"Yorulmayacak mısın üşümekten, didinmekten, seni hiç hatırlamayacak ne de olsa, değer mi bu yaptıklarına. Bak işte yine bu akşamda tanımadı seni, sen onunla titriyorsun ama üşüdüğünden değil, özlediğinden titriyorsun. Yüreğin titriyor. Oysa unutmuş seni, bir yabancıymışsın gibi çekiniyor gözlerine bakmaktan.”diyip durakladı. Sözleri kalbime saplandı adeta. Sancıdığını duydum. Kederli sesi hasret dolu bir küskünlükle yüklüydü. Sonra devam etti sözlerine. ” Vazgeç bu şehirden güzel kız. Seni hep ısıtabilecek, tanıyabilecek birini sev. Seni öyle çok sevsin ki üşümene müsaade etmesin, senin yerinede sevebilecek birini bul. Sen olmadığında seni sevmeye devam etsin.”
sistemin seslenişi kitaplarında, çarpıcı bir biçimde gerçekleri yüzüme vurmuştur. bendeki ve çevremdeki ego vehim ve zan hapishanesini öylesine ustalıkla tespit etmiş ki, tuttuğu aynada sizi hakikatinizden uzak tutan zihniyetinizin yansıması uykularınızı kaçırabilir, kalbinizi sıkabilir. biz evladı resul hakkında konuşurken dikkat etmenizi tavsiye ederim, inanan arkadaşlarım. nede olsa efendimizin kanından geliyor. tasavvuf ehli sanılanın aksine, size tuttuğu aynayla ve oradan yansıyan görüntünüzle, gafletinizin ihtivasını, derinliğini size açık ediyor.
hindistanın vehim ve zanlarla oluşturulmuş tapınma ritüellerine, şekilselliğe tapınan kendini dinci sananların düşünce sistemine ustaca çomak sokmuş bir film. teklif edilen her şeyin bizi taşıması gereken hakikati görmezden gelip araçlara tapınıp, araçların amaç edinilmesi gafletinden bahsediyorum. yoksa seriat elbet yerli yerince, eksiklik bizim algılama biçimimizde.
aamir khan gerçekten taktiri hak ediyor. ve eğlenceli bir ifadeyle anlatmasını da ayrı taktir ettim. bazıları havadan nem kapıp incinir. onlar için yapacak bir şey yok. ahad ve samed olanı anlamadıkça, dar görüşlerimize saplanıyoruz, saplandıkça saçmalıyoruz. mecazları gerçek gibi yorumlayıp, basit nefsani bir akılla kur' anı değerlendirip işin özünden perdeli olduğumuzun farkına dahi varmıyoruz. neyi anlayamadığımızı anlamak için, ahmed hulusinin kitaplarını ve okyanusum.com daki belgeselleri takip etmenizi öneririm. belli noktadan sonra bir kısım hakikati idrak etmiş zihinlerin ortak lisanını çözmek size huzur verecek, üstelik bilimin tasdik etmesiyle perçinlenmiş muhteşem bir ortak lisanın hazzını yaşama imkanı mevcut. ayrıca nübüvvet kemalatıyla bize bildirilen şerii hükümlerin hikmet ve amacını anlamak için de isabetli bir adrestir. hindistan için isabetli bir film, artık hintliler bazı gerçekleri duymaya hazır demektir. belki bizde kendi perdeli algılarımızın nasıl bizi ele geçirdiğini anlama fırsatı buluruz. uyanış biraz sancılı oluyor. en nihayetinde uyanamayışımızın sancıları bunlar.
hindistanın vehim ve zanlarla oluşturulmuş tapınma ritüellerine, şekilselliğe tapınan kendini dinci sananların düşünce sistemine ustaca çomak sokmuş bir film. teklif edilen her şeyin bizi taşıması gereken hakikati görmezden gelip araçlara tapınıp, araçların amaç edinilmesi gafletinden bahsediyorum. yoksa seriat elbet yerli yerince, eksiklik bizim algılama biçimimizde.
aamir khan gerçekten taktiri hak ediyor. ve eğlenceli bir ifadeyle anlatmasını da ayrı taktir ettim. bazıları havadan nem kapıp incinir. onlar için yapacak bir şey yok. ahad ve samed olanı anlamadıkça, dar görüşlerimize saplanıyoruz, saplandıkça saçmalıyoruz. mecazları gerçek gibi yorumlayıp, basit nefsani bir akılla kur' anı değerlendirip işin özünden perdeli olduğumuzun farkına dahi varmıyoruz. neyi anlayamadığımızı anlamak için, ahmed hulusinin kitaplarını ve okyanusum.com daki belgeselleri takip etmenizi öneririm. belli noktadan sonra bir kısım hakikati idrak etmiş zihinlerin ortak lisanını çözmek size huzur verecek, üstelik bilimin tasdik etmesiyle perçinlenmiş muhteşem bir ortak lisanın hazzını yaşama imkanı mevcut. ayrıca nübüvvet kemalatıyla bize bildirilen şerii hükümlerin hikmet ve amacını anlamak için de isabetli bir adrestir. hindistan için isabetli bir film, artık hintliler bazı gerçekleri duymaya hazır demektir. belki bizde kendi perdeli algılarımızın nasıl bizi ele geçirdiğini anlama fırsatı buluruz. uyanış biraz sancılı oluyor. en nihayetinde uyanamayışımızın sancıları bunlar.
sizi etkileyen, yanınızdaki cinden nasıl bahsediyor allâh rasûlü?..
evet, insanın yanında daima var olan ikiliden birisi cindir, diğeri de melek. bunlar sürekli olarak kendi yapılarının ve mânâlarının gereği olarak insanın beynine mesajlar yollar dururlar. cinden olan, genellikle kişiyi, maddeye, bedene, dünyada bırakılıp gidilecek şeylerle uğraşmaya; ölüm ötesini ciddiye almamaya sevkeder; velev ki hatırlansa, akabinde bu düşünceyi unutturacak işlere yönelmeyi telkin eder!.. ve kişinin tabiatı da bu işlere müsait ise, artık kendini bu türden iteklemelere kaptırır gider!.. işte insanların farkında olmadan cinin hükmü altına girmesi olayı böylece gerçekleşir.
bu itişlere karşı ise, insanın kendini tek kurtarma aracı ilimdir!.. ilim yoluyla kendini, karşısındakini tanıyacak ve ona karşı başvurulması gerekli tedbirleri alacaktır. cinlere karşı kişide koruyucu manyetik alan oluşturan zikir şudur:
lâ havle velâ kuvvete illâ billâh rabbi inniy messeniyeş şeytanu bi nusbin ve azâb; rabbi eûzü bike min hemezâtiş şeyâtıyn ve eûzü bike rabbi en yahdurûn. ve hıfzan min külli şeytanin mârid. (38.sâd: 41 23.muminûn: 97-98 37.sâffât: 7)
" keza rüya hâlinde bile", kâbus adı verilen görüntüler anında, ya da cinlerin musallat olmaları hâlinde, bunlar birkaç yüz defa okunursa, üzerinizden bu baskının derhâl kalktığını görürsünüz.
iblis adıyla bilinen ve şeytan lakabıyla tanınan varlık cin sınıfından bir tür olup; din konusunda yeterli bilgiye sahip olmayanların sandığı üzere melek değildir!.. bu hususa şu âyette işaret edilir: hani biz meleklere secde edin âdeme dedik de iblis hariç hepsi hemen secde ettiler! iblis cin (türün)dendi (18.kehf: 50) şeytan lakabını taşıyan iblis isimli cin sınıfından varlığın neslinden oluşmuş türler, genelde insanları gerçekler istikametinde yaşamaktan saptırıcı fikirleri, sürekli olarak insanlara ilham ederler ve o yolda çeşitli arzulara sürüklerler.
