Öncelikle "marimba" da ne ola ki diyenler için açıklamamızı yapalım. Burada bahsi geçen Marimba; hepimizin çarşıda, pazarda, orda burda duyduğu şu telefon melodisidir: http://video.uludagsozluk.com/v/marimba-39007/
Hiç iphone'um olmadı. Ekonomik değil ama çeşitli sebeplerden dolayı da olmayacak da zaten. Yalnız iphone'a sahip olan arkadaşlarda gözlemlemenin çok kolay olduğu bu garip kural var sanki. Nerede yazıyor bilmiyorum arkadaş, sormak istiyorum "mecbur musunuz şu mına kodumunun marimba melodisini kullanmaya? hıığğ?" Kullanmasanız birileri cebinizde iphone olduğunu falan anlamaz diye mi la oğlum bu korku? Neyin peşindesiniz? Böyle skim bi melodinin bu kadar insan tarafından kullanılması ancak ve ancak makinada default gelmiş olması ve cebimdeki telefon iphone mesajı verme kaygısıyla açıklanabilir. "ama ben bu melodiyi seviyoğğrummm" diyenlere de saygım sonsuz falan değil, de sktir gidin arkadaş. O kadar teknolojik bi telefonda sizi tarif edebilecek, tarzınızı yansıtabilecek bi melodi bulamayıp bu skim şeyi kullanıyosanız hiç almayın la o telefonu. Yazık verdiğiniz paraya...
Olay aslında film karakterlerinin her daimen boktan telefon melodilerini kullanmasıdır. Herhangi bir filmde sanki kanunmuşçasına, karakterin sahip olduğu telefonun en skindirik melodisi o karakterin kullandığı telefon melodisidir. Sene olmuş 2012, adam hala lülülülülül lülülülül gibi ne bileyim bir ericssson melodisi olmadı klasik nokia tune ya da iphone'um var diyecekse de "bı lı bık bık bık bı lı bık" gibi garip melodiyi kullanması hadisesi. Dikkat ettim de film karakterleri ne kadar orijinal karakterler olursa olsunlar, melodi seçiminde karaktersizlik sergileyecekler illa. arkadaş bari bir şarkı türkü seç o nedir la öyle? bılı bık bık bık bı lı bık... Tespit ettim, mutluyum!
"Dönüşüm muhteşem olacak" diyerek giden adamın dönüşünü 365 gün 6 saatte tamamlayıp 24 saatte kendi etrafında bir tur attıktan sonra geri gelmesi ve gittiği halden daha da bedbaht bir halde dönüşüdür. Böyle hareketlere hiç gerek yoktur. Adam olsun canımı yesindir...
Bir de sadece şu soruyu oku sana zahmet;
"uçabilen en büyük kara kuşunun Toy kuşu olduğunu, ve bunun türkiye'de yaşayıp da neslinin tükenmekte olduğunu biliyor muydun?" https://galeri.uludagsozluk.com/r/172843/+
Türkiye'de var olan ve dikkat çekilmezse yok olmak üzere olan 101 tür için,
[Tehlike altında bulunan 101 tür -> http://www.turkiyenincani.org/101-odak-tur.html ]
isteyenlerin 1001 tl bağış yapabilabilir. daha sonra ise bu paralar yerel yönetimlere aktarılarak yerel insanlarla birlikte sadece bu hayvanların korunmasında harcanacaktır.
--spoiler--
Gurur duyduğumuz doğal mirasımızı gözümüz gibi korumak ve çocuklarımıza bırakmak hepimizin sorumluluğu.Türkiye'nin Canı Kampanyası, eşsiz ancak tehlike altında olan doğal mirasımız konusunda farkındalık yaratmayı ve önlem almak için harekete geçmeyi amaçlıyor.
Neyi Hedefliyoruz?
Biyolojik çeşitliliğin insan yaşamı için anlamının ve değerinin anlaşılması,
Anadolu'da geleneksel yaşam biçimleriyle iç içe geçen, ancak kaybolmaya yüz tutan doğal değerlerin korunması, Özellikle kırsal bölgelerde yaşayanların doğadan sürdürülebilir yararlanma biçimlerini benimseyerek yaşam standartlarını iyileştirmesi.
Nasıl Başaracağız?
Bu hedeflere ulaşmamız sizlerin katkısıyla mümkün. WWF-Türkiye'nin 35 yıllık doğa koruma deneyiminin ve uzmanlığının, destekçilerimizin hevesi ve isteğiyle birleştiği nokta, hedeflerimize ulaşmamızın güvencesi. Anadolu'da tehlike altında olan ya da kaybolmaya yüz tutmuş canlı türlerinin korunmasına yönelik projelerin geliştirilmesi, uygulanması, somut sonuçlara ulaşması ve kalıcı çözümler oluşturması "Türkiye'nin Canı Kampanyası" kapsamında yaratacağımız toplumsal duyarlılık ile gerçekleşebilir.
Eğer bu gibi değerlere sahip çıkmak istiyorsak, maddi gücümüz yetmese bile elimizden gelen tüm imkanlarla bu tip çalışmaları yaymalıyız ki, maddi gücü yeterli olan veya bizim gibi çabalayabilecek insanların da haberi olsun. facebook profillerimizde saçma sapan gereksiz şeyler paylaşacağımıza , bi kere de şu linki paylaşsak; birilerine, hani olur ya belki biraz doğaya dikkat aşılasak, yine yeter. Ben yapmasam ne olur deme arkadaş! zaten hiçbir şey yapmadığımız için böyle olmadı mı?
Gündüzleri aktifken, geceleri ara ara görülebilen canlılardır bunlar. Doğal yaşam alanları olan evlerde genelde çiftler halinde yaşarlar kendileri. Evde en çok görüldükleri yerler bilgisayarın bulunduğu oda civarları olup Daha sonra en çok bulabileceğiniz yer ise televizyonun bulunduğu yer ve civarıdır yine. Kullandıkları dil pek anlaşılır olmasa da insanlarla iletişime geçmekten geri durmazlar. Aslında gün içerisinde gözleri yumuk falan değildir ama saatin ilerlemesi ile gözdeki yumukluk katsayısı arasındaki doğru orantıdan mütevellit geç saatlerde karşılaştığınızda yusyumuk gözlerle belirir civarınızda. Enerjilerini gece vakti karşılaştıkları ve kendilerinden yaşça daha ufak insanlardan emdikleri yaşam enerjisi ile giderirler. Onlara karşı koymak imkansızdır! sizi yakaladıkları anda o karakteristik söz ve hareketlerini sergilerler.
evdeki elektrikli aletlere bir afiniteleri bulunan bu canlılar, saatin ilerlemesi ile birlikte içlerinden gelen durdurulamaz fiş çekme isteğine teslim olurlar adeta! sizi gördükleri yerde en yakınınızda bulunan elektrikli aletin (genelde bilgisayar ve televizyon olur) fişini hiç tereddüt etmeden çeker ve yaklaşık 3 kelimeden oluşan, çok azını anlayabildiğiniz o karakteristik cümlelerini kurarlar "daha yatmadın mı sen?" ve sizi bulunduğunuz yerden siktir ederek söylene söylene pijamatik halde yeniden yatmaya giderler.
Evet. iki saattir anlattığım ve muhtemelen tahmin ettiğiniz üzere bu canlılar anne ve babalarımızdır. canlarını yerim onların.
baştan Hemen açıklığa kavuşturayım; küfredilen bu operatör tabi ki avea'dır.
başka kim olacaktır! önce kol gibi fatura dadayıp sonra da küfürü yeyince indirim yapıyorum geyiğine sarmıştır... kimden aldığını kime veriyorsun lan şuursuz?
ilk bakışta hoyratça bir davranış gibi geldiğinin farkındayım lakin insanı çileden çıkaran şeylerle muhatab olunca ister istemez en mülayım adam bile küfür edebiliyor.
Olay şöyle cereyan ediyor.
birkaç günlüğüne köyde bulunmam gereken bir zamanda internete girmem icab etmiştir. etrafta internete ulaşma imkanım olmaması dolayısıyla, mecburen telefondan gprs aracılığı ile kullanmış bulunduk interneti. tabi en fazla birkaç magebyte, ne olabilir yani? arşiv indirmedik sonuçta. gel zaman git zaman bir fatura geldi ki, aha babağan mitiline! tam tamına 175 ytl!!! bak rakamla yazıyorum "yüzyetmişbeş" tl. oha! ohaaaaa! insan bu rakamı görünce ne bok yiyeceğini şaşırıyor tabi. üsteik tabi olduğum tarife aylık 25 tl sabit ücreti olan ve 3 ayda bir avea'nın kendisinin bu meblağayı ödeyeceği bir tarife olup, o ay üçüncü aydır ve 175 tl içerisinde sabit ücret yoktur. yani asıl fatura minimum 200 tl...
hemen müşteri hizmetleri aranıyor. fatura bilgisi ile ilgili detay alınacağı söyleniyor. ondan ona, ondan ona şutlanarak yaklaşık 20 dakika boyunca şerefsizce çalan bir müzik eşliğinde bekletilip, ana avrat sövme katsayısı tavan yaptırılıyor insana. karşımıza tam da olması gerektiği gibi robotik bir ses tonuna sahip bayan operatör hanım çıkıyor. adını bile hatırlamıyorum, gerek de yok hani. diyalog:
- iyi günler. fatura detayım ile ilgili bilgi almak için aramıştım. şahsıma gelen 175 tl'lik faturanın detayını öğrenmek istiyorum. daha önce konuştuğum birkaç kişi internet tarifelerinizin baz ücretleri konusunda bilgi alabilmem için size yönlendirdi beni. *
+ evet adams bey. evet...
- ayrıntıları geçelim. neyse. ben sizin gprs kullanımı için megabayt veya kilobayt başına düşen baz ücretinizi öğrenmek istiyorum. nedir bu ücret ki bana devasa bir fatura geliyor?
