Atatürk'e saygısının ifadesidir politika değil vefadır. Cumhuriyet'in okuttuğu bir öğrencinin Cumhuriyet'e vefası. Atatürk ortak bir değer olduğundan şu ya da bu partiye yaklaşma şeklinde algılanmamalıdır. Atatürk'e saygı duymak için partili olmanız gerekmez.
... bu yöndeki son istasyonumuzdur. anonsundan sonra, yolcuların sonraki metrobüse hücum edercesine koşması neticesinde, metrobüsün kısa sürede boşaltılmasıdır. metrobüsün yerden birkaç santim yükseldiği gözlenebilir.
- üşüyorum ya.
+ kalın giyinseydin yavrum a hah hah ha!
- montunu versene hayvan donuyorum burada.
+ mont senin itin olsun yavrum. iste donumu vereyim.
- aferin *
+ oşşş.
şeklinde gayet normal olabilecek durumdur. mesele nasıl söylendiğinde kime söylendiğinde kimin söylediğindedir.
şayet bir kürt kızına ism verecekseniz ve bunun en güzel isim olmasını istiyorsanız şunu unutmamalısınız. isim verileceğine göre henüz bir adı yoktur. yani çocuktur ve çocukların milliyeti yoktur.
Dubai ye hiç gitmedim Arap arkadaşlarım oldu ama hepsi çulsuzdu. çulsuza da eğlence anlayışı sorulmaz muhtemelen halı sahada top oynamak falan der. ama bu zengin Araplar enteresanlar sırf gazetelere yansıyanlardan biliyoruz ki herifler klozet kapağını altından yapıyorlar. Dubai'de çölün ortasında kayak pisti yapar mı insan Arap yapıyor hayatında kar görmemiş adam belki de ondan. beş yıldızlı otelleri lüks sayan geri kalan tüm milletler 7 yıldızlı otel kavramını da Arap milletine borçludur. şimdi nasıl 7 yıldız oluyor efenim şöyle oluyor bir kere her şey en lüksünden oluyor ama buradaki her şey hiç olmadığı kadar gerçek manada kullanılıyor haberiniz olsun.
herkesin telefonu var Arapta telefonlar altın kaplama, elmas işlemeli ama bir dakika. herkesin arabası var arabınkinin kapı kolu altın iç döşeme ceylan derisi öyle ki o ceylan türünün artık nesli tükendi. özellikle nesli tükenmiş olanından yaptırıyor o kadar lükse meraklı. herkes tek eşliliği savunur arap sanki anne ördek ve civcivleri gibi karılarını arkasına takar çarşı pazar dolanır. ziyafetlerini düşünün yedikleri önünde yemedikleri arkasında. bir dolu örnek daha verilebilir.
bu bilgiler ışığında bakıyorum cennete nehirlerden bal ve süt akıyor huri desen gani. meyveler dalından kökleri gökte dalları yerde olan ağaçlar. zümrütten altından elmastan saraylar. bu manzara bana tanıdık geliyor işte. ondan cennet tasarımı fazla arapvari.
hızla artan popçu sayısının TOKi nin piyasaya müdahale etmesini zorunlu hale getirmiş durumdur. TOKinin müdahalesinden sonra hafif bir denge sağlanmış ama bu konudaki şüpheler geçerliliğini sürdürmüştür. konu hakkında sağlam bir istatistiki bilgiye ulaşılamamakla beraber popçu sayısının fayansçıları geçtiği gün gibi ortadadır.
çay efenim o da yoksa zıkkımın kökünü içerdik biz. şimdi bakıyorum viski diyecekler de utanıyorlar gibi bir durum var. nerenin öğrencisisiniz anlamadım ki.
elif lam LAMA rahman ve karnı guruldayan FSM nin şanıyla. ''efenim yobazla tartıştığım zaman ......... her şey kapanıyor.(ula senin anandır getirdi bana verdi al suyun içinde yap ki şifa olsun) küfür ediyooo.'' (SAV) arada alay etmek zorunda kalıyorum. ama yine de bir ikna amacı gütmesem de ikna güdüsüyle doğduğumdan olacak nedensellik içinde debelenip duruyorum her ne kadar bir yobazın, nedenselliğin sınırlarını, bir spermin prezarvatifi zorlaması gibi zorladığının farkında olsam da, daha önce kullanmış herkes gibi bu konuda endişeye kapılmıyorum. (yani demek istemezdim ama burada işimi şansa bırakmak istemediğim için diyeceğim.) yani yaptığı ve kendince getirmeye çalıştığı dogmatik delillerin nedenselliğin çin seddi gibi sağlam örülmüş duvarını aşma olasılığı düşüp boynunu kırma olasılığı ile yarışamayacak kadar küçük bir olasılık olduğundan, yaptığı sadece benim arayıp bulamadığım saçmalıkları sırası geldikçe gündeme almaktan öteye geçmiyor. imdi burada şu soru kulaklarımı çınlatıyor şimdiye kadar kaç yobaz ikna ettin? efenim ikna ne haddime ben ikna için uğraştım kafasında bazı soru işaretleri oluşturdum belki ama bu sorular başımız döndüğünde oluşan yıldızlar gibi kısa ömürlü olmuş ve baş dönmesi geçince kaybolmuşsa bunda kendimi kabahatli bulmam. (sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.) burada umursamaz bir tavrım varmış gibi bir algı oluştuysa ikna edici olmakla can sıkıcı olmak arasındaki ince çizginin ikna edici olmak tarafında kalma gayretim beni fazla gayretli olmaktan alıkoyuyor. değilse her nurcunun muhtelif cuma günlerinde namaza çağırması gibi can sıkıcılığın sınırlarını zorlayan bir tavırla ikna edici olabilirim.