(ahmed hulusi insan ve sırları kitabı 2)
kabuslarından kurtulmak isteyenler varsa, bizzat kendim uyguladığım yukarıda ki duayı paylaşmak isterim. deneyimlediğim için gönül rahatlığıyla paylaşıyorum. öyle güçlü bir koruyucu kalkandır ki bu dua, rüyanızda kâbus görürken okursunuz ve rüya silinir, bir daha gelir kâbus bir şekilde, bir daha okursunuz ve yine rüya silinir. yanlış anlaşılmasın tüm bunlar yaşanırken derin bir uykudasınız dır. ansızın aklınıza gelen negatif ve kötü düşüncelerden kurtulmak içinde bire birdir. rüya halinde gün içinde okunan onlarca dua değilde, bu koruyucu duanın rüyalarda bizzat kendiniz tarafından okunması da insanı hayrete düşürüyor. ben yaklaşık altı ay gece kabusla uyandım, bu duada rüyalarımda bana eşlik etti. elhemdürüllah artık bitti kabuslar. ufak tefek nefsani rüyalarda yine duayı okuyorum rüyada. müthiş bir şey, yaradanın duası kontrolün sizde olmadığı kabuslarda hızır gibi yetişiveriyor. muhteşem bir sistem.
geçen sezonun boğucu sıkıcı havasını üzerinden atmış. mürvet karakteriyle ayağa kalkmış. şu anda ekranda ki en iyi dizi haline gelmiş. iyi iş çıkarılıyor artık, takipteyiz.
Şile merkezden ötesini görmek istemeyen belediye. Alacalı sakinleri olarak yıllardır pislik içinde olan sahil için mantıklı çözümler üretmelerini bekliyoruz. Hiç olmadı bir kaç konteynır, bir kaç uyarı levhasını esirgemesinler sahilimizden. Sahil mi çöplük mü belli değil. En az yirmi yıldır hiç bir şeyin değişmediğini üzülerek söylüyorum. Ne insanlarımızın çöp atmakta sakınca görmeyenleri akıllandı. Ne de belediye görevini yaptı.
Dalga yoğun olduğunda girilmemeli, sahil güvenliğin bulunduğu koyları tercih etmeli, ve lütfen en azından biz çöplerimizi konteynıra atma inceliğini gösterelim arkadaşlar, ve aile büyüklerimizi uyarabilirsek çok iyi olur.
(ismi) el mesih
meryemoğlu isa
oluşumu adem'in oluşumu gibi olan kul
allah'tan bi-kelime
özel kuvvelerin açığa çıktığı allah kelimesi
allahın âyeti
allahın yüzü
âlemler için bir mucize
allahın kendisini tanımladığı esmâ'sından kendisine vasfettiği bazı mânâları açığa çıkaracağı bir kulu...
varlığında o'na(rabbine) dair işareti taşıyan...
ruhullah(allahın ruhu)
ruh-ül kuds
kudsî ruh-sâri ruh-tek ruh
rasûlullah
israiloğullarına gönderilen rasûl
"tevrat'tan (musa'ya vahyolandan) önünde bulunanı (tahrif olmamış-orijinali) tasdik edici...
saptırılarak israiloğullarına haram kılınmış bazılarının, helal olduğunu bildirmek için rablerinden bir işaretle-mucize ile gelen rasûl
"teşbih" hakikatını insanlığa açmış zât
hayat sıfatının mazharı
fiiller mertebesinin özünde mevcut olan hayâtiyet
biiznillah (onların hakikatlerini oluşturan esmâ kuvvesinin elvermesiyle) ölüleri dirilten...
dünyada ve sonsuz gelecek sürecinde vecîh (şerefi çok yüce kul)
ikrama nail olmuş kul
mukarrebun (allaha kurbiyet mertebesinde yaşayan {allahın bazı kendine has isimlerinin mânâlarının bu yakınlık sebebiyle kendisinde açığa çıktığı} mucizelere vesile kişi)
sâlihlerden bir kul
tasavvufta "kudret" sıfatının bir tezâhürü olan "allah`a yakîn" hâlinin sembolü
"beşikte ve kehlde (olgunluk döneminde) insanlara konuşacak olan kul
şuur varlık
özüne eren nefs
allah kulu"
hz.meryem-> allahın {(kendi devirlerindeki) insanların üstüne seçip arındırdığı imran neslinden-annesinin(imran'ın karısı) daha karnında iken allah'a adadığı; onu ve neslini, taşlanmış şeytandan koruması için allah'a bıraktığı-rabbinin kendisini hoşnutlukla kabul ettiği ve nadide bir çiçek gibi yetiştirdiği, zekeriyya'nın himayesine verdiği-allah'ın, merhameti sonucu, indinden yaşam gıdası (rızık) verdiği-allahın kendisi için saflaştırıp (hakikatini hissettirip) seçtiği; şirk-ikilik necasetinden arındırdığı ve o çağdaki bütün kadınlardan üstün kıldığı-huşû duyarak yaşayan (rabbine kanit)-allah indînde varlığının yoktan var olmuş yokluğunu hisseden(secde eden)-varlığında açığa çıkan rabbinin esmâsını hissederek itiraf eden(rükû edenlerle rükû eden)-allah'ın kendisinden bi-kelimeyi (kendisini tanımladığı esmâ'sından kendisine vasfettiği bazı mânâları açığa çıkaracağı bir kulunu(israiloğullarına rasûl olarak göndereceği, ismi el mesih-meryemoğlu isa olan sâlihlerden bir kul) müjdelediği-âlemler için bir mucize olarak meydana getirdiği} bir kulu...-[sıddîka (hakikati görüp şeksiz tasdik etmiş olan)-iffetini koruyan dişi]
allah, imran neslini(kendi devirlerindeki) insanların üstüne seçip arındırdı.
rabbi, meryemi nadide bir çiçek gibi yetiştirdi ve zekeriyyanın himayesine verdi
allah, meryemi ve oğlu isayı, âlemler için bir mucize olarak meydana getirdi.
melekler meryeme neleri bildirdi?(allahın kendisini saflaştırıp (hakikatini hissettirip) seçtiğini-(şirk-ikilik necasetinden) tertemiz kıldığını-rabbine kanit olmasını-secde etmesini- rukû etmesini )
isaya hamile kalışı
allah, meryeme kendisinden bi-kelimeyi(isayı) müjdeledi
hz.isanın yaradılışı ile ilgili işaretler ve hikmetli zikir[gayb olan geçmiş olaylara dair işaretler-hikmeti açıklanan olaylar-üzerinde düşünülüp ders alınması gereken örnekler]
hz.isanın oluşu da âdem'in oluşu gibidir.
hz.meryemin yaşadığı şerefe nâil olmış başka yaşamlar var mıdır?
hz.isa'nın düşünsel kişiliği(mânevi yüzü-şuursal kişiliği-içyüzü-hz.isanın "allah"a yönelişindeki bilinci)
"semânın krallığı"(düşünsel boyut-enfüsî kemâlât)
hz.isa'nın dini->islâm! (sünnetullah-allahın mevcûdatı, varlığı yaratma sistem ve düzeni-"allahın yaratmış olduğu sistem ve düzen)
allah, meryemoğlu isaya kitabı, hikmeti-tevratı ve incili tâlim etti (varlığına nakşetti-programladı) ve israiloğullarına rasûl olarak gönderdi
isa, tevratın tahrif olmamış-orijinalini tasdik etti (israiloğullarına, allaha kullukta olmalarının farkındalığına erip ona göre yaşamalarını bildirdi)
insanlığa teşbih hakikatini açtı. sapmaları düzeltmek üzere görev aldı.