+ evet adams bey. evet... size daha iyi hizmet sunabilmek adına görüşmemiz kayıt altına... vırcırvırcırvırcır... *
- bakın! son kez söylüyorum. bulunduğum yerde internet olmadığından dolayı telefonumla internete girdim! sonra da gördüğüm kadarıyla sayenizde kol gibi bir fatura da bana girdi! bunun sebebini internetten fatura detayıma bakarak öğrenemiyorum! size son kez soruyorum! ayrıntıları geçip, bana internet yani gprs kullanımı için ücretlendirme şeklinizi, şemalinizi insan gibi anlatır mısınız!
+ bünyesinde bulunduğunuz tarifemiz avea yeniyıl tarifesi olarak görünmekte. bu paketimiz içerisinde internet paketi bulunmamakta olup, eğer isterseniz avantajlı internet paketlerimizden yararlanabilirsiniz adams bey. aylık 1 gb'lık internet paketimiz sadece 9 tl. yararlanmak ister miydiniz?
- kadınnnnnn!!! bak! artık beni çileden çıkarmaya başladın. kafamız senin kadar çalışıyor. son kez söylüyorum. ya bana şu ücret nedir söyle! ya da küfürü yiyeceksin artık! efendilik de bir yere kadar! konuşş be kadın!
+ bakın beyefendi...
- ulan nerede ne kadar beyefendi varsa, ölüsünü dirisini, her gece birisini çıktığı yere tepe üstü sokar, üzerlerine de beşer kamyon beton dökerim! söyle lan şu fiyatı artık!!! sövdürme bana!
+ peki. * gprs kullanım ücretimiz kilobayt başına 0.07 tl dir beyefendi.
- ha şöylee... peki. bilgisayardan anlayan birisi olarak basit bir hesap yaparsak 1000 kilobayt 1 megabayt diye düz ve basit bir hesapla, 0.07 x 1000 = 70 tl. ediyor. yani ben 175 tl lik ücreti tam olarak 2.5 megabayt için mi vermiş oluyorum? bunu mu söylemiş oluyorsunuz tam olarak?
+ bakın beyefendi. avantajlı internet paketleri...
- kadın sen beni dinle. sen koyun bokuna zeytin derken biz bilgisayarla uğraşıyorduk. senin kadar kafamız çalışıyor internet paketi satın alıp da internete girmek adına ama birkaç şey söylemem gerek şimdi. dinliyorsun değil mi?
+ evet beyefendi. buyrun.
- konuştuklarımız kaydediliyor ve muhtemelen bunu dinleyecek olan senin bir üst mercin olan kişiler değil mi?
- evet beyefendi.
- söyleyeceklerimi üstüne alınma o halde. seninle alakası yok. şunu söylemem gerek ki, bu faturayı sike sike ödeyeceğiz. giren girdi bir defa. ama şunu söylemezsem de içimde kalır inan. 1 gb'lık paketi 9 tl'ye satıp da 2,5 mb internete 175 tl yollayan operatörün de, hizmet sağlıyorum ayağına bir sürü reklam yapıp kol gibi faturayı adama dayayanların da, kendilerini çok zeki sanıp milleti keriz yerine koyan patronlarının da, bunu dinleyecek olan şerefsizin ve onun üstünde çalışanların da gelmişini geçmişini 7 ceddini bir güzel sikeyim! 175 tl de sadakam olsun... şunu da bilsin ki bunu dileyecek o.ç en kısa sürede operatörümü değiştireceğim. hatta bununla da kalmayıp, çevremde avea kullanan kim varsa onların da değiştirmesi ve bir daha avea kullanmaması için elimden geleni de yapacağım! söyleyeceklerim bu kadar. verdiğiniz hizmetin ızdırabını sikeyim... güle güle...
dıt dıt dıt...
faturayı ödedik tabi. evlat acısı gibi koydu ama yapacak bir şey yok. hayat devam ediyor.
geçilebilecek uygun bir tarife ve operatör ararken, gel zaman git zaman, bir hafta sonra ansızın müşteri hizmetlerinden birisi arayarak şöyle bir teklifte bulundu:
- merhabaağğğğ *. size bir teklifimiz var. kullanmakta olduğunuz tarifenizin sabit ücretini %25 indirimle 1 sene boyunca ödemeye ne dersiniz? eğer isterseniz 1 sene boyunca tarifenizin sabit ücretinin %25 ini biz sizin yerinize karşılayalım. işte şöyle avantaj işte böyle avantaj vay vay vay... [buraya dikkat] faturanıza yansıtılacak indirim, eğer 1 sene içerisinde başka bir operatöre geçerseniz son faturanıza yansıtılacaktır. tekrar dinlemek için 1'e, kabul etmek için 2'ye, ayrıntılı bilgi almak için 3'e basınız.
kerizlikte sonra nokta bu olsa gerek! 1 sene boyunca ananızı bellemeye devam etmemiz için 2 ye basın yerine değişik şeyler söylemekte adamın birisi. futbol enteresan tabi...
şaşırdım. çünkü dümdüz küfretmek için bir tuş koymamışlardı ne yazık ki.
birkaç dakika önce müşteri hizmetlerinden tekrar aranılmıştır. özellikle kapatılmamış ve ne saçmalanacağı merak edilip beklenmiştir. daha sonra geçen diyalog ise;
- merhabağğ. ben samet. size özel oluşturduğumuz indirimli tarife fırsatı hakkında bilgi vermek istiyorum.
+ buyur. ver bakalım.
- adams bey; size özel kampanyamızda her yöne 2000 dekika her yöne 2000 mesaj ve 2gb internet paketi %25 indirimle 59 tl ye sunuyoruz. 1 yıl içerisinde başka bir operatöre geçerseniz yapmış olduğumuz tüm indirimler ise son faturanıza yansıtılacaktır. yararlanmak ister misiniz?
+ hmmm... pek iyi pek güzel. pek bir soru sorabilir miyim?
- buyuru efendim.
+ açıkçası sizin şirket politikanızı tam olarak anlamadım. size durum nasıl yansıtıldı da beni arıyorsunuz o kısmı bilmem imkansız fakat şu bilgiyi vermek isterim ki, galiba geçen hafta sizin müşteri hizmetlerinizi arayıp küfretmiştim. şimdi ise siz beni arayıp indirim vb laflar ediyorsunuz. küfretme sebebime gelince, 175 tl yi 2.5 mb internet için ödemem gerektiği söylenip, daha sonrasında ise aynı kişi tarafından 1gb lık internet paketine 9 tl karşılığında yararlanmak isteyip istemediğimin sorulmasıydı. şimdi size soruyorum? siz kimden aldığınızı kime veriyorsunuz? veya siz olsaydınız böyle bir operatörün dandik tarifesine geçer miydiniz?
- ..... *
+ şu anda beni aramış olmanız ise bende şu intibayı uyandırdı açıkcası. ne kadarçok küfür, o kadar çok indirim. o halde size de küfretsem %50 mi vereceksiniz? ya da bu yüzsüzlükle sizden sonra arayacak olana da küfredince üste para mı alacağım ha?
- ..... *
+ şimdi tarifenizi de alın ve gidin. yoksa ağzımdan kötü sözler dökülecek tekrardan!
- teşekkür ederiz efendim.
+ ben de teşekkür ederim. iyi geldi bu *
özet geç adams faslı:
bundan sonra kol gibi fatura mı geldi? ara avea'yı
- fuck you avea!
+ tebrikler! %25 indirim kazandınız! (ama sonra geri alırım bak)
birkaç dakika sonra top toplayıcı yanında aniden beliren, badem bıyıkları ve kolormatik gözlüklü şahıs olaya el atar:
- o topu bana ver genç!
+ neden ki abi? kaleciye verecektim ben.
- o topla oynayamazsınız!
kaleci de gelir:
* topu ver. oyunu başlatacam!
- orda dur kaleci efendi! bu topa erişim artık benim kararımla engellenmiştir!
* haydaa! hasta mısın abisi sen? nedir bu saçmalık?
- bak aslanım. eğer oynadığın takımda oynamaya devam etmek istiyorsan sesini keseceksin. defterini düreriz. erişim engellendi diyorsak engellendi. Bi kere bu zındıh top direği yalayarak çıkıp binlerce kişiyi tahrik etmiştir. zaten oynadığınız da kefere oyunu ya sesimizi çıkarmıyoruz...
üstelik yalayarak diyorum bak! içindeki kelimeyi tekrar söyletme bana!!! ikinci nokta da buydu. bu top mahkeme kararı ile birazdan kesilecek. siz de siktirin gidin başka topla oynayın. ne biliyim futbol topunun içine lastik top sokun! ne halt ederseniz edin... hadi hadi kalabalık yapmayın...
* ibretlik paylaşım oldu... cidden bak. dağılalım en iyisi...
Dumur deryalarında pervasızca süzülmek adına ideal bir haber diyebilirim.
ilk başta inanılmayıp, konuşmalar sırasında pokemon aşağı, pokemon yukarı derken derken merak edilip sorulmuştur arkadaş;
cevap gayet net ve olması gerektiği gibiydi;
"hayır!"
lan o zaman nasıl? neden? niçin?
sonra dedim, vardır bir bildikleri.
allah düşman başına vermesin hacılar!
Düşünsenize bi;
40lı yaşlara gelip de pokemon lakaplı olmayı.
tövbe tövbe...
sübhaneke
dinimiz amin. *
- şunu çöpe atsana.
+ iyi de bunun dibinde susamlar duruyo hala!
- yemiycem.
+ ağzını burnunu gırarım oğlan! aç lan ağzını! yiyecen!
- yemiycem dedim oğlum git!
+ lan allah verdi demem burnuna doldururum! nimet lan bu it!
