mesela bir hücre ile başlar her insan yaşama. ister dini, ister materyalist görüşü savunsun temelimiz hep “bir”e dayanır.
buna göre bir amacı olmalı insanın. bir hedefi, bir isteği, bir sevdiği. bir ailesi olmalı. gerçekleştireceği işler arasından daha önemli birisi olmalı. arkadaşları arasında birisi daha önemli olmalı.
sevdiği kadınlardan/erkeklerden birisi daha özel olmalı. içinde en azından bir duygu öne çıkmalı. bir kişilik özelliği baskın olmalı. herkes için bir kelime olmalı.
ve herkes o “bir”inin farkında olmalı. sadece bir tane ve yok benzeri. kaybedildiği anda geri gelemeyecek nitelikte şeyler çünkü. bir kere kaybeder insan amacını, sonra sorgulamadan ve mutluluğu amaçlamadan yaşar. bir kere gerçekten aşık olur ve kaybederse ondan sonrakiler sadece onun yokluğunu kısmen doldurma amaçlı olacaktır.
yokluğu hissedilen şeylerin hepsi bir tanedir. birden fazla olsalar yoklukları hissedilmezdi… kendi “bir”lerimizi tanımlamanın ve kaybetmemek için çabalamanın zamanı o vakit…
dün ve bugün istanbul'da yapılan gösterilerin ana fikrini oluşturan eylem. imf kaka, db bok tamam. hükümet kolpa ona da eyvallah. protesto etmek en doğal hakkınız buna da kabul.
peki "eylem" adı altında vandalizm sergilemenin mantığı ne? görev başındaki polis memurunu arabada kıstırıp devlet malına zarar vererek, emperyalistliğine küfrettiğin firmalara ekstra para kazandırmanın esprisi ne? bu tip olaylarda anında polisi suçlu ilan etmek kolaya geldiğinden olsa gerek kendi yaptığı hareketleri meşru ilan etmenin dayanağı ne?
emperyalizmin sembollerine bizim saldırımız. esnafla, vatandaşla bir alıp veremediğimiz yok. bu sözler eylemcinin tekinden çıktı. ama aynı eylemci elinde kaldırım taşıyla bir çiçekçinin camını kırmakta da bir sakınca görmedi. zaten o çiçekçi de emperyalizmin sembolü?! naıl koparır canım çiçekleri?!
anlaşılmaz şekilde herkesin yerden yere vurduğu albüm. kabul ediyorum üst düzey müzik bilgim yok, ama son çıkan the resistance dışındaki diğer albümleri gibi gayet keyifle dinliyorum, dinlerim, dinleyeceğim. supermassive black holes mesela, hayır derdiniz ne yahu? güzel şarkı işte introsuna kurban!*
kızlar arasındaki en enteresan grubun üyesidir. hani uzaktan ay parçası, yakından da güzel allah için. ama o eylem... ah be kardeşim ne yaptın öyle.
şimdi ağzı açma eylemi denildiğinde sanılmasın ki ortodontik bozukluktur kastım. gerçi o da olabiliyor bazen. mesela cansu dere güzel, ama ağzını açınca ne oluyor öyle. açma be kardeşim.
ya da konuşmaya başlayınca çuvallıyor bazıları. ah konuşana kadarmış güzelliğin, alımın, çalımın. konuşmasan ne de güzel olacak halbuki...
yasal uyarı= sigara içmeyin çükünüz düşer, ölürsünüz, kızlar sizi öpmez vs.
ah be jti. allah belanı versin demek istiyorum izninle. işe başlayan mühendislerine selamın aleyküm maaşı olarak 3.500tl vereceğine camel'i biraz ucuzlat lan allahsız! ya da beni de işe al mutlu mesut geçinelim.
şimdi bu giriş faslından sonra tanımı gelişmeye bıraktığımı söyler, hemen tanıma geçerim. cebinde parası olmayan lakin sigara krizi tutan salağın ki bu durumda ben oluyorum, sigara niyetine ne idüğü belirsiz bir şeye para vermesidir. lan ne kötü şey sigarasızlık. ya da kötü sigara içmek. hangisi daha kötü?
yılmaz özdil'in stilinde yazı yazma sanatıdır ki tartışmaya açık bir kavramdır. ama şu bir gerçek ki buradaki sanat yazının içeriğinden çok, şeklindedir.
ışığı nasıl söndürülür merak ettiren fasilite. hayır, mesajı silmek de istemiyorum ama inatla yanması da sinir bozucu okudum arkadaşım mesajı sönsene artık?!