insanları "kendi hakikat"larını yaşamaya(enfüsî kemâlâta-düşünsel boyutun özelliklerine-"semâ'nın krallığına) dâvet etti
apaçık deliller olarak açığa çıktı sistem ve düzenin gerçeklerini getirdi.
allahtan başkasına kulluğu düşünmemelerini [bazılarının bazılarını(meselâ isayı) allah yanı sıra ilâh-tanrı edinmemelerini bildirdi.
hz.isa, "tenzih" ile kayıtlanan yahudilere yeni bir din(sistem) getirmemiş; "sistem'e yeni bir bakış" getirmiştir(musevîlerin yanlışlarını düzeltmiştir.)
isaya verilen apaçık mucizeler(allah'ın bazı kendine has isimlerinin mânâlarının yakınlık sebebiyle kendisinde açığa çıkması)
ruhül küds (onda açığa çıkarılan kuvve) ile desteklenmesi (teyid edilmesi)
b sırrıyla (biiznillah)->beşikte konuşması-ölüleri diriltmesi-(saptırılarak) haram kılınmış bazılarının helâl olduğunu bildirmesi-anadan doğma köre ve cüzamlıya (allahın izniyle) şifa vermesi
hz.isa a.s, allahın izniyle şifa veriyor; allahın izniyle ölüleri hayata çıkarıyordu
semâdan hakikat ve mârifete ait ilimler(mâide-zâhir anlamıyla, sofra) inzali
"incil" [isa'ya vahyolan-hz.ibrahim'den sonra inzal olan-"müjde"-müjdelenen hakikat-müjde olan bilgi -öğüt olması için verilen, içinde hüda (hakikat ilmi) ve nûr bulunan; tevrat'tan ona ulaşmış olanı da tasdik eden, korunanlar için bir hidâyet kılavuzu-esmâ kuvveleriyle tasarruf]
bugün mevcud olan "incil", bir hadis muadilidir( kur'ân muadili değil!)
içinde hakikat ilmi (hûda) bulunan-tevrattan ulaşmış olanı tasdik eden-korunanlar için bir hidâyet kılavuzu mâhiyetinde olan incil, öğüt olması için verildi.
israiloğulları, hakikati dillendirenin ortadan kalkması için gizli hileye başvurdular.allah, hz.isaya hakikatinin yüceliklerini yaşattı ve kâfirler arasından alarak arındırdı.(kendine ref etti)
hz.isa, bedenden kopukluğu yaşar (kendini beden sanma hâlinden arınmıştır)
hristiyan (nasara)
iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlar-> "biz nasarayız= hristiyanlarız" diyenler[derin ilim sahibi keşişler-kendini allah'a adamış rahipler(ruhban)-kibre sapmayanlar]
isa öğretisinden sapanlar [göktanrı ile oğlu isa diye bir din anlayışı getirenler-üçtür (baba-oğul-kutsal ruh) diyenler-"biz allah'ın oğulları ve o'nun sevdikleriyiz diyenler-hakikati inkâr edenler-dinlerinde ölçüyü kaçırıp haddi aşanlar-zâtına vardıran fenâ yolundan sapanlar-hakikatlarından sapanlar-ruhani kuvvelerinden, semavi yasamdan mahrum olanlar-haksız yere ölçüyü kaçırıp haddi aşanlar-denge noktasından sapanlar-tenzih-teşbih dengesini yitirerek vahdeti yaşayamayanlar-batın ile perdelenenler-dünde kalanlar]
meryemoğlu isa hakkında şüpheye düştükleri gerçek
isa ve (allah'ın kızları diye vehmedilen) melekler, ikrama nail olmuş kullardır.
subhandır "hû", çocuk sahibi olma kavramından! üçtür (baba-oğul-kutsal ruh) demeyin! allah, tek ulûhiyet sahibidir!
isa (ve mukarreb melâike) allah'a kulluktan asla gocunmazlar.
siz de allah'ın yarattığı bir "beşer"siniz.
ruhbaniyet (allaha erme)
ruhban (kendini allah'a adamış rahipler)
ruhbaniyet çalışmaları (çok büyük korku dolayısıyla sırf uhrevî-ruhanî yaşama dönük çalışma)
israiloğullarına ruhbaniyet mükellef kılınmamıştı (cennet nimetlerini) talep etmek için bunu kendileri başlattılar ama hakkıyla da riayet etmediler!
allah dûnundaki ruhbanlarını (rahiplerini) rabler edindiler.
"meryemoğlu mesih", ancak bir "rasûl"dür... annesi de, o da yemek yerlerdi.(beşerdi!)
"îsevî hakikat-daire-i iseviyet (enfüsî seyr-düşünsel boyutta yaşama-bedensellik-birimsellik anlayışının kalkması ve b sırrının yaşanmaya başlanması-hakikatinde hakkı görmek-nefsinin hakikatının mutlak "tek"e ait olduğunu fark ediş)
isevî meşreb (teşbih hâli müşahedesi ağır basan-müşahedesinde zâhir ismi ağırlıklı olan)
isa aleyhisselâm kudret sıfatıyla zâhir olmuştur.
"îsevi hakikat" nuzül ettiğinde "b" sırrı açılarak yaşanmaya başlanır. {varlığın yalnızca, allah adıyla işaret edilenin esmâ mertebesinden ibaret olduğu hissedilir-deccaliyet (tanrılık vehmeden benlik) eriyip yok olup gider-el mudil isminin ağırlığı geriler-velî ismi seyri ağırlık kazanır}
yaşam gerçeklerini örtenin yolu, "deccal'in cenneti"ne (cehenneme) varır.
hz.isa ve kıyâmet ("bilinen o meşhur "an"-"emrullah"-kıyam edilen gün-ahiret gününün birimin varlığında açığa çıkış süreci-boyutsal dönüşüm-bir yapının diğer bir boyuttaki yaşam biçimine dönüşme süreci-ruhu azam müsahadesi-ruh boyutu yaşamının nurâni yaşam boyutuna dönüşme süreci-uyarılma günü-teslim günü(islâm)-mânevi diriliş-ruhani diriliş-hakiki diriliş"ölüm"-fiziki ölümün akabi-"bâs")
hz.isa, kıyâmet için bir ilimdir!
katledilmesi
isa katledilmedi! onu ne katlettiler ne de haça astılar sadece (onlara) öyle benzetildi(asılan).
ref edilmesi (hakikatinin yüceliklerini yaşatılması)
isa aleyhisselâm şu anda ruhani bedeniyle berzahta yaşamaktadır.
dünyaya tekrar gelecek! şamda ortaya çıkacak
hz.isa niçin bir beden sahibi olarak dünya üzerinde bulunmak zorunda?
hristiyanlar hz.isa öğretisini anlamadığı içindir ki hz.isa tekrar dönüp, yanlış anlaşılan gerçeklerin doğrusunu açıklayacaktır.
nasıl göreceğiz?
isa aleyhisselâm, beynin direkt olarak algıladığı dalgalar ile görülür.
kâinatta mevcud olan tüm varlıklar "kudsî ruh"un mânâlarının birbiri tarafından görülmesidir.
hz.isa'nın yeryüzüne gelip hz.muhammed kaynaklı ilmi almasının diyeti, "deccal"i öldürmektir
isa aleyhisselâm "deccal"i yeryüzünden kaldıracak...
dalga bedenini("ruh"unu) tekrar yoğunlaştırmak suretiyle aramıza dönecektir.(33 yaşın sûreti ve şekliyle)
hz.muhammedin(aleyhisselâmın) geleceğini müjdelemesi bizi, ilâhi sıfatlarla tahakkuk edenlerin yoluna hidâyet et...(sırat-ı mustakıyme) "hakikat"larından sapanların(bâtın ile perdelenenlerin-nasaranın) yoluna değil!