- yav git! alla alla!
+ aç lanğğğn ağzını!!! [yer misin yemez misin! yer misin yemez misin!]
- kurtarıpewroıjewtgejgn....
edit: söylemeyi unutmuşum. kesin türk değildir! gavurdur! onlar bilmez bu tadı... *
Yaşıyoruz. elimizde olmadan. bırakmak istesek de bırakamadan. nefes alışımız, kalbimizin atması, organlarımızın çalışması bizim kontrolümüzde değil. kendi kendilerine çalışıyorlar hepsi hiç bıkmadan, her gün usanmadan. dur desen de inan seni kimse takmaz vucutta. bunu istemli bir şekilde yapamazsın. ya daha radikal bir adım atacaksın bütün bu düzeni durdurmak adına ya da devam etmesine izin vereceksin. başka çaren yok. bunu ikimiz de biliyoruz...
diyelim ki yaşamaya devam etme kararındasın. bir nedenin olmalı değil mi? orada bir bulunma sebebin, "ben de buradayım!" diyebilmeyi sana sağlayacak bir şeyler, dökümanlar, sana dair bir şey. en azından yanına alacağın 3 şey gibi... diğerleri için, senden onlara bir işaret fişeği.
diyelim ki ki, büyük hedefler koydun kendine. bir meslek sahibi olacaksın. kendine de çevrene de yararın dokunacak, hakkıyla yaşayacaksın. belki çok başarılı olacak, parmakla gösterileceksin zamanla. eğer çok çalışkan bir çocuk olur da birkaç adım ileri gidersen, hiç tanımadıklarınla akraba olduğunu bile öğrenebilirsin. hedeflerin de var artık. kimse seni tutamaz değil mi? belki zor ama elinden geleni yapacaksın olmak istediğin yerde olmak adına. gün gelecek geceli gündüzlü çalışacaksın, gün gelecek neden çalıştığını sorgulayacaksın. kendince anlamlar çıkarıp, felsefenin tavan yaptığı durumlarda bile birkaç zaman sonra bu dünyada kendini kurtaramayanı kimsenin kurtaramayacağını anlayıp, daha da abanacaksın belki deftere kitaba. ya da tam tersi! bilemem... seçim senin tabi.
diyelim ki, geceli gündüzlü çalıştın lise yıllarında. belki de başkalarının ideallerini gerçekleştirmek adına. doktor olamamış bir baba, öğretmen olamamış bir anne ya da kaymakam olmak istemiş ama olamamış bir lise öğretmeni. bilemem... birilerinin sana biçtiği rolu oynadın. bravo. belki de sana verilen gazla çok iyi oynadın. oscar verdiler sana. hediye olarak heykelcik değil de bir kazandı belgesi. yalnız sonuç, uğruna çalıştığın şeyden biraz farklıydı galiba. sınav performansı, sorular, tercihler, akıl hocaları ve tabi ki şans... belki de sonuç belgesini alınca yaşanan hayal kırıklığı. mühendis olmak isterken doktor olmuş olabilirsin. ya da tam tersi! bilemem...
diyelim ki doktor olacaksın. tıp fakültesini kazandın. fakülteni görmek için gittin o şehre. belki de daha önce hiç görmediğin ve 6 sene sonra senin bile dehşete düşeceğin derecede seni değiştirecek kişiler ve yerlerin bulunduğu şehre ayağını bastın işte. herkes yabancıydı, tanıştın. dersler zordu, geçtin. kız arkadaşın yoktu, buldun. çevrende birkaç kişi vardı, artık yanındakilerin çoğunu tanıyamıyorsun bile. çimlerde tek başına otururdun, şimdi onlar da var.
o kız seni çok seviyordu, artık sevmiyor. olabilir. bir sürü arkadaşın vardı ya, hepsi yalanmış. birkaç tanesi hala yanında mı? helal sana. yapman gerekeni yapmışsın demektir. doğal seleksiyon tamamlandı sadece korkma... birçok anı, birçok sevinç, birçok arkadaş ve anlatılacak bir sürü hikaye depoladın. tebrikler. hayatının bundan sonrasında burada biriktirdiklerini harcayacaksın. ona göre...
diyelim ki okul bitti. atandın bir yerlere.oldu ya, memlekete düştün işte. şans, naparsın. önce bir şevk, sonra yavaş yavaş gelen bıkkınlık hissi. her gün orada olmamalıymışsın gibi gelebilir sana. kendini daha iyi hissettirecek sebepler, insanlar ararsın olduğun yerde. doktor olman falan şart değil aslında bunun için. ararsın, bazen bulursun. hoş ya o da kısa sürer. kural bu, adettendir. içindeki mükemmeliyetçi hırbo depreşir. kapasitenin bunun sınırlı olmadığını hatırlatır sana. bir adım daha ileri gitmen gerektiği, bozuk bir musluğun cip cip damlaması nasıl rahatsız ediyorsa, sen oradayken seni öyle rahatsız eder. üstelik de gittiğin her yere peşinden gelerek... sonra dayanamazsın. yeni hedefler koyarsın kendine. birkaç yılını daha alacak hedefler. bunu bir tek sen anlarsın ya, diğerleri senden çok konuşur yorum yapar. dinlemek istemesen de dinlemek zorunda kalırsın... konuşmaktan bıkmazlar, işte bunlar onlardır. hedeflerinle tamamen alaksız insanlar. seni buldular mı, bırakmazlar. artık hayatının bir parçası olacaklar alış aslanım...
diyelim ki önünde başka bir sınav var. artık işsiz ve parasızsın. mecburen ailenle birlikte yaşamaktasın. onca maaşı bırakıp, cep harçlığına talim ediyorsun. ne kadar zekisin değil mi? ya da tam tersi mi acaba? bilemem. sınav günü belli, çalışıyorsun deli gibi. o da ne? hedeflerinle tamamen alaksız insanlar gelir. mesleği marangozluk olan birisi sana kpss hakkında taktikler verebilir, ya da tarım ve köy işleri bakanlığında çalışan mehmet amca seni tus konusunda aydınlatabilir. beğenmedin mi? peki o zaman ev hanımı ayşe teyze ise sana tanıdığı dığdısının dığdısının kızı girdiği için kpds konusunda yardımcı olabilir. eminim senin de hoşuna gider... hedeflerinle tamamen alaksız insanlar hep büyüktür senden. ağzını açsan küser, bir şey söylesen fırtar. o fırtmadıysa anne baba kızar. konuşamazsın. onların dokunulmazlığı vardır, konuşma özgürlüğü ise sonsuzdur. varoluş amacı seni sabote etmektir. tek kurtuluş yolu, ağzının ortasına yabayla vurmaktır, onu da yapamazsın aslanım... neyse.
diyelim ki sınava da girdin ve kazanamadın. işte şimdi hedeflerinle tamamen alaksız insanların çekim alanının tam ortasında bulunuyorsun. mıknatıs gibi çekeceksin hepsini üstüne.
"`hım..." *
"hayırlısı..."
"sağlık olsun..."
"bu işler kısmet işi..."
"ayşe'nin kızı da 5 kere girdi sınava! noğlacağmış?" vb. *
nereye dönsen onlar vardır artık. bittin bittin! haberin olsun. dışarı çıkarsın, geri gelirsin, bir başkası gelmiş eve. hayatında 20 sayfalık bir kitabı bitirmemiş adamlar/kadınlar seni yargılarlar ellerinde sigara/örgü şişiyle. oysa birkaç sene sonra hedeflediğin yere geldiğinde seni de anlatacaklar bir başka kafası ütülenen gencin yanında be... sen de malzeme olacaksın onlara, çıkarın yok. ister kazan malzeme ol, istersen kazanma...
sen hayatının geri kalanının planını yapıp,minimum 20 senelik icraatlerini planlarken, hedeflerinle tamamen alaksız insanlarcarpe diem insanıdır. bugün seni
yargılar, akıl verir. yarın gelir akıl alır. ama sen ona akıl verme, allah akıl fikir versin...
hedeflerimle tamamen alaksız insanlar her yerdesin sen!
huzur vermiyorsun. sizden korktuğum kadar hiçbir şey den kormuyorum.
biliyorum, bir gün gideceksiniz...
keşke hiç gelmeseniz.
biz de rahat etsek?
hoş olmaz mı? abiler ablalar...
gecesini gündüzünü tek x'lerde özetleyen insanlardır efendim.
birisi gelse direkt dese ki, "özet geç piç" belki alınır, belki de küser. ya da hırs yapar ayar vermeye çalışır. ama görüldüğü üzere özeti de yapmaktan geri kalmaz. vay arkadaş!
Bir adam vardı canı sıkılan, canı sıkılan...
bir öğrenci vardı, memurluk için, götünü yırtan...
bir öğrenci vardı, memur olan, evrim geçiren...
Evet, evet siz de hatırlıyorsunuz eminim öğrencilik günlerinizi herkes gibi. hani sizin sınıf gelmiş geçmiş en matrak sınıftı, sizin arkadaş ortamınız başkasında yoktu, en zor bölüm sizindi vs. kaldığınız öğrenci evini, tipinizi, kıyafetlerinizi, konuşmanızı, arkadaşlarınızı, saçınızı, sakalınızı, yırtık kot pantolonunuzu, spor ayakkabınızı, converse'inizi? sorarım size unutulur mu lan bunlar? unutulmaz elbet ama adamı değiştirir bu memurluk hacılarım hocalarım değerli yazarlarım.