sanatın ilerlemesi gerekmez, sanatın sanat niteliği taşıması yeterlidir. bu sebepten Türk sinemasının en büyük sorunu senaryo ve yönetmen sorunudur bunlar hallolduğunda gerisi gelecektir.
sayesinde pek çok şarkıyla tanışma olanağına sahip olduğum güzel arkadaşımdır. la insan bir tane de mi şarkıya bunu bilmiyordum demez. grubu solistlerini hangi şarkıyla meşhur olduklarını.
yazılacak ve konuşulacak şeylerin tümünü yazdık ve konuştuk yahut öyle görünüyor.(yapma) bence bir şeyler yapalım. belki dönüp yaptıklarımıza bakar ve yeni bir şeyler söyleriz en azından söyleyecek bir şeyimiz olur. (durma)
öyle konuşmalar yapılan zamanlar bilirim ki konuşan konuşmaktan dinleyen dinlemekten yorgun düşmüştür; yine de konuşma sürmüştür. (bırak düşsün) tüm o konuşmalar bir ineğin geviş getirmesi kadar dahi anlamlı değil gözümde. zaten geviş getirmekten başka bir şey de değil özünde. (tekrarla) peki ne yapalım? (hıııımmm) susalım mesela bir iblis konuşmazsak canımızı cehenneme götürmediği sürece, sessizliği kutsal bir emaneti korur gibi koruyalım. (bence saçma) öyle ki içimizin gürültüsü aç birinin bastırılamaz karın gurultusu gibi homurdansın. ve sözler ağzımızdan çıktığında herkesin aklından geçirdiği, dilinin ucundaki, yahut düşünüp adını koyamadığının adı, olsun.(yapma)
bir kadınla oturur ve yeterince uzun sohbet ederseniz; konu mutlaka dönüp dolaşıp ikili ilişkilere gelir. nasıl gelir niye gelir bilmem ama gelir. ve bu konuşmanın tam olarak 7/10 una geldiğinizde bunu fark edip farkında olmadan kendini pembe diziye kaptırmış biri gibi kendinizden utanırsınız. nooluyor lan bana falan deyip kendinize gelmeye çalışırken, konuşmadan koparsınız derken ahenk bozulur. kopma yüzünden gerip ve kısa bir sessizlik olur kız sizin onu dinlemediğinizi anlar. derken konu değişir siz abuk subuk bişey olmasın diye toparlamaya çalışırsınız ama ahenk bir kere bozulmuştur artık ve konuşma bir yerde biter. siz derhal oradan ayrılıp bir an önce uzaklaşmak isterken, kız da neyin ters gittiğini çözemeden, dışarı çıkmak isterken cama toslayan sinekler gibi neye çarptığının bir türlü farkına varamaz. biçimsiz bir ayrılık olur ve sonra ne olacağını tanrı bilir.
sabah diğer şehirlerde uyanan insanlardan en az bir saat önce uyanmak demektir. çünkü trafik * gibidir ve bu erken kalkmanın sebebi de tam olarak budur. kahvaltı yapacağım diye saat erken bir vakte kurulur ama geç yatıldığı için kahvaltı yapmak yerine uyunur. sonrasında apar topar giyinilip yola düşülür. yolda kimse kimseyi tanımaz ve sabah sabah istenilen son şey bir tanıdığa denk gelmektir. özellikle de karşı yönden gelen bir tanıdığa ...*
sonra bir toplu taşıma aracına binilir. araba kesinlikle tıkış tıkıştır ve insanlar birbirine fiziksel olarak bu kadar yakınken ruhen bu kadar uzak oldukları başka bir durum yoktur. tek kelime edilmez genellikle konuşanlardan için için nefret edilir.
işte yüzeysel konuşmalar, kuyu kazmalar, dedikodular dirsek temasları, kamplaşmalar burada kapitalizm somutlaşıp gözle görünür hale gelmiştir.
istanbul'da sokaklarda başka hiçbir şehirde kolay kolay rastlayamayacağınız kalabalıklar görürsünüz insan kalabalıkları ve bu insanların tümü tek bir şey için minnet duyarlar bu gün yoluma kimse çıkmadı. kazasız belasız bir gün geçirdim.
acınası bir yaşam standardı.
her ölüm erken derler oysa çoğu geçtir. zamanında ayrılma sanatına çalışmış herkes bunu bilir. zamanında yaşa zamanında öl. yaşamın gölge düşürüyorsa eserine; bir yerde artık sevemiyorsan ve sevilmiyorsan çekip gitmeli. bu türlü yaşamak keyif vermiyorsa çürümüş ülkülerinin kokusu artık katlanılmaz geliyorsa gitmeli. sağlam bacaklı birinin hızlı koşturdu diye ölen atından inmesi gibi yeni bir ata binmeli ve dörtnala sürmeli.