17 ekim 2009 grup yorum izmir konseri zirvesi başlığındaki bir entry'de(#6179231) geçen enfes söz. şimdi baştan belirteyim, bu ve bir önceki entry eksi manyağı olacak*. ayrıca hani kimseyi alakadar etmez ama sol görüşlüyümdür. ama söylemeden duramadım. yahu siyasi görüşün her ne olursa olsun yürek dediğin nane ister istemez solda atar be abicim/ablacım. hani basit düzey biyoloji bunu gerektiriyor. ama sende o ender gözüken rahatsızlık var da organların yeri farklıysa bilemem.
sözlüğe her giriş yapacak ulu manituları karşılayan herhangi bir anlamı ya da bir önceki girişe göre bir konu bütünlüğü bulunmayan fotoğraflardır. hani ben yeniyim buralarda işin esprisini kaçırıyor olabilirim. o zaman anlayan beri gelsin yanında da açıklamasını getirsin.
tam metin, "her üniversite bitiren iş bulacak diye bir kaide yok" ama karakter sınırına tosladığından değiştirmek zorunda kaldım. sayın başım bakanım canım, ciğerim, her şeyim, recebim, tayyipim, erdoğanım'dan özür diler, uludağ sözlük'ün kodlanmasından emeği geçen herkesi kınarım. coderlik yan gelip yatma yeri değil arkadaşım!
başbakanımız, canımız, ciğerimiz, her şeyimiz recebimiz, tayyipimiz, erdoğanımız'ın güzide ağzından dökülen bir inci dizisi daha.
başkanımızın dokuz eylül üniversitesi'nin akademik yıl açılışında yaptığı bu demeçle bizi bizden almıştır gerçi. askerlik yan gelip yatma yeri değil, üniversite sonrası iş bulma yeri hiç değil. tabi ki üniversite iş amaçlı okunmaması gereken bir eğitim kurumu ama mezun kişilerin hayatlarını nasıl idame ettirecekleri de ayrı bir merak konusu?
ergen dediğime bakmayın bunlardan üniversite olanları daha çok. gerçi ruhunun derinliklerinde ergenlik ateşi sönmediyse yapacak bir şey yok, o ayrı mesele.
sanılmasın ki harçlıklarını biriktirip kendilerine bir şey alan kişileri aşşağılıyorum. yok öyle bir derdim. meselem şu ki, harçlığının kaynağı babasıyken "ben aldım" edebiyatı parçalamaları. arkadaşım gel anlaşalım. aldığın her ne ise onu sen değil baban ya da anan aldı.-şimdi farkettim lan cinsiyet ayrımı yapmışım başlıkta-. niye aldılar demiyorum, nasıl alırlar lan diye de yakınmıyorum. neticede ana baba çocuğunun daima en iyisine sahip olmasını ister. ama o tavır yok mu çocuktaki iliklerime kadar soğutuyor hayattan. baba her nasıl olduysa kızına bir ek kart verir -ki ne yazık ki kızlar oluyor bunlar- o da harcıyor, hani amaç ekonomiye can vermek yoksa mango malı o tişörtü hiç beğenmedi yoksa. şimdi bu kızımız o tişörtü alırsa inditex kazanır, onun patronu kazanır, çin'deki ucuz işçi çalıştıran atölyeden bozma fabrikalar kazanır. du' bi' dakika yahu bizim elemanlar hangi arada kazanıyordu?
konu saptı yeni paragrafa geçeyim en iyisi. şimdi bu hanım kızımıza desen ki "ama harcıyorsun bu kadar da babana yazık değil mi?", cevap anında hazır. "bunun parasını ben veriyorum taam mı!" bi' dakika orada dur bakalım. gel seninle anlaşalım. "ben veriyorum" ifadesini kullanacaksan senin bir işte çalışıyor olman lazım bu bir. kredi kartı mantığından bihaber misin bilmiyorum ama o kartın ekstresi de ana kartla beraber gelir baban garibim onu da arada öder geçer bu iki. şimdi hangi arada ödemeyi sen yaptın? baban harçlığından kesinti yapacak olsa çeşitli şekillerde babana yavşayıp parayı alırsın babandan. şimdi bunun neresinde senin kazandığını ya da ödediğini görüyoruz?
kılım alayına evet. içimde engellenemez bir dalga geçme dürtüsü oluşuyor. kavramların anlamını saptırmayın arkadaşım.
enteresan yerlerde nikah kıyma modasının ulaştığı son nokta. su altında evlenelim, gökyüzünde evlenelim bok püsür gibi şeylere heves eden yurdum kişilerinden atlı polis olan memur beyin katmak istediği ekşın. lakin götte patlamış. kepez nerenin ilçesi bilmiyorum ama oradaki atlı polis memuru abimiz hemşire ablamızla evlenmeye karar vermişler. allah mesut etsin. nikaha da bi ekşın katmak istemişler lakin yüzlerine mi bulaştırmışlar ne nikah memurunun bindiği at huysuzlanmış. sonuç, memur yerde.
demek ki neymiş, fazla farklılık götte patlarmış.**
yerli dizi sektörü malumunuz pek gelişmiş halde. yer gök dizi, haftanın her gününe izleyici gruplarına ayrılsa bile izlenemeyecek kadar çok dizi var. zaten popülerliğe ve izlenme oranlarına bakıldığında zaten kalabalığın arasından sıyrılanların sayısı belli. onu da belirleyen reklamlar ve kanalın dizi üzerine düşme oranı. misal bu sene hanımın çiftliği üzerine çok gidiliyor.