Öğrenciydi o. saf anadolu çocuğu büyük şehire gelmiş, artık her yolu bilir olmuştu. arkadaş ortamı lisedekinden, yaptığı muhabbetler her zamankinden, sorunları ise düşündüğünden daha farklıydı artık. her şey ama her şey değişmişti değişmişti üniversitede. içki içmeyen adam akşamdan kalma, lisede kızlarla tek kelime edemeden mezun olan ezik şimdilerde fırlama, o uzun saçlılar artık arkadaşı ya da belki de kendisi olmuştu. öğrenciydi, perişanlıktan zarar gelmezdi o yüzden sonuna kadar perişanlıkta ısrarcıydı. dolapta bir bok yoktu yiyecek, evi bok götürüyordu. bırak birisini davet etmeyi kendisi bile girmek istemiyordu bazen o mutfağa. ama o yerde yaşadı türlü zorluklara rağmen mezun oldu.
bir gün bir sınava girdi. memur olmayı garantiledi. sonra memur oldu ve hayat yeniden değişmeye başladı. baştan aşağı yenileniyordu her şey bir bir.
hayat düzeni
saat 11'den önce kalmayan beyimiz, saat 7'de tekmil veriyordu. gözler balon gibi, saçlar perma parişan, ağızda metalik bir tat, hiç uyumasam daha dinç kalkardım fikrinde bir bünye vardı sabah sabah. kahvaltıyı ağır ağır yapan beyimiz, geç kalmamak için bir bardak çay içebilmişti... sonra pırrr...
giyim tarzı
artık eskisi gibi olamazdı.bu artık bir hayaldi. daha ciddi olmalı, daha resmi giyinmeliydi. öyle söylemişlerdi. kot giymek imkansız, işe tişörtle gitmek saçmaydı. kimse yoktu ki öyle giden? ne lan o etiket gibiydi? takım elbise kravat çekilmişti çoktan. kumaş sevmem diyorsa en fazla canvas ya da keten pantolonla sıyırabiliyordu ve bu hiç ama hiç hoşuna gitmiyordu. alışmamış götte don durmaz misali kravat bir eğreti durmuştu. her seferinde eli gidiyor bir türlü çıkaramıyordu, sanki onu boğuyordu. her şey çok değişmişti bir anda. hem de çok...
arkadaş ortamı
tayin denen bir şey vardı. öyle herkes istediği yerde çalışamıyordu. istemediği bir şehir, yapmak istemediği bir iş de olsa çalışmaya mecburdu. zaten iş de bölümü ile alakalı değildi ya neyse... eski arkadaş ortamı yoktu. eskiden içen sıçan o tayfa gitmiş, badem bıyıklı abiler gelmişti lan yerine. bu adamlar kimdi? onun orada ne işi vardı? anlamadı. yapılan en büyük aktivite halı saha maçı organizasyonu olduğu vakit televizyon karşısında göbeğini kaşıyan adam moduna bir adım daha yaklaştığını anlamıştı sanırım. artık çanlar onun için çalıyordu. eski ortamını ve arkadaşlarını çok özlüyordu.
saç sakal
daha işe başlamadan işyerindeki herkesle bir ön tanışma için gitmişti. saçlar uzun, kabasakallıydı. herkesle tokalaştı, bazılarından aldığı hoyratça bakışları göğsünde yumuşattı. bu daha ilk rounddu. ertesi gün işe başlayacaktı. yönetmelik vardı hocam, saçlar kesilecek, sakallar sinek kaydı! saçlar patır patır yere düşerken ömründen ömür gitti, evlat acısı galiba böyle bir şeydi... sakallar sinek kaydığında berberin gözünü almıştı. göremiyorum!!! göremiyorum!!! dediğinde hemen aile kaldırmışlardı. ne de olsa öğrencilikte o suratın derisi yıllarca güneş görmemişti. iş yerine gitti, enseye bir şaplak, göte parmak! çattt!
- naber la parlak çocuk!
gelmişti artık. memurluk başlamıştı. vay bana vaylar bana...
gündelik işler
çömezliğin şanındandır deyip, ne kadar ayak işi varsa kitleyip facebook senin msn benim gezen 34 senelik memur ablalar ve 3 yaşındaki yeğenin oynadığı flash oyunla çocuklar gibi şen şef bey sağolsun ona mesleğin ileriki yılları hakkında bayağı bir bilgi vermişlerdi. ayak işleri onu bekler, getir götürler hem farz hem sünnetti.
ilk iş günü bitmiş ve eve doğru giderken geçirdiği evrimi ve geleceğini düşünen kahramanımız ne bok yiyeceğini bilememekle birlikte oturduğu şapın farkındaydı....
bir evlat babasının gözünde asla büyümez derler babalar. işte bu nedenle yaş kaç olursa olsun, karşılaşılan olayın sözle alakası olsun olmasın yersin bunu. yemek zorundasın! ayağı debriyajdan yavaşça kaldırıp gaz vermekte nasıl arabayı kaldıramayınca "eşşoğlueşşek" kaçınılmazsa işte burda da "hayata atılınca anlarsın" kaçınılmazdır.
örneklerle anlatalım.
.
.
araba sürmeyi öğretecek bana güya. debriyajdan ayağımı hızlı çekmişim. araba hopladı. ağzıma sıçtı bağıra çağıra!
- tamam da ne bağırıyon şimdi? iyi ki bi kaldıramadık haa...
+ hıhhh. [birden sevecenleşti] sana neden bağırdığımı kendi arabanı alıp da hayata atılınca anlarsın....
- [ https://galeri.uludagsozluk.com/r/72354/+ ]
.
.
şehirler arası yolda gidiliyor. söylemesi ayıp bizim araba klimalı. içeri bunaltıcı olunca klimayı açmış bulundum. yalnız babam hemen geri kapattı. sonra:
- baba neden klimayı kapatıyorsun? içerisi sıcak, açsana ya...
böyle bana bakıp karizmatik bir gülümseme attı ve :
+ hıhhh. [hafif gülümseyerek][senin bilmediğin şeyler var modunda] o klimayı neden kapattığımı, hayata atılınca anlarsın...
- https://galeri.uludagsozluk.com/r/72350/+
.
.
evde balık besliyorum. akvaryumum var. geceleri ışığı açıp bazen balıklarımı izliyorum. babam o anda odaya giriyor ve akvaryumun ışığını aniden söndürüyor.
- baba ışığı niye söndürdün? balıkları izliyordum ama ben
böyle bana bakıp karizmatik bir gülümseme attı ve :
+ hıh. [ciddi ciddi uzaklara bakarak] o ışığı neden kapattığımı, hayata atılınca anlarsın...
- https://galeri.uludagsozluk.com/r/72353/+
.
.
yıllar sonraydı. artık hayata atılmıştım. çalışıyordum. eve gelmiştim, maksat ziyaret. babam, yanıma yanaştı, [ceketi de hal hal. bırak bu ayakları hepsi bayağğğtttt evdekises evdekises bam bammmm!!! demedim tabi *] artık emekli kendisi. bana dedi ki:
Bir sürü şerefsizlik vardır vardır da bir tanesi gibisi yoktur!
Sözüm efendi dj'lere değil! onlar alınmasın rica ederim ama Şerefsiz dj sözüm sana! bana bak oğlum, seni tanıyorum! hatta seni bulacaaam oğlum!
genelde yabancı müzik yayını yapan radyo dj'lerine has bir şerefsizliktir. Bir power fm olsun, bir metro fm olsun ya da number one fm hiç farketmez. hepsinde başınıza gelebilir. olay şöyle gelişir:
radyo dinliyorsunuzdur. dj o gercük ve ingilizceye olağanüstü yatkın ağzıyla
- eveeeattt! birazdan [çotiki çotik çotiki çotik][alttan sesi hafif yükseltip konuşmasının arasına sokar parçanın girişini] deyvit gueta - "lavv dont let mi gooovvv" ve ardından sadonna'nın yeniğğğ singılığğğ "lavv or heyyytttt" alacak. ciuvvvvvv paaaavırrrrr effff emmm"
gibisinden bir anonsla yayına girer. şarkılar çalar. bu parçalar bittikten sonra arada derede bir parça daha girer olayın içine. işte olay bu parçada zaten. yalnız onun adı söylenmemiştir hiç. asla söylenmez zaten kodumun parçasının adı! kural bu! ve adı söylenemeyen parçadır en çok hoşa giden ne hikmetse. parçayı zevkle dinler, işte bu der, kıyıya köşeye sözlerinden kapabildiklerini yazarsın. parça biter, dj adını söylesin diye beklersin fakat yine söylemez. yayının ilerleyen zamanlarında belki bir daha çıkar yine söylemez! ibnelik yapacak ya, söylemez arkadaş! sen elindeki 3-5 ingilizce sözle google'dan aramaya çalışırsın, olmaz. arkadaşlarına sorarsın, olmaz. bualamazsın vesselam. sonra pes edersin...
işte dj'in yapabileceği en büyük şerefsizlik, senin çok beğendiğin parçaların adlarını asla söylememesidir ve bunu hep yapar piçler...
o şarkı hiç armayıp da rastgele yine radyoda televizyonda karşına çıkar ve ansızın ismini bulursun.
ama aramadığın zaman. aradığın zaman ise imkansız!
sonradan gelen edit: bu entry'de anlatılanlar, rock fm isimli radyoda 12 kasım 2010 18.45-18.50 arasında saipsiz'in katkılarıyla radyo dj'ine iletilmiştir. burdan saipsiz'e sessiz çoğunluğun sesi olduğu için teşekkür ediyor ve diyorum ki:
Yaş ne olursa olsun, çocukluktan kalma bir miras mıdır nedir bilinmez ama hep aynı hissiyatı veren duygudur. sevindirik eder adamı yeni ayakkabı. alınan diğer yeni hırdavatların veremediği etkiyi verir o insana. dışarıya çıkmadan önce şöyle evin içinde giyip, havalı havalı birkaç tur atmak ve aynanın karşısına geçip ayakları kesmek adettendir. kimisi o kadar sever ki ayakkabısını dışarı çıkmaya, o toza pisliğe sokmaya kıyamaz. ama ne olursa olsun sonunda dışarı çıkılır ve üzerinde tek bir kırışık bile bulunmayan, yepyeni, gıcır gıcır o kendine has havasıyla sizi yeni bir insan havasına sokan o ayakkabıyla dışarı çıkılır. işte o an sanki işin büyüsü biraz bozulur. artık o da eski ayakkabı sayılır. yalnız dışarı çıkış anı, orgazm öncesinde yaşanan birkaç saniye gibidir.
