kelimelerim yok benim sana dair. adını oluşturan harflerim var her biri teker teker lanetlenmiş olan ve nefretimden doğan cümlelerim var. bir anlayabilsen kusarsın kendi içine. kimdin, nasıl böylesine içime girdin, şimdi kimsin. renklerim vardı benim. birbirine karıştırıp yeni şehirler, yeni bir gökyüzü yarattığım... hepsini sana adadığım. oysa ki senin varlığını anlamlandıran tek bir renk bile yok artık bende. herşey soluk, silik, yitik. amaçsız, umarsız, öylesine nefes alabiliyor olmak daha kolay olsa gerek. zarar vermek uğruna bir hayat yaşamak.
sana iliştirdiğim benden parçalarımı geri aldığımda ne kaldın? bir avuç günah. eksik. havası sönmüş yaldızlı bir balon. üstelik artık bütün yaldızlarında tek tek dökülmüş. dönüp bakıyorum da geriye yoktun ki zaten. heryerde ben varım. sana yüklediğim anlamlar, kendimden koparıp seni oluşturduğum parçalar. üst üste koysam hepsini sadece üç edersin belki beş. ama daha fazlası değil.
çok uzun yollar yok hayatında. koşarak atamazsın içindeki pisliklerini. ne geçmişin var şimdi ne de geleceğin. adına eş değerdi sevgimin sana düşen hissesi. çok harfliydi o da senin gibi. kutsaldı, kutsaldın. dedim ya lanetlendi artık harflerin. artık istesende senden bir sen olmaz.
hayatının herhangi bir döneminde seninle karşılaşsam ve karşına geçip sana senin gibi birinden bahsetsem, cevabın ne olurdu çok merak ediyorum? savaş bırakma, onunla git mi derdin? acaba aynada gözlerine bakabiliyor musun? bu benim deyip sahiplenip önemsediğin hiçbir şey yok mu yaşadığın bu hayatta. değer yargılarından bahsediyorum. insanı insan yapanlardan hani. ama sende haklısın. amaçsızca yaşayan bir insanın sahip çıktığı hiçbirşey olamaz. evet, aşık olmak için seni seçmek benim tercihimdi. ama her insanın yanılgıya düştüğü zamanlar olabiliyo dimi? sen anlayabilir misin ki yanılmayı. sanmam.. kadın duruşuna erkek yüreği eklemek diye birşey okumuştum bir yerlerde. emin ol bu bedenimle ve hissettiklerimde senden daha erkeğim.
kızgınım.. etrafında ne var ne yok dağıtacak yıkacak ve seni bütün o yalandan yığınlarının en altında bırakacak kadar kızgınım. tırnaklarımı geçirsem en derinine kanatsam, acıtsam, iz bıraksam diyorum. ama sonra vazgeçiyorum. sana kızmak senden nefret etmek bile kocaman bi mükafat sana. ne de olsa insanların zaaflarıyla besleniyorsun dimi? nefreti bile haketmiyosun ki artık sen, seni neden seveyim..ama sen yine de hisset. hisset nefretimi en derininde. parmak uçlarına kadar yayılsın, acıtsın. nefes alışlarında bile acısın. beni her hatırladığında gülümse. canın acısın acıdan gülümse. saf halime denk geldin sen benim belki de ben saf olmayı seçtim bilemiyorum. işte en büyük şansın bu..
ve doldurdum senden kalan bütün boşluklarımı. sana ait, senin izini taşıyan hiçbirşey yok bende. katıksız, deli sevmiştim. temizdi sevgim, kendim, ellerim. başka sevişlerde, başka öpüşlerde kaldı şimdi gözlerin. yoksun, yokum artık bebeğim.. tek bir iz bile bırakmadım senden, nefesimde bile. delip geçerken akıp giden her zaman, aslında sen gittin benden. bir sürü parçan var bambaşka insanlarda. hibe ettim seni onlara. amaçsız yaşamlarda belki bir işe yararsın,
sevgi... bambaşka bir masalda başrol oynuyor şimdi. aynasına bakıp hergün kendini kandırarak.
kocaman bir yalana kabuğum artık. sen varsın altımda kanayan. bu kopup giden son aşk parçası. dön bir bak aynaya. gözlerinin rengi aynı mı, ya da sor bir başkasına dudaklarının tadı aynı mı. eksildin sevgilim. gözlerinin rengi yok, saçlarının kokusu, tenin, elin... hepsini ben aldım. anlatacak daha çok şeyim var aslında. herşeyi gör bak şimdi. ben bu yazıyı sana yazdım.
benden de, renklerimden de, sevgimden de.. uzak dur.