Benim velilerim, kubbemin altındadır; onları kimse tanımaz buyruluyor...
Bilir misin bunlar kimlerdir?.
ALLAHın bazı kulları vardır ki, onlar dünyadan ve ukbâdan sıyrılmışlar, deryaya erişip deryadan bir zerre olmuşlardır.
Bunlar,Allah ahlakı ile ahlaklanın buyruğuna uymuş tecellilerdir! Onların ne istemekle alâkaları vardır, ne de istememekle.
Onlara Rab, sen ne dilersin, dediği zaman; onlar, «Sen ne dilemişsen» derler!
Çünkü onlar, daha evvelki mertebelerde idrak etmişlerdi ki, değil istek, istememeyi istek dahi bir istektir! ... Ve, bu dahi istenemez.
Zerre deryaya diyebilir mi ki, beni şu tarafa götür diye. Derya ne tarafa dilerse, sevkeder dalgalarıyla onu... Gerçek, derya ise; dalgalarda tecellileri midir acaba?
işte bu kişiler, sadece ve sadece, yaradılmışlar için Rabbin bir rahmet tecellisi olarak, yaşarlar... Yaradılmışlara onlardan erişir Rabbin nimeti.
ŞÜPHESiZ Ki RABBiN NiMETi MUHSiNLERDEN ULAŞIR YARATILMIŞLARA (7-56)
Onlar, birer ayna olmuşlardır! Kim baksa, onlarda, kendinden başkasını göremez olur!
Onların sadece Efendileri ve Rableri vardır. Aralarına kimse giremez. Birbirlerini tanırlar onlar, bazan buluşur konuşurlar... Ama bilirler ki hepsi de tek bir gerçektendirler.
Müferridun sizi geçti diyerek, Efendimizin ashabına bahsettiği kişilerdir bunlar!
Ne, bir tarikatları vardır; ne de, bir mezhepleri!
Gazalînin (selâm olsun) ölürken, Kurânı göğsüne koyup Benim mezhebim budur dediği gibi; onlar da, bunu farketmişlerdir... ve ehlini bu konuda uyarırlar!
Yaradılmışlar, ölmüşlerdir onlar; ve bundan dolayıdır ki. artık bir daha düşünmezler ölümü, çünkü onlar bir daha ölümü tatmazlar!
ONLAR, iLK ÖLÜMDEN BAŞKA ÖLÜM TATMAZLAR (44-56)
Ölümü, çoktan tatmışlar, sıratı geçmişler, cennete, huzur âlemine, girmişlerdir.
Onlar, Rablerini seyirle meşguldürler... Her an Onu temaşa etmektedirler... Onunla beraber!
işte bunlar, Rabbin örtüsü altındaki veli kulları, sıddîklar, müferridundur.
Eğer sen, susuz kaldıysan, onları ara ve bütün örtü ve engellerine rağmen onları tanımaya çalış... Onların halleriyle hallen; ki, Allahın ahlakıyla ahlaklanma yolu açılsın!
Onlar Ferdiyet sahipleridir!
Bizler sadece Kurâna... Rasûlullaha ve dolayısıyla Allah'a tâbi olmakla mükellefiz.
ara.jpg (366 bytes)
MEZHEP iMAMLARININ TÂBi OLUNACAK YANI YOKTUR!
Mezheb imamları ya da tarikat şeyhlerinin âhıret itibariyle hiç bir tâbi olunurluluğu yoktur... Ama bütün onlardan yansıyan bilgilerden günümüz şartlarına uygun olanlarından istifade edilebilir.
Şunu kesinlikle bilelim ki...
Herkes, Hz. Muhammede tâbi olup yolundan gitmekle mükelleftir; kendi yararı için... Bunun dışında hiç kimseye tâbi olmakla mükellef değilsiniz...
Herkes kendi ilmi ve aklı kadarıyla kendi yolunu çizecek ve sonucuna da hiç bir mazeret gösteremeden kendisi katlanacaktır.
Bu konu sizin için ne kadar önemli ise, ona göre değer ve zaman verip ona göre de yolunuzu çizersiniz... Kimsenin kimseye tâlimat verme veya Din koltuğunu kullanarak hükmetme hakkı ve yetkisi yoktur...
insanlar benim bilgi birikimimden de istifade ediyor ama bana tâbi olmak diye bir kavram sözkonusu değildir...
Bilgiden istifade etmek ayrı şeydir, tâbi olmak ayrı şey... Bütün insanlar her dalda birbirlerinden yararlanırlar ama tâbi olunacak tek zât Rasûlullah'tır!
Ben tahkike erecek gücü, aklı kendimde bulamıyorum diyenler, diledikleri kişinin görüşlerinin yolundan gidebilirler... Ama hataları ve sevapları kendileri sırtlanarak!
Öbür tarafta ben şuna tâbi olmuştum da ondan dolayı bu yanlış fikre kapıldım, ya da şu yanlış davranışı ortaya koydum gibi bir mazeret geçerli olmayacaktır.
ara.jpg (366 bytes)
Dostlar, ilme sarılan kurtuluşa erer...
Kişilere sarılanın işi ise şansa kalmıştır!
Sağlam yoldan gitmek isteyen daima akıl ve mantığını kullanarak ilim yolunu seçsin..
Âhirete taşıyacağınız gerçek sermayeniz ilminizdir... Bilinçsiz tâbi olmalar size yalnızca TAKLiT getirir...
Ben bilginlerin bilgisinden yararlanın ama körü körüne tabi olmayın, aklınızı kullanarak ele aldığının konunun her yönünü kavrayın, taklitten kurtulun diyorum.
Bilgi ezberlemek değil, irfan tahsil etmektir önemli olan.
Bilgi insanın kendisini geliştirmesi ve gereğini yaşayabilmesi içindir. ilim sahiplerinin ilminden istifade edilecektir elbette ama körü körüne, kafa çalıştırmadan ben falancaya bağlıyım diyerek, kafa çalıştırmadan yaşamak bana göre yanlıştır.
Biz insanların taklit yolundan gitmeyi bırakıp, tahkike yönelmelerini ve Din konusunu hobi olmaktan çıkartıp hayat memat meselesi olarak değerlendirmelerini arzu ediyoruz.
Çünkü herkes sonuçta herşeyini bu dünyada bırakıp, sonsuzluk boyutuna geçecek ve orada yanlızca bu dünya yaşamında edindiği sermaye ile yaşayacaktır..
Dünya hayatı her yönüyle sonuçta bir oyun-eğlence olarak nitelenmektedir...
Öyle ise, herkesin tek hedefi ölümötesi yaşam yolunda Hz. Muhammed adı altında birleşerek yürümek olmalıdır.
Herkes kendi meşrebine göre bir anlayıştan hoşlanabilir ama bu onun özel hayatı olmalı; diğer insanlarla ilişkilerinde bu husus araya girmemelidir.
ara.jpg (366 bytes)
(Soru: Ama toplumda bir kesim diğer bir kesimi, sırf inanç sistemi farklı diye kötülemeye devam ediyor.)
Mezhep imamları ya da tarikat şeyhlerinin âhiret itibariyle hiçbir tâbi olunurluğu yoktur... Ama bütün onlardan yansıyan bilgilerden, günümüz şartlarına uygun olanlarından istifade edilebilir.
islâm Dinini bilen, başkalarını kötülemekle vaktini aleyhine değerlendirmez; kendini âhirete hazırlamakla zamanını değerlendirir; başkalarına da doğru bildiğini söyler, geçer...
insanları yargılayacak olan ve dolayısıyla değerlendirmeye tâbi kılacak olan Allahtır; bana göre...
ara.jpg (366 bytes)
ÖLÜM ÖTESiNDE, MEZHEPTEN SUAL OLMAYACAK!