eve sürekli okul gömleğinin yakasını kirleterek elen çocuk, seni tanıyorum!
bir okul klasiğidir. hocadan yenmiş dayak, kopya çekmek, 90 beklerken 40 almak neyse
okul gömleğinin kirli yakası da o dur.
gömlek her gün yıkansa da farketmez, o yaka yine kirlidir! temizse kirlenecektir, kirliyse zaten görev tamamdır. çünkü alışmış kudurmuştan beterdir.
bulduğu 10 dakikalık arada 2 saniyede kadro kurup maç organize eden, boş dersleri maç yapmakla özdeşleştirmiş adamın gömleğidir bu gömlek.
sen ki; mark twain üstadın "Hiçbir zaman okulumun futbol eğitimimi engellemesine izin vermedim"
sözünü bir yaşam biçimi olarak benimsemiş kişi,
sen ki; dağ bayır demeden, toprak, asfalt, çamur ayırt etmeden, hava koşullarını gözetmeden gözünü futbol hırsı bürümüş küçük messi. *
sen ki; ilkokulda maddi imkansızlıklardan dolayı taş veya ezilmiş teneke kola kutusu ile başlayan futbol macerana ilerleyen yıllarda futbol topuna terfi ederek profesyonelliğe adım atan liseli.
sen ki; her gün anneden "bu gömleğin hali neeee!" diye zılgıt yemeyi bir gurur sayan efendi!
işte senin eserin!
kirli yakalı okul gömleği...
annelere verdiğimiz eziyetten dolayı, ben o yakanın ızdırabını...
önce Bim: kenar mahalle anayol, küçük şehir büyük şehir, il ilçe, köşe bucak demeden her gördüğü yere, özellikle de rakip süpermarket ve emektar bakkalların tam karşısına konuşlanan, her yerde standart şekle ve dizayna sahip çağımızın süpermarket virüsü. ucuz, kendine has markalar yaratması dolayısıyla aynı sektördeki diğer mallara fark atan ve bu yönüyle öğrenciden memur kesime hatta elit tabakaya kadar 27 saniyede girip çıkılabilecek derece pratik minimarketsel, pratik hede.
sonra emektar bakkal: bim vb marketlerin olmadığı dönemlerde her ailenin bir bakkalı vardı. o zamanlarda çocuklar ellerindeki bozukluklarla içeri girip önce:
- buna ne oluyoğğ?
diye sorar ve leblebi tozu, turbo sakız, cicoz veya çekilişlerden alabilirdi. evden bir şey almak için gittiklerinde de alacaklarını alıp,
- bakkal amca bakkal amca, yaz tahtaya, nah alırsın haftaya! niuhaha!
şeklinde kötü adam gibi gülerek çıkabilirlerdi. genelde herkesin yazdırdığı ve veresiye üzerinden çalışan bu emektarlar paranız yoksa bile aylarca beklerdi. insanlık öldü mü hocam vardı. bu ay olmazsa bir dahaki ay olurdu. bim de sizi ilk defa gören elemanın göstermelik samimiyet gösterisi ile gülerek "hoşgeldiniz" demesi yerine bir güleryüz zaten her şeyi anlatırdı. Konuşmadan da anlaşılırdı o vakit...
sonra düzen bozuldu. bim ve arkadaşları geldi. ara mahallelere bile girdiler. hem de bakkalların tam karşılarına dikildiler. bazen bir tanesi yetmedi, birkaç tanesi saldırdılar. çoluk çocuk kadın yaşlı genç demeden herkesi içlerine çektiler. artık bakkallarda "peşin satan veresiye satan" kısımlarında aynı çökkün adam vardı. bakkalde ekmekten ve sigaradan başka bir şey satılmaz, bim ile baş edemez olmuşlardı. veresiye defteri vardı ama ebatı bayağı bir incelmişti. alım gücü mü yükselmişti? keşke...
Bir gün o genç yine her zaman olduğu gibi bim'e gitti. alacağını aldı, dışarı çıktı. aslında fazla da bir şey almamıştı. ansızın karşısında oturan bakkal amcayı gördü. o amca onun çocukluğunu bilirdi. ona bedava leblebi tozu bile vermişti. çekilişten solo test ona orda çıkmıştı. bim bunları bilmezdi ama o bilirdi. bakkal amca elinde bim'den aldığı poşeti gördü, gözlerinin içine baktı. genç ne yapacağını şaşırmıştı, utandı. poşeti saklamaya çalıştı. başaramadı. artık olan olmuştu, ne fayda. o da biliyordu herkes gibi istediği yerden alabileceğini ama bilemiyordu işte... içi burkulmuştu. keşke dedi ve yere bakarak uzaklaştı... kahpe kader, kahpe.
küçük esnafı ezen düzen, ben senin ızdırabını...
edit: mına kodumun sözlüğünün hepsi mi bim'de çalışıyor lan? ibneler, neyi eksilediniz onu anlamadım. siktirin gidin nerden alırsanız alın...
son zamanlarda ekranlarında boy gösterdiği ntvspor başta olmak üzere, tüm yazılı ve görsel medya'nın, hatta ve hatta türkiye'nin toptan olarak katılması gerekn eylem.
peki neden?
Hıncal uluç.
Senelerdir televizyonlarda görünen adam. işlevi nedir? bir aralar şamdan diye bir dergi'de yazan, moda ve tasarım hakkında yorumculuk(?) yaptığı söylenen şahıstır. Zaman zaman, galiba canı skıkıldığında, ekürilerini toplar [başta haşmet babaoğlu] ve antin kuntin bir spor programı adı altında süregelen zırvalığı yayına sokar.
Adam yerine koyup izlersin. merak eder dinlersin, "bu adam ne diyor?" diye. dinlersin dinlersin, adam konuşur ama hiçbir şey söylemez. hakeme kulp takar, hakkında konuştuğu takımın teknik direktörlerini kötüler, oyunculara bok atar... hiçbir şeyi beğenmez. çok laf, 0 anlam insanı kısacası. ne zaman tvde görülse kanal değiştirme isteği uyandıran gudik insan. ne yaptığı yorum bir boka benzer, ne konuştukları. karanlığa kurşun atar sürekli.
iddialı cümleler, bak buraya yazıyorumlar, ekranlardan populist palavralar atmalar sonra da kih kih kih gibi yavşakça bir gülümseme. siktir lan ordan! bırak artık şu medyayı. git şamdan'da yaz, torunun yaşındaki mankenlerle takıl, boynundaki fuları yenile ama spor yorumcusuyum diye geçinme...
yeri gelmişken bu adam ve ekürisi zamanında milli takım teknik direktörü şenol güneş'i eleştiri bombardımanına tutuyordu.
şenol güneş'e hakkında yapılan yorumlar ve yorumun sahipleri söylendiğinde şu cevabı vermişti:
- ben a milli takımın kaptanıydım ve gazeteyi ziyarete gittim. o zamanlar hıncal uluç magazin sayfasında, haşmet babaoğlu kültür-sanat sayfasında çalışıyorlar... vay be...
yani şenol güneş ilk sağlam siktiri çalanlar arasına girerek, ayarı kepçeyle yedirmişti kendisine.
darısı herkesin başına...
askerlik kutsaldır, büyük bir sorumluluk, yaptığın yere göre büyük zorlukları bünyesinde barındırır anlıyorum seni. belki zamanında çok fazla zorluk da yaşadın askerdeyken. ne biliyim paran yoktu, kantin pahalıydı, nöbetleri hep sana kitlerlerdi, 3-5 nöbeti manyağı oldun, koğuştaki onlarca kişinin çorap kokusu burnunun direğini kırardı, operasyonlarda ebeni siktiler vs vs... hepsine eyvallah be adam! yeminlen söylüyorum askerliğini yapıpı gelmiş olduğun için şahsen ben seninle gurur duyuyorum, tüm samimiyetimle. inan.
buraya kadar her şey tamam ama o üstündeki tişört ney oğlum hala? neden çıkarmıyorsun? yok mu sivil kıyafetin? askere gitmeden önce ne giyiyordun lan sen? tamam anladık askere gittin, komandoydun, yılan yedin, tosba kestin, dağlardaydın eyvallah ama bitti lan artık bitti! artık anla bunu! bilmiyorum hayatında yapmış olduğun ve vatana millete hayırlı diye nitelendirilebilecek tek iş askerlik diye mi çıkarmıyorsun o tişörtü ama lütfen artık çıkar onu. o defter kapandı...