çok şey yarımdı belki, eksikti gördüklerim, aradım durdum...
yerine başka tamlar buldum yada muş gibi yaptım...
ve ben bu sabah yine yarım hayvan , yarım insan uyandım. her yerim yarım..
günlerimden giden çok sabahlar gibi, adına zarar ziyan sabahlar dediğim...
ve öfkeme hakim olamayıp söylendim içimdeki bene yüzümdeki suratsızlığıma aynada,
" lanet olası yarım duygu yinemi burdasın yine beni mi seçtin yine mi bu sabah" diye...
yarım elma gibi, yanına beklenen diğer tam gibi,
elmanın yenmeyen masada öylece çürümeye bırakılan yarısı gibi...
arada çürüyenleri ucundan temizlenip temizlenip yine yarım bırakılanlar gibi...
Kesildim ne yapsam olmuyor, çürüyorum sanki, kuruyorum...
diğer yarımı kim midesine attıysa o midede olmak isteyen yarım elma gibiyim pazar günleri
yada birtürlü hangi mideye gideceğini bilmeyen iki farklı uzak yarım...
başka odalarda çürümeye bırakılan diğer yarımı arar gibiyim...
bendeki eksikliği düşündükçe kafayı yiyecek gibiyim...
bambaşka avuntulara sığınma debelenmesindeyim...
yazmadan rahata eremeyeceğim bu berbat hisle bu sabahı doldurdum,
saklayamadığım hissindeyim...
ben her pazar akşamı senin ardından kendimi eve attığımda
gömülüyorum o ıssız sığınağıma deve kuşlarının başını kuma gömmesi gibi,
varlığım var dışarda beni görüyor beni duyuyor beni biliyorlar malesef
oysa ben yokolmayı ne çok istiyorum o aksamlarda ve ardından gelen bu sabahlarda...
tam o anda bedenimle varlığımla yokolmak
bunları yazan ben miyim
var mıyım
olmalı mıyım
ben diye biri varmı bilinmesin
böyle biri hiç varolmasın
ve aslında tarih onu yazmış olmasın istiyorum...
günlerden perşembe ve ben her pazarım gibi kaybolup gidiyorum!!!...
sesini duymaktan korkmaktır. özleseniz ya da nefret etseniz sesini duyarsanız bilirsiniz ki herşey geriye döner. içinizde geriler herşey. belki sevginiz depreşir özleminizden, belkide daha çok nefret dolarsınız yaşattıklarından. sesini duymadığınız sürece düşündükleriniz, ondan soğumak için kendi kendine söyledikleriniz ve söylettirdikleriniz bütün hepsi boşa gider. telefonun diğer ucundadır o. bir zamanlar bir saat bile duyamadan duramadığınız ses kulaklarınızdadır. ruh yıkımıdır eğer hala içinizde ona ait birşeyler varsa.