Şeriat, Allah Rasùlünun buyruklarından ibarettir!. Şeriat; Kurân ve Hadisten ibarettir!. Çünkü Kurân mutlak olarak, direkt ilâhi hükümleri bildirendir... Bunun dışındaki görüşler beşeri-terkîbî kayıtlardır!.ilâhi hükümlerin, beşere göre yorumlanmasıdır!.
Dolayısıyla beşeri yorumlar ilâhi hükümleri kaydı altına almaz; tâbi olma zorunluluğu getirmez!.
Burası çok ince bir noktadır
Buranın çok iyi anlaşılması gerekir!. Ulûhiyetten gelmeyen hükümler, mutlaka beşeriyettendir!.Yani terkibiyettendir!
Eğer kişi diyorsa ki,ben Nebiyim, onun hükmüyle amel edilir!.Ama Nebî değilse, yâni Allahın elçisi değilse, Allahın hükümlerini bildirmiyor!.Terkibinin meydana getirdiği hükümleri bildiriyordur...O zaman ona uymak farz değildir, gerekli değildir! Ama sen, o hükümlerde, seni ilâhi saadete ermeye götürücü bir anlam bulabiliyorsan, uyabilirsin; bulamıyorsan uymayabilirsin ve bundan da mesùl değilsin!
işte bu yüzdendir ki öldükten sonra, kimse mezhebinden veya tarikatından sual olmayacak; mezheb veya tarîkat diye bir şey geçerli olmayacak; ancak ilâhi hükümlere uyup uymamanın neticeleri ile karşılaşacaktır!.
Nübüvvet kemâlâtının, beşeriyet sûreti ( Dünya sûreti ) altında açığa çıktığı zât...
Allah'ın, Müjdeleyici ve uyarıcı olarak bâs ettiği (nübüvvet kemâlatını açığa çıkardığı) kişi...
Nübüvvet görevini ifa eden
Varlığını Velâyet hakikatından alan Zât
Doğuştan Nübüvvet istidadına sahip olan Zât...
Alemlerin rabbı olan Allahı bilip, Onun dilediğini "insan"lara tebliğ ile görevlenen kişi
ilâhi nûrun zuhûru yanı ile beşerî yanı kendisinde birleştiren kişi...
Vahye dayanan bir sistemle görev yapan ...
Ötedekinin postacısı değil; "hakikatindekinin dili"... Kendi varlığında, boyutsal olarak eriştiği mertebenin hakikatını dillendiren...
Esma ve sıfatın efal aleminde açığa çıkış sistemini okuyup buna göre bir insanın kendi hakikatine ulaşması için neleri yapıp nelerden uzak durması için gerekenleri anlatan...
Benliğindeki Allahı müşahede ettikten sonra ona teslim olan ve Allahın emirlerini, yani Ulùhiyet hükümlerini, beşeriyetin saadetini meydana getirecek kurallar olarak beşere ulaştırma görevini ifa eden zât....
Kendi hakikatını bilerek, geldikleri toplumların yaşam düzeylerine göre bir ileri basamağı öneren görevli zât
insanları Allah Dinine dâvet eden Görevli Zât
·Yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insana(devlete değil!.) "Din yani Sistemi anlatarak, onların ölümötesi gerçeklere hazırlanması için görev almış kişi...
Beşere ilâhi hükümleri tebliğ ederek, ilâhi mânâları açıklayarak, Allaha vâsıl olmalarını temin yolunda çalışma yapan Zât
Bütün bu varlık âleminin tasarrufunun ötesinde, beşere ilâhi hükümleri tebliğ ederek, ilâhi mânâları açıklayarak, Allaha vâsıl olmalarını temin yolunda çalışma yapan kişi
Âlemin ve varlığın hakikatına, aslına ermiş olarak insanları Allaha davet eden kişi
(bkz: http://www.milliyet.tv/ne...rk-soku-QM3FF4RopYbY.html)
Sizler her yerde felakete sebep oluyorsunuz diyen Türk vatandaşı, "Benim kitabımda sizin sonunuzun nasıl olacağı yazıyor. Gün geldiğinde ne bir tasın ne de bir ağacın arkasına saklanabileceksiniz" diyerek grubun dağılmasını istedi.
Ramazan ayında olduğumuzu bile bile saldırıyorsunuz diyerek gruba bağıran vatandaş, "Her Ramazan masumlara saldırıyorsunuz. O topraklar sizin değil. Silahsız insanlara karşı mı savunuyorsunuz kendinizi o insanlara silah verinde görelim savunmanızı. Yaptığınız savunma değil cinayettir." diye bağırdı. Kanlı katliama destek veren grup, tepki gösteren Türk vatandaşına hiçbir cevap veremedi.
Niçin, Kur'ân-ı Kerîm'deki ve tasavvuf dünyasındaki mecaz ve işaretleri tekrarlamakla avunup, onların işaret ettiği gerçekleri fark edemiyoruz?
Niçin, beş duyu sınırları içinde düşünmekten kendimizi kurtarıp, kozamızın içinden çıkamıyoruz?
Niçin, "TEK kare resim" olan stringler boyutunun algılanışının tasavvufta "Esmâ mertebesi" olarak tanımlanıp,"ilmî sûretler"i meydana getirdiğini; bunun ötesinin mutlak "yok"luktan ibaret olduğunu algılayamıyoruz?
Niçin, Kurân'a göre "necîs" (pis) olan "şirk" düşüncesinden temizlenip "tâhir" olmayıp; kendimizi duş altına atarak "necîs"ten) temizlendiğimizi sanıyoruz?
Sorular, yazsak uzayıp gidecek ama cevaplar?..
Gelin, önce iki âyeti hatırlayalım Kur'ân-ı Kerîm'den...
Halk arasında bu iki âyetin bir arada anlamı, "Abdestli değilsen kirlisin, bu sebeple Kurân'ı eline alma!" diye yayılmış...
Oysa...
"Bir algıladığın âlemler var, bir de gökte ötelerde bir yerde bir ilâh-tanrı var" anlayışında isen, varlığın mutlak tekilliğini vurgulayan ve sistemini anlatan bu muhteşem "Bilgi"'a) yaklaşma; çünkü böyle bir anlayış içindeyken burada anlatılan verileri değerlendirmen mümkün olmaz, anlamınadır bu iki âyetin mânâsı bir arada.
Bir an konuya ara verip, bir misal ile yaklaşayım ana konumuza... Böylece, Kur'ân, hadis ve tasavvufta, olayın neden mecazlar ve işaretlerle anlatıldığı hususuna cevap vereyim.
Sizi alıp 500 yıl öncesine ışınlasalar ve o devirde yaşayanlara, "internetteki bilgilerin nerede, nasıl saklandığını, bilgisayar ve televizyon sistemlerinin nasıl çalıştığını anlatmak zorundasın" deseler; bunu nasıl anlatırsınız o insanlara? Vereceğiniz misaller ne kadarıyla gerçeği aksettirir?
1400 küsur yıl evvel yeryüzünde yaşamış ama "Sünnetullâh" adıyla işaret edilmiş Sistem ve Düzen'in tüm mekanizmalarını kendine açıldığı kadarıyla müşahede etmiş; sonra da bunun bir kısmını çağının şartlarını yaşayan insanları da hesaba katarak anlatmak zorunda kalmış en muhteşem insan Allâh Rasûlü ve son Nebisi, acaba daha başka ne diyebilirdi bize intikâl edenler ötesinde?
