yoruldum, her şey için çaba göstermekten, gösterdiğim çabanın azımsanmasından yoruldum. birinin yanında olmak isteyip ona tek bir adım atamadığım için de yorgunum.
ben kimseyi aramazsam kimse beni aramıyor, beni tanımayan herkes beni seviyorken ne zaman tanıdıklaşmaya başlayınca uzaklaşıyorlar. sadece bana mı oluyor?
çok meşakatli iştir.
kulaklarının sağır, gözlerinin kör olmasını gerektirir. kalbinde bir parça merhamet, tecrübelerinde de ihanet yoksa belki mümkün olabilir. ama aksi hâlde dünyadaki en meşakat gereken işlerdendir.
kırlardan geliyorlar, elbet kırlardan gelecekler diyen güzel ağbimiz. bir beştaş ın yapayaluğuzluğunu da papatyaya benzetir bir de yetmez kuş yemine benzetir. sümbülteber kokar elleri, canım elleri.
insan olmak.
bu ülkede en zor şey insan olmaktır.
eğer iyi insan olursanız budala olursunuz, kötü olursanız gaddar. ortasını da bulmak öyle sanıldığı kadar kolay değildir. bu yüzden ne yaparsan yap insanlığına zeval getirir bu ülke.
ben bu yazıyı bu sefer sana diyecek kadar uzak olduğum kendime yazıyor olacağım. anlatmaya çalıştığım her dakika biraz daha sarpa sarıyor zihnimdeki karmaşa, çözme umuduyla kelimelere yanaşıyorum. yanına varmam ile yaptığım hatanın farkına varmam bir oluyor. kelimeleri birleştirerek bir yere varamıyorum. bazen ite kaka bu yaşa gelmiş olmama hayret ediyorum. herhangi bir şekilde yaşamışım sen de tesadüf eseri ben diyeyim bilinçsizlik, mamafih geri kalan zamanı da vur tut yitirmek istemiyorum. zaman kaygılarıma proustu şahit edip onu yanıma çekmek için binlerce sayfalık kitabını okuyorum. bu vademi doldurmam için vesile oluyor. sayesinde düşünmeyi erteliyorum. ancak her şey gibi proust da bitiyor, zaman onu da yitiriyor sürecinde. beni kendimle başbaşa bırakmak için akıyor zaman. soyutluğuna soyutluk katıyor her saniye. kinim büyüyor hayri irdala, halit ayarcıya. on sene sonra bu kayıp zamanlarımın hesabını kimden soracaksın diyorum kendime. cevap yok. tekinsiz bir sessizlik kaplıyor içimi zira ısırgan gibi batıyor sesler. cevap ararken zihnim kanıyor, bulaşıyor her yana anlamsız kelimeler... kendim ile bir yere varamıyorum.
uzun zamandır varlığından keyif duymama rağmen az evvel erkan oğur dinleyip koca odada yalnız olduğumu hissedince içime hüzünü çeken bir histir. içimdekileri anlatmak istiyorum ama kimse duymasın isteğiyle beraber hasıl oluyor bu istek. derin bir sızı ve çaresizlik örneği de denilebilir. anlatmak istiyorsun ama çevrende olan kimse seni, senin istediğin gibi dinlemeyecek. seni anlayacağını düşündüğün insanlar da sen aramadan seni aramayan insanlar... oğuz atay'ın beyaz mantolu adam hikayesindeki adam gibi boşluğa yürüme hissi ile birebir örtüşüyor bu çaresizlik.
bütün duygularımı en azami şekilde yaşıyorum. herhangi bir sevgiye bile sonucunu düşünerek korku ile yaklaşıyorum. oğuz atay ın da dediği gibi kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşayamıyorum. üzerinden tam bir sene geçmesine rağmen aynı duyguları yeşertip aynı duyguları çürütebildim. bu da derinlemesine bir absürtlükten ibaretleşti. bildiğin bir şeye tekrar nasıl düşebilir bir insan? bu içinden çıkamadığım duruma dayanamıyorum.
öyle çok bunaldım ki, anlatmamak için kaçıyorum kendimden. kendimden ne kadar kaçıyorum orası muamma ama elimden geldiğince kapıyorum kendimi anlatmaya. ne dinlemek istiyorum ne konuşmak.
her zaman konuşacak bir şey bulabilen erkektir ayrıca. kızların sevmediğini düşünenler ise pek bir yanılgıya düşerler. zira edebiyat sever bir beyefendinin akıllı olduğunu da düşünebiliriz. ayrıca hem kibar hem de birçok şey yazıp çizdiği ve okuduğu için anlayışlıdır da. bu yüzden edebiyat sever olmak sadece erkeğe değil her insana artı bir özellik katar
hemen yanımda Oğuz Atay var. güzel gözleri ile elini başına yaslamış bana bakıyor. nasıl sevmem ben seni, sen bana böyle güzel bakarsın da oğuzcuğum atay. sen de beni seviyor musundur acaba?
kitap okumayan toplum, kitap okuyorum arkadaş adlı bir kamu spotu çekerek toplumundaki insanları kitap okumaya teşvik edeceğini düşünür. iş kitaptaki kdvlere gelince ise bizene arkadaş der.
kitap okumayan toplum kitap okumamakla gurur duyar ve ben okuyuca sıkılıyorum arkadaş der.
ansızın hasıl olan bir duygu bu. insanın elini ayağını işten kesen bir düşüncenin devamında 'artık nasılsa bir çıkar yol bulamayacağım' demenin sözsüz halini yaşar insan yüreğinde. oturup duvara bakarsın uzun uzun. geçer mi dersin düşününce. şiir okumalı insan böyle zamanlarda ya da en sevdiği bir kitaptan en yüreğine dokunan birkaç satırı ezberlemeli. zor zamanlarında hatırına düşerse kurtarır kendini belki bu gaflet anından. sildirmeli belki de zihindeki oldurulamaz düşünceleri. oldurulmazsa eğer neden yer kaplasındır ki?
hayat içinde devam eden süren ve birgün değişmeyen bir şey var mıdır hem?
bir selim var selim ışık, o anlatılmadan anlaşılmaya aşık. bir garip insan selim ışık. üstelik bilincinde de anlatmadan anlaşılmanın olanaksızlığının. sonra bir gün fark eder anlatılsa da anlaşılamayacağının. bilen bilir işte selim ışık'ın sonunu.
ne yazık ki biz de anlatılmadan anlaşılmaya aşık kalacağız. belki sonumuz da olur selim ışık gibi.
kim bilir...
yalnız kalmak ve yalnız bırakılmak iki ayrı şeyi anlatır. yalnız kalmak bazen yalnız kalma ihtiyacından ileri gelse de yalnız bırakılmak her ne olursa olsun istenilesi bir şey değildir.
gün gelir insan kimle konuşsa, kimin yanında olsa yalnız hisseder. kendisi bile ağırlık yapar kendine. yalnızlığı kendi haline bırakmayı yeğler. nasıl olsa hiçbir his kalıcı değildir.
yalnız bırakılmaya gelirsek, kişi yalnız kalmak üzerine yazı yazmayı bile yarım bırakacaktır.