kahvenin binbir çeşidiyle haşır neşir oldurulup kahveye boğulası, kova kova isteyip bir türlü doymak bilmeyen , pamuklara sarılıp kaldırılası pek bir şeker insanıdır. ankarada, bursada, istanbulda o her yerde. **
içinizde bir yerleri acıtan, kanatan deli bir durumdur bu. üstelik daha yeni tanımaya başlamışsınızdır onu. ne de güzeldir herşey. yeni bir insan, yeni bir soluktur o. önceden sizde açılan yaraları sarmaya gelmiştir. size yardım etmeye. oysa şimdi... hayat doludur bir kaç gün öncesine kadar. ama o gün gözlerinde herzamankinden farklı birşey vardır. hüzün, acı, mutsuzluk. hayır değil. bambaşka birşeydir gözlerindeki. anlayamazsınız. sorarsınız, anlatamaz. kayıyorum, dünyanın neresinden tutunmalıyım der sadece. boşluğa bakar. evet boşluktur düştüğü ama hala bir anlam veremezsiniz. yedirememiştir söylemeyi. annem ölüyor, ölecek diyememiştir. sadece içinde büyük, kötü birşey varmış der. biz farkında olamadan onu yemiş. oysa ki basit bir ülserdir ilk başta. mide sızıntısından doktora gidilir. küçük bir tedavidir amaçlanan. basit bir ameliyat. belki de sadece ilaç. ama sonuçta parçalanmaya yüz tutmuş bir mide, çürümeye başlamış bir böbrek ve hastalığını bilmeyi kaldıramayacak kadar kalbi zayıf bir annedir elde kalan. tedavi şansı da yoktur üstelik. çünkü vücut okadar zayıftır ki kaldıramaz. söyleyememiştir bile anne senin içinde sana yakışmayan kötü birşey var diye. yüzüne bakarsınız uzun uzun. canıdır yitip giden. sizin de canınızdır canını yitiren. kaldıramam ki der. nasıl bakarım artık yüzüne. nasıl tutarım gözyaşlarımı akmadan. söylenecek ne vardır ki. tek bir harf bile bir damla dindiremez acısını. acırsınız, acıtır, acır. sarılmak istersiniz uzun uzun, bütün acısını almak onu hissiz bırakmak istersiniz. gücünüz var mıdır buna onu bile düşünmeden sarılmak istersiniz. üşür delice. ısıtamazsınız. çünkü ihtiyacı olan anne sıcaklığıdır. sizinki değil. anne gibi seversiniz bu sefer. bak yine bebek poposu gibi kokmuşsun dersiniz ona annesinin dediği gibi. bir anneye ölmeyi yakıştıramazsınız. yakıştıramamak değil de aynı cümle içinde geçmesi bile tuhaftır anneyle ölümün. anneler ölmez. hem kanser kötü birşey. bir annenin vücudunda o kötülük barınamaz ki. sakın üzülme herşey yoluna girecek. ama yalandır sizde bilirsiniz. gözünüzü kaparsınız, onunda gözlerini kaparsınız, sarılırsınız. başka bir düşe götürürsünüz onu.
yeşillikler içindesin şimdi. bak annende burada, üstelik içinde kötü hiçbirşey yok. hepsinden arınmış. sadece kocaman bir kalbi var. hem bak hala bebek poposu gibi kokuyorsun. annen söyledi sana bunu. kokun hiç geçmeyecek. sadece sus ve bekle. acını almaya geliyorum.
tamamı "aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur." olan milan kundera nın yazdığı varolmanın dayanılmaz hafifliği adlı kitabında geçen bir cümledir.
kunderaya göre çiftleşme arzusu sonsuz sayıda kadına uzanabilecekken, uykuyu paylaşma arzusu tek bir kadınla sınırlıdır.
birgün onsuz yaşayamazsın, başka bir gün bir başkası olmadan yaşayamazsın. böyle gider bu. çok yeminler edilir sözler verilir. yalan değildir belki sadece aşırı aitlik hissi. sensiz yaşayamam bırakma beni diye ağladığında, gözyaşlarını adadığın kişi yanında yoksa eğer, uzaktan izliyorsa seni acı çektiğini bile bile, boşver gitsin. nasıl olsa başka bir gün başka bir yerde bambaşka bir kişiye en içinden gelerek söyleyeceksin aynı şeyi. sensiz yaşayamam...
edit: kaç hayatın var ki her birini her zaman birine adıyorsun? değil mi ama...
sesini, müziğini konuşturan, bazı kesimlerce böğürme tabir edilen çığlıklarıyla, bakın benim yaptığım müzik budur, böğürmüyorum bağırıyorum, katlanamıyor isen kapa televizyonunu izleme beni mesajını veren mavi saçlarına bayıldığım izlenilesi, takdir edilesi hatta sesi sonuna kadar açılası mavili devdir.