Ne yazık ki, her dalda çağı aşmaya çalışan insanlar, Allâh Rasûlü'nü ve bildirdiklerini değerlendirme konusunda hâlâ yüzlerce yıl öncesinin şartlarını yaşayan insanlar gibi düşünüp yorumlamaktan gocunmuyorlar!
Oysa, o devirlerdekiler mazurdu! Çünkü, bugünün veritabanına ve imkânlarına sahip değillerdi. Ama bugünküler?!! Niçin Kur'ân'ı Kerîm, akıl sahiplerinin, misallerle,benzetmelerle anlattıklarını tefekkür ederek,deşifre etmelerini istiyordu?
Evet, gelin artık biz düşünme ve değerlendirme sistemimizi yenileyelim!.. Onların zorunlu olduğu yüzeysel bakış yerine, Allâh nimeti olan bilimler eşliğinde, konuyu sistemli bir şekilde sorgulayarak, Allâh Rasûlü ve son Nebisi'nin bildirdiği şifreleri çözmeye çalışalım...
20-) Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak... Onları (bilinçleri) Hur-i Iyn (her şeyi net, akı ak karayı kara gören özelliğe sahip bedenler) ile eşleştirdik. (Dişi huri kızı diye yorumlanan bu anlatımlar tümüyle diğer cennet yaşamı anlatımları gibi bir temsilî, sembolik anlatımdır. {"Meselül cennetilletiy" = CENNETiN TEMSiL (misal - benzetme) yollu anlatımı} 13.Ra'd: 35 ve 47.Muhammed: 15... {Sahih Hadis: Allâh buyurur ki; Sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın kavramadığı şeyler hazırladım! Buharî, Müslim ve Tırmızî} A.H.)
allah, yunus aleyhisselâmı âlemlere üstün kıldı ve nübüvvet verdi. {"sırat-ı mustakim"e hidayet etti, (ilâhi özelliklerle yaşamayı lutfetti ve bu özelliklerle yaşayan -ilâhi sıfatlarla tahakkukta bulunduğu-nebilerin, sıddıkların, velilerin yoluna iletti), hüküm("ilâhi ilim"-"halife"lik-"sistem bilinci") ("sünnetullah" denen "zamanüstü evrensel sistem ve düzen"in işleyiş mekanizmasını-"hududullah"ı-yaradılış yasalarını-dosdoğru teraziyi-"iman edilen hakikate neler yapılarak veya yapılmayarak ulaşılabileceğini bildirdi)
"balığın karnı ile (dünya yaşamı ile) imtihan etti {dünya işleri ile meşgulken rabbinden mesaj aldı.(allah vahyetti-bilincinde "ilâhi bilgi" açığa çıkartıldı)}
yunusu büyük bir balık yuttu. (kendini dünya işlerine bıraktı-insanları gerçeğe inandırmakta başarısız olunca tebligatı bıraktı-balığın karnına girdi)
dopdolu bedene ("gemi"ye) kaçan yunus aleyhisselâm, ilim üzerinde dünyayı gezdi (zâhiri yaşamı müşahede etti) ve denizden çıktı. (ilmin nuru ile parladı)
eğer tespih ile hakikatini hissederek allah'a vechini dönmeseydi, ölüm tadılma sürecine kadar dünyasında bedensellikte kalırdı.
kavmi, hz.yunus aleyhisselâm aralarından ayrılıp gittikten sonra azabın kendilerine geleceğini hissettiler, toptan iman ve tevbe ettiler.
yunus nebi'de nübüvvet kemâlâtı (varlıkta geçerli olan ve sünnetullah denen sistem ve düzenin işleyişini ve buna göre ne yapılırsa sonucunun ne olacağını bildirme işlevi) beşeriyet sûreti (dünya sûreti) altında açığa çıktı (balığın karnından çıktıktan sonra, hâlsiz kaldı -kıyıda kabak türü bir bitkinin yaprakları altında dinlendi -yaprak ona gölge yaptı, gölgeledi )
kur'ân'ın hz. yunus aleyhisselâmın yaşamından verdiği kesitlerden alacağımız ibretler
siz de "rabbinizin hükmü"ne-kazasına razı olun... balığın dostu olmayın. (geçici dünya değerleri yaşamınızın asıl gayesi olmasın-dünya şartları ve şartlanmaları içinde sıkıntıda kalmayın)
KUR'ÂN hakkında
BU "KiTAB"A ARINMADAN DOKUNMA!
Düz mantıkla okursa Kur'ân-ı Kerîm'i; "Biz size misallerle anlattık" uyarısını dikkate almadan...
Kıyametten sonra gene toprak-madde yapılı bedenler var...
Bir yangın yerinde (cehennem) yaşayanlar...
içinde envai çeşit meyve ve hûri ve gılman isimli cinsi lâtiflerin dolaştığı bostanlar, bahçeler (cennet)!..
Yukarıda bizi seyreden, eli olan bir tanrı!..
Ya Berzah ve Kıyamet evresi?..
Dünya prese girmişçesine dümdüz olmuş; kenarsız tepsi gibi!..
Üstünde toplanmış gelmiş geçmiş tüm insanlar...
Uzayda dökülen(?) batan yıldızlar!..
Cehennemi tutmuş kulplarından getirmiş bir tür sûretli melekler... Cehennem kaynıyor alev alev altında dünya tepsisinin!..
Kolcular, insanları alıyor teker teker bir terazinin başına; koyuyor günah ve sevaplarını terazinin kefelerine... Orada elektronik terazi kalmamış; ya da kullanılmıyor elektrikler kesik olduğundan!!!
Tartı işleminden geçtikten sonra insanların milyar kere milyarlarcası; bir köprü kuruluyor Dünya'nın kenarından, ateşin üstünden, ateşin öte yakasındaki cennet denilen bahçeye doğru...
Ateşin sardığı Dünya çevresi milyonlarla kilometre...
"Kim neye tapıyorsa onun peşine takılsın" komutu geliyor oranın genel kurmay başkanından; herkes, Dünya'da iken tapındığı kişinin canlı heykelinin peşinden yürüyor!.. O tapınılan, köprü yerine Dünya'nın sonuna gelip, ateşe düşüyor; takipçileri de ardından!..
Belli bir sûrete tapınmayıp, "Allâh"a secde ederek, onun için toprağa baş koyduklarını söyleyenler ise oldukları yerde bekliyorlar...
Sonra onlara, "Tâbi olduğunuz Rasûl veya Nebi'yi takip ediniz" deniyor... Onlar da, tâbi oldukları Nebi veya Rasûl'ün arkasından sıratın-köprünün üzerine giriyorlar...
Kimi şimşek, kimi de topal hızıyla ateşin üzerinden geçiyorlar köprü boyunca!..
Bostana-bahçeye yani cennete giriyorlar!..
Özetle, Kur'ân ve Rasûl açıklamalarına dayalı gelecek anlatımı böyle; olduğu gibi kelime anlamıyla!!!
Mirâc'ta, peygamber göğe çıkıp uzayda bir yerde tanrı ile mi buluşmuş!??
Namazda, kafatasını toprağa koymakla secde edilmiş mi olunuyor!??
Anlayacağınız, namazın anlamı dinsel jimnastik olmuş! Jimnastik hocası da imam!
Dünya imamını duyduk belki de; ya gerçek "müezzin" kimdir dünyada?
"insanların en kayıpta olanı salâtta secde ve rükûnun hakkını vermeyendir" şeklindeki Rasûlullâh uyarısından söz eden "imam" etiketliye sordum...
- Secdenin hakkını vermek, kafatasını, alnını toprak üstünde uzunca tutmak mıdır?..