"adıyaman 13.mekanize zırhlı komando bölüğü" vb. mavi ya da yeşil tişört, sarı harfler. klasik.
haaa! sözüm sana askerden gelen elemanın daha askere gitmemiş ergen erkek kardeşi!
biliyorum gözün var o tişörtte ilk gördüğünden beri. adam çıkardıktan sonra sakın sen alıp giyme o tişörtü! gerçekten dalarım sana! yeter artık...
askerden gelip xinci komando bölüğü tişörtü giyen adam, ben öyle tişörtün ızdırabını...
peşin edit: bölük olmaz tugay olur, tugay olmaz x olur. ama o tişört, o yazı hep orda olur.
bir jean claude van damme edasıyla, muhtemelen 90'lı yıllarda bacaklarını gerip gerip açmaya çalışan çocuktur.
her mahallede bacaklarını açıp, taşaklarını zemine değdirebilen kadrolu bir adet çocuk olup diğerleri ise evde çalışmalarına hız kesmesmeden devam etmektedirler. yapabilen çocuk genelde esmerdir, topa da çok pis abanır. bacaklarını 180 derece açabilen çocuk o senelerde piyasa yapmıştır. her mahalle maçı öncesi hareketini olur olmaz yerlerde hiç acımadan sergileyerek diğer çocukların da hevese gelmesini sağlar.
aynı çocuk genelde kapıların yüzeylerine kol ve bacaklarını dayayarak yukarı çıkma ve bu denyosal başarısıyla övünme eğilimindedir. hatta o devirlerde bu tip bir sürrealist çalışma üzerindeyken birkaç kez fotoğraflanmış olup, bu fotoğraflar albümlerini süslemektedir...
bacaklarını 180 derece açan çocuk, açamayanların idolüdür. jean claude van damme babaya en çok benzeyendir. aynı zamanda döner tekme atabilir, amuda kalkabilir. ondan her şey beklenir...
bir de eğitim zahiyatları vardır. kimdir bunlar? bacakları 180 derece açmaya çalışırken ya iş bitirici bir arkadaşın omuzlara basması sebebiyle veya kendi üstün becerileri ile muhtemel bacak iç kısmında bulunan kasları yırtanlar...
bunlar yürüyemez, bacaklar 180 derece açık, taşaklar yerde sürünür vaziyette bakıma muhtaçtırlar. mahalleli bunlara yemek artığı, kuru ekmek falan verir.
bacakları 180 derece açan çocuk senin ızdırabını...
Sergen yalçın'la mustafa doğan, mehmet demirkol tek*
Bu ne biçim başlık la diye soranlara hemen açıklık getireyim. Televizyonu fazla seyretmeyen, seyrettiğinde de ağırlıklı olarak ntvspor izleyen birisinin farkına vararabileceği bir gerçeğin mahalle maçı klasiklerinden birisi olan "ben tekim hepinizsiniz oğlum!" akımına adapte halidir.
ne zaman 90+, maç toplantısı veya buna benzer bir sportif tartışma platformu olan bir programda mustafa doğan, sergenç yalçın ve mehmet demirkol'un yorumcu olarak katıldığını görsem genelde bir süre sonra mehmet demirkol'un tek başına kaldığı ayan beyan ortaya çıkıyor arkadaş! [bir değişmezi söylemeyi unuttuk tabi, sunucu ercan taner].
mustafa ve sergen futboculuktan gelme, mehmet ise futbolcu değildir. sadece yorumcu olduğundan kaynaklandığını düşündürüyor insana. her şey klasik zaten masada. hiç değişmiyor. oturma düzeninden tutun da söz sırasına, yapılacak yorumlara varana kadar.
sözü program başlarken mehmet demirkol alır, konu hakkındaki düşüncelerini söyler, tezini ortaya koyar ve antitezi de söyleyip klasiğini dayar!
gibisinden değişik tepkilerle sürdürür yorumlarını.
söz sergen'e geçer. sergen'in ne söyleyeceğini zaten mehmet demirkol konuşurken anlarsınız. çünkü mehmet konuşurken gözlerini kısıp kısıp, hafif hafif sırıtıyor dikkat ettim de. hep bunu yapıyor. mehmet'i dinliyor, antitezi destekliyor, üstünden devam ediyor. misal:
söz mustafa'da. aslında mustafa etliye sütlüye pek karışmam modunda ama nadiren ileri çıksa da sergen ortayı açınca futbolculuk damarları kabarıyor, ayağına oturan topa voleyi çakıyor mütemadiyen. hiç acımıyor mehmet'e
mehmet demirkol'un o anda biraz suratı değişiyor. ne söylese kontra yiyor adam. sanki mustafa ile sergen her program başında anlaşıp bu adam ne derse tersini söylemeye anlaşmışlar arkadaş. yorumcu olarak sergen'in söylediklerini daha bir mantıklı bulurumç. bunun sebebini de ortaya değil çözüm önerileri ile konuştuğunu düşünen birisi olmasına bağlıyorum. her zaman doğruı mu söylüyor hayır! fakat genelde mantıklı.
mehmet demirkol ise ortaya yorumlar yapan, eleştiri dersen yapabilen fakat sadece işi eleştiri boyutunda bırakan birisi görünümünde. eleştir dersen eleştirir, çöz dersen çözemez. zaten programda lafların ardını getirememesinin sebebi de bu 2 farklı kutbun çatışması sanırsam...
her uç kutusunda bulunmasına rağmen, ne idüğü belirsizliğin kutusal formu olarak tanımlasak kimse darılmaz herhalde.[darılanlar özel mesaj atsın, gönlünü alayım] nasıl desem, ilkokul beyni mi yeter? yok... daha gelişmişi, ergen beyni mi? yok... onun da kavrayamayacağı derecede süpersonik fikriyatın ürünü delik! hayır üniversite'de veya sonrasında kavrayan varsa yine de helal olsun!
rotring'in can yoldaşı 2b tombo uçun altında peydahlanmış bu delik ne menem bir şey ise yıllardır akibeti çözülememiş bir yara içimde. kapanmak bilmedi! şahsen benden başka da hakkında bu kadar kafa yorup, minimal saçmalayan var mıdır? pek de fikrim yok açıkcası. utancıma kimseye de soramadım inan yemin olsun. yalnız bekledim bekledim hatalarını anlarlar diye ama ne o delik kapandı ne de içimdeki merak...
tombo'ya mail bile attım.
"dear tombo company *.
i am simple customer of your pencil leads. i loved it, i used it, i gave it who searchs it in my class like "if anyone who has 0,7 lead and do not give it to me, i will curse too long **" but i have a big problem about it. i can not understand what is the meaning of the hole which is at the bottom of the lead box. i wonder about it for 26 years! now it started to be an obsession. please help me. i am waiting your answer. i wish it comes easy *
adams stokes gibi adam. "
gelen yanıt:
"dear customer,
don't you have a job or power my lion. fuck off!!!" *
tanımlanması güç. hayata hangi pencereden baktığı mechül ve ne içtiği ciddi ciddi merak edilen orta yaşlı adam. peki kim bu adam?
Günlerden cuma. aslında sıradan bir gün fakat kime göre? tabi ki sıradan insalara göre.
bir de diğerleri var! kim onlar? bim insanları
neden cuma? indirim günü
peki sanane? doğru banane ama anneye göre önemli işte.
sabahın köründe başta dikilmişti o sabah anne insanı. "kalk kalk" diye başın eti yendikten sonra kahvaltı masasına oturduldu kahramanımız. zorla kahvaltı yaptırıldı fakat nedendi? niçindi? anlamadı. çünkü hain planlardan habersizdi... sonra annenin planlarının bir parçası olduğu ortaya çıktı. bim'in broşüründeki alışveriş arabası kendisine gösterilerek o arabadan almaları gerektiği ve çok ucuz olduğu anlatıldı. zekiydi, hemen kavradı olayı.
hemen üstünü giyindi, annesi de hazırdı. dışarı çıktılar. bim önlerindeki rampayı çıkınca hemen karşılarına çıkacaktı. saat 9-10 arası idi. bim daha açılmamıştı fakat önünde bir kalabalık vardı. şaşırdılar, "bu da nesi?" demeye kalmadan, herkesin aynı amaç için oraya toplandığını anladılar.
o kalabalık bim insanlarıydı işte. sadece cuma günleri bu saatlerde görüntülenebilen indirim bağımlısı bu türü daha önce doğal ortamında hiç görmemişti. bu onlarla ilk temastı. dikkatli olmalıydı! yakınlaştıkça aslında pek de zararlı olmadıkları kanısına vardı, rahat bir nefes almıştı. yalnız herkes o klasik mavi bim kapısına dayanmıştı! itekliyorlardı! içerideki görevli bir şeyler anlatmaya çalışıyordu fakat dinlemiyordu. zorla kapıyı açtırdılar. önündeki ve arkasındaki herkes içeri doğru hücum etmişti.
nasıl olduğunu anlamadan içeri girmişti bile. artık bim'deydi. hedefini aramaya koyuldu. annesini de kaybetmişti. artık tek başınaydı. alışveriş arabasını bulmalıydı... az ilerde hunharca kolileri karıştıran kalabalığı farketmesi uzun sürmedi. hemen aralarına daldı. işte oradaydı! alışveriş arabası! boyu uzundu, dolayısıyla kolu da! dolayısıyla... neyse. hemen bir tane aldı. fakat o da neydi?
2 tekerlekli arabanın tekerleri yoktu?
etrafına bakındı, yanındaki adamı gördü. arabasının içinden poşette 2 tane teker çıkmıştı. daha sonra 2 tane daha. adamın elinde 4 teker vardı. demek ki arabaların tekerlerini arabaların içlerine koymuşlardı. adama dönerek:
adams: amca sizde teker fazla galiba. 4 tane olmuş. benim arabanınkisi sizinkisinin içine düşmüş sanırım. iki tanesini bana verir misiniz? mal adam: veremem yeğen! adams: sebep? mal adam: o benim şansıma 4 tane çıkmış. onlar yedek teker! * adams: yedek teker mi? amca 4 çeker mi bu stepnesi olsun? ver tekeri! mal adam: vermem! adams: seni alır o arabaya teker niyetine takarım lan bana baksana sen!
görevli gelir, mesele nedir diye sorar. kasada halledebileceklerini söyler, adams işin peşini bırakmaz. adamla kavga eder, tekeri de elinden alır...
sonrasında yaşananlar ise resmen ibretlik bir paylaşım olmuştur.
elinde araba ve tekeri büyük bir gururla yürürken, annesi omzuna dokunur ve şöyle der:
- bu araba çok kalitesizmiş. vazgeçtim almıycam!!! öğğğek!
pekiiiiii... sonra ne olmuştur.
sonrası şiddet içerikli olaylarla dolu olan bu serüvenden çıkarılması gerek özet:
bim'e gidin, ucuz şeyler var ama cuma günleri asla! hele annenin lafına uyup asla! hele pazar arabasını yanlış anlamış adamların olduğu gün anneyle asla!
aslında "pes oynanacak rakibin ilk maç öncesi şut hangisiydi sorusu" desek daha mantıklı olur.