türk dizi sektörünün gidişini kestirmek pek zor değil. izleyicinin ağırlıklı olarak aşk üzerine kurulu dizileri sevdiği gerçek. fon olarak da ağalık düzenini kullanmak pek popüler. yıllardır tükenmedi. ne bereketli konuymuş. ya da ne doymaz izleyiciymiş demek daha doğru.
izleyicinin bir diğer favorisi özellikle dadı dizisinden sonra sit-com adı verilen komedi dizileri. gerçi bu dizilerde özgün senaryo oldukça az sayıda. çekilen dizilerin çok büyük bir bölümü yabancı yapımların uyarlaması konumunda.
pek tabi ki çocuk dizileri var. sihirli, perili diziler özellikle çocukların akşamları kontrolü ele geçirmesiyle daha da ağırlık kazandı.
sonra edebiyat uyarlamaları var. gerçi bu konsept yeni değil, hatta şimdiki uyarlamaların hemen hepsinin daha önceden trt tarafından çekildiği de bir gerçek ama özellikle ay yapım'ın yaprak dökümü, aşk-ı memnu, dudaktan kalbe gibi dizilerle konuları günümüz ortamında çekmesi ilgiyi üzerine çekti.
dönem dizileri de var tabi. tarihi gerçeklerden türetilmiş ya da özellikle son yıllarda yakın tarihi, özellikle de 80'leri konu alan diziler de çekilmekte. gerçi bu dizilerin en büyük handikapı olaylara taraflı bir bakış açısıyla yaklaşması ve gösterdiği görüntülerin ya da yaşam kesitlerinin gerçek olarak algılanması.
ne yazık ki sektörün beceremediği dizi formatının başında gençlik dizileri ve polisiye diziler gelmekte. bunca yıllık tv tarihimizde kaç tane başarılı örnek gösterebilirsiniz? iz peşinde her ne kadar kısa olsa da belki de çekilmiş en iyi polisiye dizi örneğimizdi. şimdinin arka sokaklar'ı ile kıyaslanmaz bile. gençlik dizisi örneği hatırlamıyorum bile. varsa da muhtemelen çocuk dizisine kayma eğilimi gösteriyor.
şimdi bu konuya neden bu kadar daldığımı ya da bu kadar uzattığımı sorabilirsiniz. ezel adlı diziyi izlerken aklıma geldi. evet bazen güzel senaryo fikri ile başlıyor senaristler ama nedense arkası gelmiyor. dizi gereksizce uzuyor, senaryo yabancı dizilerde olduğu gibi bağlanamıyor ya da derinleşemiyor. hemen her olay izleyiciyi düşünmeye sevk etmeden çözülebiliyor. mesela lost'u düşünün. hakkında sayfalarca teori geliştiriliyor. ya da diğer yabancı dizileri; izlerken heyecanlanıyoruz. sezon finalleri klişe sonlarlar bitmiyor. ah keşke bizimkiler de böyle olabilse.
elbiseler, mobilyalar, mekanlar, kişilerin konuşmaları, tavırlar hemen hepsiyle açık vermeyen bir dizi. yalnız e2'nin nasıl yayınladığını ciddi anlamda merak ediyorum. o kadar sigara var ki hepsini mozaiklemeye kalksalar ekranda karakterler gözükmez.
duracell 10 kata kadar daha uzun ömürlü sloganının hakkını verecek olursa, kama sutra'ya göre ortalaması 7dk kabul edilirse 70 dk'lık bir boşalma süresi olur ki; bu kadar saat dayanan adam tercih sebebi olur herhalde.
dizi izleyen erkek gizli eş cinseldir derler eskiler*. ataların bir bildiği vardır ama dönemlere göre update edilmesinde bir beis görmüyorum.*
sonbahar güzel mevsim, hele izmir'deysen. zaten kasımda aşk başkadır. yok o kış oluyor. neyse. mevzu şu ki bir genç hem de en yakışıklısından ve zengininden bir genç neden evde dizi izler? hem de yaprak dökümü? hani aşk-ı memnu olsa anlarım. neticede aile yanında kalan bir birey için en açık konulu erotik film o olabilir. ama yaprak dökümü ?!
bu genci bir psikolog görse anında koltuğa oturtup çocukluğuna inmek ister, freud olup psikanaliz yapası gelir... ama işte gel gör ki ekonomik kriz, gel gör ki dışlanmışlık sosyal çevrenin dışına itilmişlik. işte bu etmenlerin bir potada erimesi sonucu ortaya çıkan vahim tablo. nice dağ gibi yiğitler ekran başına kitlenmiş, dizi izlemekteler. ah bari akıllansalar da cbnc-e dizisi izleseler. belki entelim dantelim ayağına ortamdan kız düşürebilirler. ama nerdee? onlara leylalar, neclalar müstehak o vakit...