicilerim Yunus Özyavuz hala yaşıyor ve size bol bol selam,saygı yolluyor.Biz herkesle biriz hiç kimseden bir ayrıcalığımız yok tek fakımız sesimizle icra ettiğimiz şarkılar.Bu ayrıcalık bile bir insana ayrıcalık olarak yetebiliyor.Bazılarına ne şarkı ne klip,ne çıkan haberler,ne entrikalar,ne de çektiği diziler filmler etki etmiyor ama doğru iş her zaman yerini buluyor.Çok yakında tekrar görüşmek üzere
az önce yine izledim, yine çok beğendim. oldukça ciddi ve bir o kadar da gerekli konuların hiç de sıkıcı olmayan bir şekilde(burada okan bayülgen faktörü devreye giriyor) konuşulup tartışıldığı ntv programı. benim dışımda kalan genç nesil ne kadar izliyordur bilemiyorum ama sanırım gençler tarafından izlenebilitesi bu kadar yüksek olan en aklı başında tv programını yapıyor okan bayülgen. yeri gelince sinema, yeri gelince tıp, yeri gelince deniz korsanlığı...
sabahın 3 ünde disko kralı izliycem diye uyku akan gözlerine işkence etmek istemeyen nesildaşlarıma çok güzel bir alternatif; minimum magazin, minimum zevzeklik. sonra okan bayülgen'i eleştiriyosunuz "magazinel kültüre karşı ama programına şarkıcı-mankenleri çağırmadan da duramıyor" diye. buyur işte; izlemiyorsun ki!
bu şekilde, kendi içinde tutarlı olmayan insanlardan oluşan bir sosyal ortamda yaşamanın verdiği huzur içerisinde uyumak istiyorum sözlük. ben uyumak isterken ferhat göçer acı çekercesine şarkı söylüyor ya, benim canımı sıkan da bu işte.
bu hafta yayınlanan bölümünü izlerken yasemin mori'ye üzüldüğüm programdır. bir ara bu kızımız hayko cepkin'e lazım olan mikrofonu kendisinden ayrı oturan trioya*** doğru uzatmasına rağmen üçü de tenezzül etmemiş ve sonunda beyaz ayağa kalkmak zorunda kalarak mikrofonu yasemin'in elinden alıp hayko'ya ulaştırmıştır. ortama hiç dahil olamadı yavrucak.
konser ve sinema biletlerinde çeşitli şekillerde kendini ortaya koyan, sanıyorum yaşım ititbariyle ne olduğunu bilmediğim fiş. eskiden daha çok varmış galiba ama pek umrumda da değil.
o değil de şimdi balıkesir cinemarine sinemalarından aldığım gora biletlerini buldum cebimde. baktım ki defalarca ilgimi çeken, lakin sözlükte kendine sadece perakende satış fişi olarak yer bulabilen "dip koçanlı perakende satış fişi" ile ilgili tek bir başlık yok. bu durumda bendeniz ahenk olaya el atmış bulunuyorum(bu arada sol framede 5 dakkada bir yenilenlenme olması dolayısıyla çok tedirgin oluyorum, adeta bilinmeyen bir güç hissediyorum bilgisayarımda).
hani hiç beklemediğin bir anda cebinden tam da ihtiyacın olan miktarda para çıkar da o an dünyanın en mutlu insanı sen olursun ya; işte öyleyim...
öğrencilere karne hediyesi kıvamında tam da ilk ve orta öğretimde birinci dönemin bittiği gün başlayan yarışma programı. programın ilk bölümünün yayınlandığı sıralarda yaşadıklarımı hemen kısaca özetlemek gerekirse:
programın ilk bölümünde öykü serter'in sağlı sollu darbeleriyle şuurumu kaybettim. kendime geldiğimde ferhat göçer'le dj funky-c düet yapar gibiydi, doğal olarak tekrar sersemledim. iyice silkinip aklıma mukayyet olmaya çalışırken sibel tüzün "ne kadar da uzun bacaklarım vaaarrr!!!" dercesine sahnede hoplayıp zıplıyordu. artık iflah olmam nasılsa diyerek sonuna kadar izleme kararı aldım ama nafile: funky c-sibel tüzün ikilisi arasındaki ilginç yakınlaşma beni o kadar gerdi ki, kanalı değiştirmek zorunda kaldım. fuat ve killa hakan hakkında yorum yapmıyorum, yapana da 10 üzerinden 7 puan veriyorum.
bu arada underground'a bol bol destek verdiğini her fırsatta dile getiren rapçilerin underground anlayışının kadıköy-üsküdar hattından oluştuğunu öğrendik.
popüler kültür böyle bişey işte, insanı yutuveriyor; paranın tadı çok başka çok...
ilk bölüme ait izlenim ve çıkarımlarım bunlar. program, şu anda ikinci bölümüyle star ekranında devam etmekte. iyi seyirler.
sözlüklerde takılan, biraz okuyan ve düşünmeye çalışan 3-5 kişi var yalnız ve güzel ülkemde; onlar da lost, yemekteyiz, ıssız adam, var mısın yok musun derken böylece heba olup gitmekte. bakın başlıklarına(hah sol frame de ıssız adam belirdi şimdi!!!) bu tv programlarının, sonra dönün sanal dünyadan gerçek dünyaya... hala bir şeyler hissetmiyorusanız ben uyumaya gidiyorum;
tanım: iyi, hoş insandır. ne de olsa bizi şartlar bu duruma getirmedi mi? doğarken hepimiz aynıyız neticede.