PES... çağımızın vebası. alışkanlık yapan bir müsibet. herkesin mükemmel oynadığı, counter strike ile beraber henüz kötü oynana rastlanmayan, yenilene kadar iddialaşmaların sürdüğü hede. boş kalmış bünyelerin sarılgaçı, rekabetin oyun sonunda "kol bozuk oğlum" a dönüşmüş hali. o bir fantezi ve gol altıldığında verdiği zevkle vazgeçilmezlerden...
böyleyken böyle hacım. senaryo belli, sadece malzemeleri yerine koyacaksın, o kadar.
ihtiyacımız olan:
1 adet pes oynamayı billen ve vs oynamaya aç bünye [top scorer da fark atabiliyorsa daha uygun profile]
1 adet kulak memesi kıvamında arkadaş [bak! dikkat! pes oynamayı biliyor demiyorum! dikkat!]
1 adet oyun konsolu
1 adet çalışan kol [önemli]
pes oynamaya aç bünye, eroin bağımlısı gibidir. eşşek kadar herif de olsa eve misafir gelmiş 0-5 yaşa bile hiç sıkılmadan "pes oynamayı biliyon mu bakıyim sen?" sorusunu yöneltebilecek alçaklıktadır. bundan her şey beklenir!utanmadan onunla pes oynar, yener. acımaz... bu nedenledir ki, her önüne gelene "pes oynayak mı hacı?" diye sorabilitesi maksimumdadır...
pessever şahıs o gün yine pes kirizine girmiştir. yana döne pes oynayacak adam aramaktadır. aranan kan bulunmuştur! o! herhangi birisi! evet evet! herhangi birisi telefonla aranarak buluşma ayarlanmış ve pes oynama planı devreye sokulmuştur. ürkmesin diye önce çarşıda bir tur atılır, daha sonra malumat gelir
- sıkıldım ben gez gez. şurda bi pes atsak mı?
+ atak hacı.
mekana girilir. alınan gazla mekan sahibine dönülerek: "çal! daddy cool'u çal!" denilir. * mekan sahibi acımaz: "ne diyon sen yarraam!" diyerek bir çırpıda bozar adamı. gerçek dünyaya dönülür, pes açması istenir. açar da pes'i. takımlar seçilir, ekranda oyun yüklenirken o soru gelir:
+ şut hangisiydi hacı?
sana bir şey demiyorum artık arkadaş! açlıktan geberen bünyenin iskender söylemesi ve içinden fare pisliği çıkması gibi, tam bilet alıp büyük ikramiyeyi son rakamla kaçırmış gibi, counter strike 5 el bekleyip göt zoruyla bi awp alıp daha hiç adam görmeden duvardan headshot yemiş gibi, yeni alınmış lamborghini ile otobanda 300 ile giderken geri vitese takmış gibi, sabah 6.30 da dolmuş şoförüne 100 tl uzatıp ana avrat söven o bakışı yemiş gibi, , 100 beklediğim sınavdan 05 almış gibi, tuvalette sıçtıktan sonra o boş tuvalet kağıdı rulosuyla karşılaşmış gibi, aşık olduğunuz kızın orospuçocunun biriyle kol kola dolaştığını görmüş gibi kahrettirdin lan beni dünyaya şu dakika!
- şut mu?
+ he şut?
- senin oynayacağın oyunu sikeyim!
+ ^%^&+%/&%/(
- 21.yy'da hala şutun yerini bilmeyenler var arkadaş! pes mına koyim! Pes!
akabinde gelen sorular:
"pas hangisiydi" gelir. [ yani birinci kademeyi geçtin. artık orta sahadan şut çekmek kesmeyecek seni, modern futbol oynamaya karar verdin öyle mi minik mourinho seni! siktir ordan! sabri varyantı]
"aha bu da aradan pas mıydı neydi?" der. [napacaksın acaba ara pasını kabiliyetinin ırzına geçtiğim? napacaksın lan o ara pasını? siktiğimin ibişi şutu bilmez, düz pası bilmez, organize atak peşinde! mentalitene sokayım senin.]
"havadan pas hangisiydi?" [ bak söylemiyim diyorum söyletiyosun arkadaş! zaten 4 tuş var, 3 tanesi dolu ibiş, hangisi olabilir başka? hangisi lan? haa bir de taktiksel boyutu var işin. adam baktı orta blok çok sağlam oyunu kanatlara yıkacak, senin canını yerim ben bekenbağuer, nayda komanaçi! seni gidi fenerbahçeli cemil seni... korktum şimdi senden]
maç başlar, skor 7-0.
zevk:0
pes'e aç bünye: 0
pes oynanacak rakibin şut hangisiydi sorusunun ızdırabını!
bilgisayarı olan çocukvsbilgisayarı olmayan çocuk*
zengin velet arkadaş yavuz bilgisayar oyunu almak için çarşıya çağırmıştı onu. gittiler, delta bilgisayar'dan [lan adını bile hatırlıyorum dükkanım. içime işlemiş şerefsizim!] commandos 1'i aldılar. bizimkisi hayatında 386lık bilgisayarda [o da aynı zengin veletin di zaten. arada çağırıyodu, oynuyorduk, yeniyodu beni. sanal mastürbasyon! oynamayı bilsem yenerdim ya neyse...] bomberman'dan başka oyun oynamamış. commandos ise tam bir muamma! lan ne muamması, nirvana! nirvana! ötesi yok hacı! kapağındaki resime bakarken bile zevkten kuduruyor, heyecan basıyor. yerinde duramıyor bizimkisi. içten içe eve gitsek de oynasak diyor bünye... neyi be!
eve gelinmiş. apartmanlar farklı kat aynı. hatta kat 3 daire 6 [şiir gibi oldu bu ne la] 2 blok birbirine yapışık. ya ayrılık vakti, ya da deli gibi oyun var sonunda. iç ses kuduruyor: [beni de çağır lan! beni de! hadi!]
zengin veletin sikinde değil tabi, adam kanıksamış.
adams: napacan şimdi la yavuz? [oyunu oynayacaksan beni de çağır diye alttan alttan ayarı verme çabası. yazık lan...] yavuz: yoruldum oglum. yatarım az. adams: bakmıycan mı oğlum oyuna? [iç ses: nasıl bakmazsın lan? nasıl durabiliyon? sikerim seni!!! bakacan işte] yavuz: ya siktir et. sonra bakarım. [adam doymuş... yapacak bir şey yok] adams: hımmm... iyi o zaman. ben evdeyim. [iç ses: yani çağıracak olursan fazla uğraşma, evdeyim ben yani. şey yani... hani olur da ulaşamazsan evdeyim. hay mına koyum çağırmadı lan] yavuz: tamam. [iç ses: siktir!]
yavuz eve gider, bizimkisi sağlam göt olur. arkasından bakar, hayatında yaşadığı en büyük ezikliği orada yaşar. o yaşta sıfırı tüketmek bu olsa gerek. zavallı bir şekilde eve doğru yola koyulur. [zaten 2 adım ötesi! ne yolu? sanki çok uzak! çağırsaydın nolacaktı sanki ibne?] eve nasıl çıkmıştır bilemez. son bir umut balkona çıkar, belki balkondadır diye. bağırır:
kahramanımız içeri gider. sinirden ağlayacak halde, kardeşiyle paylaştığı danalık kadar ufak odasına girer. bir sinirle eline aldığı 9999 in 1 atari kasedini atariye takar, atariyi televizyona bağlar. mario'da 1-1'den başlar. bütün bölüm sonu canavarlarına küfreder, tosbağaların üstüne 3 kere atlar, direklerin en tepesinden inmez. 8-4 oyununa kadar bütün bölümleri 3565645.kez bitirerek elde ettiği kıytırık başarılara bir yenisini daha ekler. hızını alamaz tank oynar! hay kodumun atarisi diye hayıflanıp kaldırır duvara çalar. sonra odasına gider, mazlum hayatı devam eder...
gün geçer, devran döner. balkondan bir ses kulağına çalınır bizimkisinin: yavuz: adaaaaaaaammmmsss!
koşa koşa balkona çıkılır. adams: hııı? [hiçbir şey olmamış gibi. ben zaten atari oynuyordum, senin beni çağırıp çağırmaman sikimde değil hacı. vallaha bak...] yavuz: gel de bilgisayar oynayak la! [neeeğğğğyyyyyyy] adams: biraz işim vardı amma geliyom neyse... [söyle yalanı...]
ulan nasıl bir koşmadır? çocuk içeri girmeden ben kapıda bitmişim. nasıl bir hevestir bu! halen düşünüyorum o hevesle yaptığın ne var desen vallahi de yok billahi de yok böyle bir şey! [seks de dahil*. o derece! gay değilim lan! cıvıma! ] neyse efendim. içeri girdik, bilgisayarın başına geçtik. bomberman ve bilardodan sonra hayatımda gördüğüm ilk bilgisayar oyunu. bilgisayarın markası casper pentium 2 - 380. ilk çıktığında aldı adam, aslında eski...[ona sorsam bilmez lan işlemcisini. vallaha bilmez.] açtı commandos'u. aman allahım, bünyede ilk defa bilgisayar oyunu gerçeğiyle karşılaşmanın yarattığı etkiyi herkes tatmıştır! orgazmdan daha zevkli anlara sokayım. bu anlatımaz bir his... bizimkisi büyülenmiş halde bakmakta. yavuz ise oyuna girmiş oyunu anlatmakta. lan ilk defa görüyoruz bilgisayar oyunu, adam gitmiş strateji açmış! oğlum hard diski yaktıracaksın o yaştan, yavaşş!
oyunun replikleri hala aklımda
"ay emmmmm kaming söööğğr" [sert adam]
"yes söğğğrrr" [bu adam ağzını yamulta yamulta söylerdi bunu. tipi de mıymıntıya benzerdi]
"alarrrrrrmmm alarrrmmmmmm" [ne bağrıyon kodumun dangalaı insanı]
hiç oynatmadı bana. yine gösteriş yapmaya çağırmış ibne zaten...
olsun hacı. yine de o replikleri duymak, o görüntüyü görmek, o hissi yaşamak kadar zevk alınan bir şey pek çıkmadı karşıma şu hayatta. ilkler ve iz bırakanlar unutulmaz [verrr verrr ateşeee ver bizi...] derler ya, hakikaten öyleydi. dram içinde yaşanan sevinçten başka bir şey gelmiyor aklıma o günlere dair. teşekkürler yavuz, teşekkürler türkiye...