Bilgisiz insanın, "insan" olduğunu fark etmesi için önce bilgiye ihtiyacı vardır.
"Kur'ân", bilgi kitabıdır!..
Allâh Rasûlü, Allâh'tan zâhir olan ilim ile, algıladığı vahiy ile "insan"ı uyaran; HAKiKATE TAM DAVET EDENDiR!
"Tanrı ve tanrılık kavramı yoktur sadece ALLÂH" vardır vurgulamasıyla nâzil olan bu Bilgi Kitabı'nı; "tanrı" fikrinden "arınmamış" olanların algılaması ise asla mümkün değildir!
Kur'ân, baştan sona, "Tanrı" ve tanrılık kavramı mevcut değildir temeline dayalı olarak, "insan"lara yol göstermeye çalışmaktadır.
Kur'ân NÛR'dur!.. Işıktır!.. Karanlıkta kalmış beyinlere, ışık tutmaktadır gerçekleri görmeleri için!
Yoksa işaret ettiği gizli sırlar deşifre edilerek; mecazlar, semboller çözümlenerek mi?..
Sır...
"Biz size her şeyi misallerle anlattık"; uyarısında!..
Eğer bu sırrın ipucunu değerlendirmezsek, birçok saçma fikirlere saplanır; kendi anlayışımızdaki bu saçmalıklar yüzünden de, zaman üstü Bilgi Kitabı'ndan hiç yararlanmadan; özümüzdeki gerçeklere ve kuvvelere eremeden; hayalimizde varsayıp içinde yaşadığımız uydurma bir dünya ile cehennemi boylarız!
Kitab'ı tebliğ eden Allâh Rasûlü...
"Salâta davet edildiğinizde..." uyarısında bulunuyor!..
Kitab'ı, günde en az beş defa "oku"maya davet ediliyoruz!
Abdestsiz "salât" niye olmaz?.. Nedir abdest; nasıl alınır?..
Niçin, "FÂTiHA'sız salât olmaz"?..
Acaba farkında mıyız?..
Müezzin...
Ezan ile çağrıda bulunuyor inananlara...
Neye davet ediliyoruz?..
Müezzin vâkıf mı, neye davet ettiğine?..
Dinleyen farkında mı neye davet olunduğuna? Niye davet edildiğine?..
Nasıl abdest almak, yani neden ARINMAK gerekiyor, müezzinin davetine icabet için?..
Allâh Rasûlü, "DUA ve ZiKiR" kitabında naklettiğim üzere, her ezan arkasından şöyle başlayan bir duayı "oku"mamızı tavsiye ediyor:
"Bu TAM davetin Rabbi olan Allâh'ım..."
Neden TAM davet?.. Neye TAM davet?..
Müezzin, neye davet ediyor?..
Sakın, "namaza" demeyin, tüm ezan duymamışlar gibi!
Her "namaza" duran, müezzinin davetine icabet etmiş midir?..
Farkında mısınız, müezzinin sizi, "Müminin mi'râcı olan salâ"ya davet ettiğinin!..
Artık fark edin ki, ezanı seslendiren, "salât"la yaşanan "mi'râc"a davet ediyor günde beş ayrı zamanda!..
Mi'râc mı salât; salât mı mi'râc?..
"Mi'râc"a davet edene mi "müezzin" deniyor yoksa?..
Gavsı Â'zâm Abdulkâdir Geylânî, "RiSÂLE-i GAVSiYE" isimli eserinde, "Mi'râcı olmayanın namazı yoktur" diyordu!..
"Mi'râc" araçtır; amaç olan, yaşanılması istenilen nedir?..
Vitriyet mertebesine ulaşmayanın "mi'râc"ı olur mu?..
Niçin, günde elli defa mi'râc daveti farz olsun istenmiştir?..
Hiç ezanı, mi'râca davet olarak algılayıp; icabet ettiniz mi bu TAM davete? Nasıl?..
"Salât" niçin farzdır her mümine? En az günün 5 ayrı vaktinde?..
Ezana yani TAM DAVETE icabet etmeyenler neler kaybetmektedirler?..
Kulaklar, sağır olmuş sanki!..
Kıyamet mi kopuyor nedir!..
Güneş kararmış, yani ilim ortadan kalkmaya başlamış!.. Yıldızlar dökülmüş, yani ilim ehli birer birer ortadan kaybolmuş!..
Ortalık benim gibi HAKiKATi göremeyen kör; ezanı duymayan sağır ve gerçeği dillendirmekten âciz dilsizlerle dolmuş!..
"insan"lar susmuş! Yalnızca teyp beyinler, bantlarındakini tekrarlar olmuş!..
Sanki, "TEMEL ESASLAR" isimli kitabı yazmamışım himmet ve inayetle!
Keşke algılamıyor olsa Allâh Rasûlü, Dünya'daki Müslümanların hâlini!..
"islâm DiNi"nin, tebliğ ettiği gerçeklerin, insanlar tarafından nasıl anlaşıldığını!..
"Müslümanlık dini"nin nasıl Göktürk dinine benzediğini!..
Düşünmeyen, sorgulamayan; yazılanları, beş dakikada, gazetede falancanın fıkrası gibi okuyup geçen; sonra da para ve beyaz et yani tavuk veya piliç peşinde koşturmacasına devam edenlerin arasında niye yaşamak zorunda bırakılmışım ki!?.
Paslanmış tefekkür dişlilerini harekete geçirmek; şartlanma, ezber ve taklit yollu kabullendiklerinin hakikatine ermek için, bir ömürdür uğraş veren bu garîb ve fakîre dua buyurun lütfen!
ÖLÜM ÖTESi hakkında
CENNET
Kimi istiyor cenneti... Kimi istemiyor!..
istemeyenler, cehennemi tercih ediyor. Zira, orada olacakmış bütün ülkelerin güzelleri, dansözler, şarkıcılar... vs...vs...
Bazıları da, cenneti bu türden tahayyül ettiklerinden; "Ne yapayım ben cenneti, bana seni gerek" demiş... De, o "seni" kelimesi ardındakini elbette ancak kendi bilir... Bilemiyoruz o kelimeyle neyi amaçladığını...
Peki nedir cennet yaşamı?..
Bostan, bahçe anlamında kullanılan "Cennet" kelimesiyle sembolize edilen ortam veya boyut nasıl bir şey?..
Kimler o ortama girecek?.. Nasıl girilecek?.. O ortam nerede?.. Orada nasıl yaşam var?.. Sorular pek çok! Cevap..?
irdelersen, ya kâfir derler, ya münkir!.. insan olarak, düşünen beyin sahibi bir fert olarak, merak etme ve araştırma hakkın yok çünkü!
Sana yasaklamış bunları sorgulamayı, cevap verme cehli ve acziyeti içinde olanlar!
Ama bizde merak var ya!.. Serde araştırmacılık ruhu var ya!.. Geçmişte de bu konuyla ilgilenmiş pek çok ermiş var ya...
Ben de kurcaladım bu konuyu onlardan... Sonra, aldıklarımı, biraz da bu devrin ilmî gelişmeleriyle sentez yapıp yorumladım... Şimdi algıladıklarımı, içinde bulunduğum ortam elverdiğince, anlatmaya çalışacağım... Adımı dikkatli atmak gerek; tahtalar hayli koflaşmış zira!
Tekrar edeyim... Bunlar benim kişisel yorumlarımdır... Yorumlarımı diler değerlendirirsiniz; dilerseniz güvenilmez bulur; böyle de düşünen varmış deyip, bir yana koyar; fırsat bulunca da doğru bildiğinizi bize yazarsınız. Elbette bu konuda soracaklarımızı da kabullenmek kaydıyla!