"30-35 yıl önce doğsam çekecek olduğum film. aynısını ben düşünmüştüm lan.
yoksa tüm dünyanın benim etrafımda kurgulanmış olduğuna inanmamam için mi bu filmi bana izlettirdiler. sokullu ikide bir bu filmden bahsediyo zaten; demek filmi merak etmemi sağlamış, hayın dost!*"
amma saçmaladım.
neyse yani süper film, izlemeyen insan yarım insandır.
her zamanki gibi Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezinde, 28 Şubat - 08 Mart 2009 tarihlerinde yapılacak kitap fuarıdır. hatırladığım kadarıyla http://www.bursakitapfuari.com gibisinden bir de web sitesi var ama son baktığımda fuar programı belli değildi.
her zamanki gibi fuar pekçok ilköğretim-lise öğrencisiyle dolup taşacak. hatta kimi "kız kesmek" amacıyla gelecek, kimi indirimli kitap aşkıyla yanıp tutuşarak gelecek. bir grup daha vardır ki bu fuar meraklıları arasında, bundan önce saydığımız iki gruba da dahil edilebilir, bir nevi kesişim kümesi.
her zamanki gibi heyecanlı heyecanlı gidilecek fuar alanına, bursa'nın dört bir yanından çeşit çeşit insanlar görülecek(sanki hiç görülmemiş gibi), alınacak kitabın fiyatının düşürülmesi için kitap satmaya çalışan abilerimizle samimi bir bağ kurulmaya çalışılacak.
her zamanki gibi bir kaç ünlü yazar-çizer falan gelecek. onlara kitap imzalatmak için sırada bekleyen insanlar bana standlar arasında(stand?) yürüme imkanı bırakmayacak. bu sırada ilgi görmeyen, kendi yayınevinin bölümünde bir masada tek başına etrafa bakınan, kimsenin tek bir kitap dahi imzalatmadığı yazar tüm bu kargaşanın merkezindeki yazar olduğu günlerin hayalini kuracak...
ve evet dostum ben de orada olacağım;
her zamanki gibi...
Bence Sagopa kajmer, şu anda türkiye'de Bu kalitede müzik yapabilen ve bu kalitede sese sahip başka bir insan olmadığı için vazgeçilemez durumda. Şarkılarının ister şarkılarının içeriği ister müziğinin ritmi veyaz tarzı değişsin, bu kalitede başka bir müzik bulamayacakları için müziksever insanlarımız bu adamı dinlemekten geri kalamıyorlar. "rap müzik dinlemiyorum, sagopa kajmer dinliyorum" insanlarının da en büyük dayanağı bu diye düşünüyorum.
Bu arada kaf-kef'in yeni çıkardığı pessimist ep 5 in tadı da bir başka olmuş, türkçe rapin çıtasını bir kademe daha yükseltmiş. Bir kısım dinleyici de "artık eski şarkıları gibi kaliteli şeyler yapamıyor" gibisinden eleştirilerde bulunuyor. Açıkçası ben bunu "yapamama" değil de, "yapmama" olarak görüyorum. Sonuçta bpg'deki veya romantizma'daki beatlere baktığımızda sagopa kajmer'in bugün anlatmaya çalıştığı şeylere pek uymayan müzikler. Daha protest, daha sert. Oysa sagopanın şimdiki sert şarkıları aşk yok artık gibi oluyor. Sonuçta adam sample kullanıyorsa, yine aynı türden sample bulabilir herhalde.
Bir de aklıma şu geldi: hani her şeyin ilki çok beğenilir ya, Örneğin üçleme olarak çekilen filmlerin ikinci veya üçüncü bölümleri genellikle daha az beğenilir; müzik de öyle. bpg de kajmerin bu kadar büyük bir değişim geçireceği beklenmiyordu. Beklentiler çok yükek değildi, oysa album beklentilerin kat kat üstündeydi. Romantizma'da ise böyle bir durum söz konusu değildi. Sagopa, bpg de protest tavrını ortaya dökmüş, romantizma'da kişisel çatışmalarını anlatmış, kits de ise iç çatışma safhasını da geçip maneviyata ermiş ve iç huzura kavuşmuş, bunu anlatıyor. Bpg den sonra kalitenin düşmediğini ama tarzın çok değiştiğini görüyorum. Kimisi de olayın siyasi bir boyutu olduğunu düşünüyor ama bana kalırsa siyasi tavır bpg den bu güne pek değişim göstermedi.