söylediği şarkının içine girip yaşayan yaşatan ve de onun kadar güzel böğüren, bağıran başka birisi daha var ise beri gelsin.
açılan başlıklara yazarak sözlüğü baş aşağı etmeye alet olmak istemeyen, daha önce girilen anlamlı entrylere ve açılan anlamlı başlıklara bakarak hulyalara dalan yazarlardır. uygun başlık bulduklarında ya da ortam biraz sakinleşip başlıklar ve bazı yazarlar normale döndüğünde yazacak olabilirler. beklemek lazımdır.
aşk adına yaşanabilecek bütün duyguları içinde barındıran, eşsiz, sessiz, dingin, aşkın, insanın içinden su gibi kayan bir sezen aksu şarkısı. keşke bütün zamanlar şu saniye dinginliğinde aksa. keşke sezen aksu hep yalan diye bağırsa, bütün herşey yalan dönmüşken etrafta...
"geçse de beni unutma
hiçbir aşkını unutma
zira budur elimizde kalan
aşktan başka herşey yalan"
satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu,
bir lokma bile tatmadan yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında,
ananı ağlatanı karun etmek hürriyetiyle, hürsün.
sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün
vicdan hürriyetiyle, hürsün.
başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle, hürsün.
en yakın insanınmış gibi seversin memleketini,
günün birinde, mesela, amerika'ya ciro ederler onu
seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle, hürsün.
yapışır yakana kopası elleri valstrit'in,
günün birinde, diyelim ki, kore'ye gönderilebilirsin,
büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin,
meçhul asker olmak hürriyetiyle, hürsün.
bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil
insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hattâ asılmak hürriyetiyle, hürsün.
ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında,
hürriyeti seçmene lüzum yok hürsün.
bastırılmış duyguların ortaya çıkmasıyla, doğu batı senteziyle alakası olmayan durumdur. içine giyiyordur ne giyiyorsa. belli etmediği sürece, tesettürünü stringinin içine sokmadıkça kime ne sakıncasının olduğunu anlayamadığım olaydır. normalde string, normal kilot ve bunun gibi türevsel iç çamaşırları pantolon, etek gibi kıyafetlerin içine giyilmiyor da biz mi yanlış biliyoruz. ya da pantolon üstüne string giyme modası var da biz mi kaçırdık. hayal gücü ne kadar kuvvetli insanlarız vesselam.
bir lojistik firmasının daha önce görülmemiş kamyon yazıları yazmak adına düzenlediği yarışmanın sloganıdır. 5 bin 750 kişinin katıldığı yarışmada kazanan yazılar söyleymiş;
"kamyon çeker 10 - 20 ton, gönlüm çeker paris hilton." **
farkedildiğinde insanı bir sürü paranoyalara sevk eden ve ayrıca neden yaptığına anlam verilemeyen insandır. olay şöyle vuku bulur; elinde bir adet kameralı cep telefonu olan şahsımız telefonu kurcalar gibi yapıp, elinde döndürmek suretiyle sizi çeker. uyuyorsanız uyandığınızda farkedersiniz ki bir süre otobüs maceraları adlı kısa bir filmde başrol oynamışsınızdır. şahısın iriliğinden korkup birşey diyememenizin yanı sıra, neden, nasıl, niçin soruları kafanızda döner durur. ***
binleri aşan katılımcı sayısıyla dünyanın ikinci büyük poker sitesi. popülerliğini 2003 World Series of Poker şampiyonasının birincisinin siteden çıkmasına borçlu. oyunu öğrenmek ve geliştirmek için oynanan parasız oyunlarının yanı sıra masalı turnuvaları, nakit oyunları ve birebir oyunları ile oldukça rağbet görmekte. para yatırmak için oldukça güvenilir bir site.
ne playboy tavşanıdır ne de hayrunisa gül'ün başörtüsüdür lemana kapak olan. günlerdir basını meşgul eden türbanın bürüneceği yeni şekildir gönderme yapılan. tavşan kulakları yerine sihirbaz şapkası da çizilebilirdi aslında. ne de olsa bütün herşey yanılsamalardan ibaret ülkemizde.