çocukluk işte...
kafa çok çalışmıyordu demek ki o zamanlar!
--spoiler--
okurken "özet geç piç" diyebilceğiniz bir entry fakat ısrar yok elbette. *
--spoiler--
ilkokul ve ortaokul zamanlarında, yaz tatillerinde köye gidilirdi ben küçükken. nerde deniz? nerde kumsal? ilk defa 14 yaşında görmüş adam denizi, sen hala sayıklamalardasın. tek yol köy, çak gitsin voleyi! 3 ay tatil = 3 ay köy. budur tatil lugatta o zamanlar.
yazları sıcak ve kurak geçen, fakat arkadaşlıkların nalı mıhına yaşandığı ortamdı köy. sokağa azıtılmış köpek yavrularına benzetirdik kendimizi, arkadaş grubumuzu. bu köpekler arabaların peşinden koşup da yakaladıklarında ne yapacağınız bileyemeyen cinstendirler aynı zamanda. 4-5 kişilik grup, akşama kadar balık tutan, top oynayan, iş varsa arkadaşların işine yardım eden tipler. alabildiğine aylaklık, köküne kadar tatil. soran yok eden yok! gel keyfim gel! tarlaya bağa bahçeye de gidilirdi arada...
dışı futbol topu içi plastik top olan top elde, harman yolu tutulmuş, yine top oynanacak klasik rituel için tüm kıyafetler giyilmiş. kara lastikler ayakta, paçalar çorapların içine sokulmuş! sahaya barcelona çıkıyor sanki. bir görsen herkestesi havayı!
herkes futbolcu mına koyim! bi iddia, bi hırs! teke tek maç yapmalar saatlerce, sonrasında pozisyonları değerlendirmeler vb. normal şeyler bunlar tabi. herkes profesyonel sonuçta *. yine maç yapılmış atanur gelmiş traktörle ** atanur: neydiyonuz la coruhlar! [girişe gel] adams stokes: top oynudouk anten! nerdeydin sen? sen neydiyon? atanur: televizyonda maç vardı onu izliyodum oğlum. benim takımın maçı! [forması varya göt hava atacak] adams stokes: kimin maçı? atanur: mançıstırın maçı oğlum! adams stokes: heee! çakmıştır kesin! o takımın teknik direktörü kimdi la? [hayır adam profesyonel ya. derine daldı direkt! napacan ak teknik direktörü?] atanur: adını bilmiyom da soyadını biliyom. adams stokes: nerden biliyon oğlum soyadını? atanur: bizim motorun * adıynan aynı. ferguson. fabrikasının sahibidir kesin (düz mantık girdi işin içine mına koyim hayır gelmez daha) adams stokes: vallaha mı? (adam hayatında başka ferguson tanımıyor ki arkadaş soru normal) atanur: öyle tabi oğlum noğlacadı ya! [kendinden emin emin konuşmasa olur mu hiç?] adams stokes: sizin motor mençıstırlı mı şimdi? muhahahah atanur: ne sandın oğlummm! hey yavrum hey!
neyse muhabbet geldi geçti. ama durumu herkes kanıksadı. herkes artık massey ferguson ve alex ferguson'u özdeşleştirdi. artık tek ferguson vardı adı massey ya da alex fark etmiyordu zaten.
tatil bitti, şehire gelindi. ne zaman futbol muhabbetti yapılsa, bir şekilde ben bunu anlattım herkese. ne hikmetse herkes malmış demek ki? kimse de hadi lan demedi! herkes kabul etti...
gel zaman git zaman yıllar sonra unchain my hearth'ı onçeymahov sanmam gibi bunun da bir mitden ibaret olduğunu öğrenmiş oldum ama artık çok geçti... alex fergusonu ne zaman görsem, massey ferguson gelir!
köy gelir... saçma ama samimi.
bu marjnal eylemin icraatcisi elbette dolmuş şoförü abimizdir. babası eski bakkaldır, kısacası nalışkanlıktır.
misal; ücret 4 tl dir. 5 tl elden ele uzattırılır. keşke bozuk 4 tl olsaydı vayvayları ile içte gelişen o tedirgin para üstü bekleyişi başlar. daha sonra öndeki yolcu arkaya dönerek 1 adet falım sakızı elinize bırakır. işte o anda hayatın anlamı yeniden düşünülür... ben kimim?
akabinde:
yolcu: kaptan 1 tl para üstü vardı ama falım sakız geldi? kaptan: çiğne o zaman! yolcu: ben para üstünü alacam! kaptan: para üstünü mü alacan? yolcu: evet kaptan: bi dene istersen güzelim... yolcu: bana bakk!!! .... pardon neden durduk?!?!?
özellikle yurt hayatınının olmazsa olmazlarından olan karakterlerdendir ne dediciler. bak yine eskiler geldi aklıma...
Sene 2002 falan. Bursa'ya yeni gidilmiş, yol yodam bilinmiyor. tıfıl liseli, bildiğin anadolu çocuğu işte. gittik baktık üniversiteye. üniversite içindeki yurtlara torpil isteniyor, baban kodaman olacak. bizimkisi efendi, kendi halinde memur.orta direk anlayacağın. almadılar bizi kampüs içindeki yurtlara. üzülmedik biz de. gittik diyanet yurduna yazıldık. okula en yakın yurt o, başka yok. dışarıdan garip görünüyor ama içerisi karnaval havasında. her türlü adam mevcut içerde. bonus kafalısından, kulakları hırdavatçı dükkanı gibi olanına dek...
neyse gel zaman git zaman alıştı bünye yurt hayatına zamanla. raconu da kaptık zamanla.
akşamları dizi izlenyor. kurtlar vadisi yeni başlamış, daha ilk bölümleri. biz de izliyoruz haliyle. dizi başlamadan 51 ekran televizyon önüne sandalyeler diziliyor hem yemekhane hem televizyon odası olarak kullanılan o mekana, herkes post-it kağıtlardan oda numarasını yapıştırıp yer kapıyor önceden. kimse o kağıtları kaldırıp kendisininkini koymuyor, herkes uyumlu vs... akşam oluyor, saat gelip çatıyor, herkes toplanıp aşağıya iniyor. dizi başlıyor! herkes dın dırı dın dırı dın dırı dınnn dınnnn modunda! o anda herkes pür dikkat. ses çıkarsan adamı sikerler! gerçekten yaparlar! ortamı görmen lazım... ses sonda, köklenmiş! televizyon 51 ekran,o biçim! 3.sıradan daha gerideysen zaten ne görüntü seçiliyor, ne de "von vonnn vonnnnnnn" dan başka bir ses duyuyorsun. imkanlar kısıtlı arkadaş, maksimum çabayla minimum detay kaçırman lazım! zaten göt göte oturuyor 100 erkek.
dizinin ilk bölümlerinde dayı vardı. ekranda yardırıyor:
sesleriyle çalkalanıyor. herkes alkış falan tutuyor. millet coşmuş, kudurmuş. tam sen de katılacaksın yandan birisi dirsekle dürter işte! bakarsın, tanımadığın birisi. o hengamenin içinde:
- ne dedi lan ne dedi?
haydaaa! anasını sktin dizinin zaten şu anda... tanımazsın ya açıklarsın ayıp olmasın diye, o da gaza gelir, coşar vs... dizi devam eder. bir başka sahne:
şahıs: ölen var mı? Dayı: var şahıs: kim öldü? Dayı: mertlik öldü yeğenim!
yurt yine yıkılırken, sen yine dirseği yersin. yine:
- ne dedi lan ne dedi?
der malum mal. haftada bir yaşanan dizi keyfinin ırzına geçen şahsa gerekli cevap verilir:
- ananın amını dedi! oldu mu!!!
kavga çıkar ve olaylar gelişir...
yani demem o ki, siz siz olun dizi ve film izlemeye başlamadan önce yanınıza yörenize adam gibi bir dinleyici alın. yoksa başınız belaya girer...
klasik bir "baba lafı" olup söylemesi kolay yapması zor eylemlerin en başında gelenlerdendir. Hangimiz zamanında babadan alınan ilk direksiyon dersinde duymadik bu gayet klasik ve o anda söyleyene dünyanın en basit, yapacak olana da aynı zorlukta gelen bu cumleyi. Peki sorarım slze, hanginiz ilk seferde arabayı doğru düzgün kaldıramayıp, araba haldır huldur ederken, siz ve babanız lçinde hopur hopur hoplarken duymadi o nadide iltifati: "eşşşşoğğğlu eşşşek! Lan yavaşça kaldır dedim ya sana!" *
"aaaa bu benim lan"ci kitleye burdan seslenmek istiyorum; yalnız değilsiniz cengaverler, yalnız değilsiniz *
entryme arabanın kalkış sesl ile son vermek isterim:
"vırannnn nannn nannnnn nannnn" *