bahadır boysal'ı takip edenler bilir. daha önce kaç kere gördünüz bir kadını böyle güzel karikatürize ettiğini. bir insanı başörtüsünden dolayı yerin dibine sokmak istese pekte güzel ucubik bir karakter koyabilirdi oraya. bu karikatürü abdullah gül'e hayrinusa gül'e adamak ne kadar doğru. ilk defa mı bir devlet adamının eşi karikatürlere konu oluyor. ampüllerinizi şimdi yakın. yakın ki aydınlık olsun biraz. belki daha önce çizilen karikatürleri görebilirsiniz.
tavşan kulaklarını görüp playboy sanan zihniyet. bir düşünün bakalım kimin beyni bacakarasındaymış.
peşin edit : kötülemeden önce bir kere dön bak. belki sen daha iyisini çizebilirsin.
seversin. kokusudur seni peşinden sürükleyen. iz bırakır her yere kokusuyla. gidersin. boynunda tasman, onun elindeyse tasmanın sapı. hoş, tasman olmasa da gideceğin yol onun peşi sıradır. dişlerin en geridedir, hani belki olur da yanlışlıkla zarar verirsin diye. severken acıtırsın mesela. en çok sevdiğin ama ısırmaya kıyamadığın kemiğindir sevgilinin elleri. sonra birgün kuyruğuna basar gibi kalbine basar en sevdiğin. can havliyle geçirirsin dişlerini onun kalbine. ne kadar sadıkta olsan, canın yanmıştır bir kere. köpek gibi sadakatle sevmenin, aşık olmanın sonu gelmiştir artık. sırada köpek gibi parçalamak vardır. acıtarak, kanatarak...
birbirine yakın binalardan, rüzgardan, hatta pencereye yakın yataklardan nefret ettiren andır. sabah uyanıldığında gece kapalı olan perdenin yerinde yeller esiyorsa * gözünüzü açtığınız anda size bakan bir çift gözle karşılaşabilirsiniz bazen. hatta devamında ne zaman cama çıksanız aynı gözlerle de karşılaşabilirsiniz. **
edit: hımmm. niye kötü ki? yoksa camdan bakan sen miydin?*
neden diye sorabilendir bazen. bütün bunlar doğru mu, doğruysa neden? omuzunda ağlamak, omuzunda ağlatmak kolaydır. sebep her zaman başkalarıyken acıyı paylaşmak kolaydır. ya da dertlere çözüm bulmak. asıl acı kendinden geliyorsa dostun ya da acıyı siz veriyorsanız dosta, neden diye sorar dost dediğin. kaçmaz, sözünü sakınmaz, acıtacağını bile bile gözlerinin içine bakarak söyler dost dediğin. söylenmemiş tek bir kelime bazen köprüleri yıkan. sadece neden... o halde şimdi ben soruyorum. neden... *
hürriyet gazetesini almamak için yeterli ikinci bir sebep daha. iyi olmuştur. önceden demokrasiyi savunan insanların çıkarları için taraf değiştirdikleri ve bu seferde karşıt görüşleri savundukları bir ortamda bulunmak zaten yakışmazdı. nice onuncu köylere... *
kreatorun en güzel ve de aşmış parçalarından biri. violent revolution albümünün, hatta bütün albümlerinin en iyi şarkısı denilebilir. solosunu dinleyipte nefreti en derinlere kadar hissetmemek mümkün değil. sözleri de şöyledir :
some may struggle and some may fall
one only follows,
another one leads
and while some only endure constant slavery
others satisfy their never ending greed
some born to win, some born to loose
what fate may come,
only time can tell
better to live in sin than nothing else to choose
servant in heaven, king in hell
some may give and some may take
one only suffers others celebrate
and while some know that their time will never come
others realise that it’s never ever too late
some see the dark, some see the light
what's in your view only time can tell
better to taste the fire than swallowed by the night
servant in heaven, king in hell
some are cast aside as anger blinds the mind
baptised in flames to lead again
to see them take it all a tearing of the heart
a thousand reasons for your hate...