Önce şu tasnifi yapalım...
Dünya yaşamının cennet kavramı var; kendi şartları içinde...
Kabir âleminin cenneti var; kendi şartları içinde...
Mutlak mânâda cennet var... Kendi şartları içinde...
Bazıları "Cennet" kavramını, bunlardan yalnızca biri için kullanınca, olayın anlaşılmasında çok güçlükler yaşanıyor...
"Dünya Cenneti" denince, bundan kişinin tabiatına uygun gelen, zevklerini tatmin edebildiği bir ortam anlaşılıyor genelde... Yanı sıra, içinde bulunduğu manevî âlemdeki huzur da anlaşılabiliyor. Tabii, bu kısa süreli de olabiliyor; uzun süreli de...
"Kabir âlemi cenneti" ise, bir hayli farklı "Dünya cenneti"nden! Kişi mezarda yaşanan maddesel algılamalı boyuttan, kabir âlemine geçtikten sonra... Eğer, âkıbeti cennet olacak ise, yaşamı "Kabir Cenneti" denen bir biçimde gelişme gösteriyor.
Kişi, kabir âlemine geçtiği andan itibaren, cehennem ve cennet boyutlarını algılamaya başlıyor, ruhanî algılama sistemiyle! Burada, beş duyu yok artık... Onun yerine, kendisine ulaşan dalga boylarını Dünya'da edindiği kapasiteye göre algılayıp, değerlendiren bir ruhî algılama sistemi var... isterseniz buna, "ruhun beyni" adını verelim, anlatımda kolaylık olsun diye...
Kabir âleminde yaşamakta olan kimse, bir yandan cehennem boyutunu seyrederken ve bundan büyük korku duyarken; diğer yandan da, cennet boyutunu seyretmekte; bunun özlemini çekmekte; bu arada kendi türünden ve boyutundan ruhanî varlıkları ve ruh boyutuna tenezzül etmiş melâikeyi de algılamaktadır.
Rüyada, nasıl belli duygular ve düşünceler belirli sembollere bürünerek kişi tarafından seyredilmekte ise...
Kabir âleminde de kişi, bir tür rüya gibi, Dünya'da edindiklerinin getirisini otomatik olarak seyretmekte ve yaşamaktadırlar. Bazen zevkle, bazen kabûslar şeklinde!
Artık Dünya ile iletişimi kesilmiştir... Yalnızca, Dünya'dakilerin kendisi hakkındaki yönlendirilen düşüncelerini ve dualarını, anladığı kadarıyla Kurânsal mesajlarını almaktadır... Fakat bütün bunlar onu uzun süreli meşgûl etmemektedir. Bu tıpkı, tek yönlü çalışan bir receiver (alıcı) gibi olmaktadır. Ruhun beyninde oluşan dalgalar, bizim beynimizin alma kapasitesinin çok üstünde olan yüksek frekanslı dalgalar olduğu için, onların alınması insanlar tarafından mümkün olmamaktadır. insan beyinleri bazı şartlarda, en fazla Cin boyutundakilerin dalgalarını değerlendirebilmektedirler.
Kabir âlemi yaşamında, uykuda yaşadığınız duyguları, çok daha fazlasıyla ve çok daha yoğunluklu olarak yaşayacaksınız.
Bu durum "Sistemin kıyameti" dediğimiz, Dünya'nın Güneş tarafından yutulması evresine kadar devam edecektir.
Güneş, Dünya'yı yutmaya başladığında; Dünya'nın manyetik alanı ortadan kalktığında, bütün insan ruhları, otomatik olarak kendilerini bizim anlayışımıza ve yapımıza göre "Cehennem" olarak tanımlanan Güneş'in, dalga boyutlu yapısı içinde bulacaklardır...
Bu evre, "insanların kabirlerinden çıkması" olarak tanımlanmıştır.
Dünya'da "ibadet" adı verilen (hakikatleri olan Allâh'a ait özelliklerin kendilerinde açığa çıkması) çalışmalara gereken önemi vermiş olanlar; bu çalışmalar sonucu edindikleri NÛR ile, enerji ile, kendilerini cehennemin ve içinde yaşamakta olan canlılarının ortamından kurtarıp, cennet boyutuna geçiş yapacaklardır. Sahip oldukları NÛR oranının getirdiği hız nispetinde...
Cehennemden kaçış; Ruh bedenlerin cehennem ortamında terk edilmesi ve NÛR bedenle yeni bir boyuta geçilmesi suretinde olacaktır!
Nasıl madde beden, Dünya'da bırakılıp, ruh bedenle kabir âlemi ve cehennem boyutuna geçildiyse; ruh beden de cehennem boyutunda terk edilerek, NÛR bedenle cennet boyutuna geçilecektir!
Esasen âlemdeki her yapıda, ruh ve nûr boyutları mevcuttur! Mesela Güneş'in dahi ruh ve nûr boyutu vardır. Gözümüzün algıladığı ise, Güneş'in madde-gaz boyutudur. Bu yüzden de Güneş içinde yaşamakta olan "ruh boyutu ve nûr boyutu canlıları"nı algılayamamaktayız!
Ruh gözü ile görenler o boyutu; Nûr boyutunu algılayabilenler ise, elbette ki, o boyuta dair algılamaları yapmaktadırlar.
Nûr boyutunda, ruh boyutunda olduğu gibi bir sâbit beden görüntüsü, şekil yoktur! Burası salt bilinç boyutu olup, bilinç tahayyül ettiğini canlı olarak anında yaşar! Rüyada algılanan maddemsi yaşam duygusuyla!
Cennetteki kişinin kudreti, kendindeki vehim kuvvesini kullanabildiği miktardadır... Bu esasen Dünya'da dahi böyledir!
Ruh boyutundaki beden görüntüsü, şekli genelde; kişinin Dünya'dan ayrıldığı andaki son görüntüsü üzerinedir.
Nûr yapılı birimler ise bir beden veya şekille bağımlı olmayıp, dilediği beden şekline bürünebilir...
Nûr boyutundaki cennette yaşayanların tümü, gerçekte nûr yapılı, şekilden berî bilinç varlıklardır; algılayanın veritabanına göre görüntü verirler.
Kabir âlemindeki sorgu meleklerinin, herkese değişik gelmesinin de nedeni budur.
Cennet boyutunda, o kişinin ilmiyle sınırlı olmak şartıyla, Allâh isimlerinin özellikleri açığa çıkacak; o boyutta yaşayanlar; Allâh'ın kuvvet-kudret ve yaratıcılığıyla, diledikleri her şeyi istedikleri anda, istedikleri şekilde yaşayabileceklerdir!
RASÛL, NEBi, VELÎ hakkında
MUHTEŞEM iRSÂL
"Nokta", irsâl oldu âlemlere "beyin" adıyla da...
"Beyin" aynasında seyreyledi kendini!
"Beyin"le seyredince kendini, "Beni gören Hakk'ı görmüştür" şeklinde açık etti vechini!
"Hakikat-i Muhammedî" irsâl olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLÂH Rasûlüyüm" dedi... "iman" edilmesini talep etti açıkladıklarına!
Şuurlarında, "Lâ ilâhe..." anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler O'nu ya da işitmediler kulakları olduğu hâlde!
Muhammed (aleyhisselâm)'ın "Hakikat"inde göremediler "Hakikat-i Muhammedî"yi gözleri olduğu hâlde!
Ümmü Hâni'nin kapısında, "Beni gören (Basıyr ile) HAKK'ı görmüştür" şeklinde Seslenen'den perdeli oldular!..
Bırakın "Hakikat"te, "Esmâ mertebesi"ndeki "ilmî sûret"lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; "tecelli", "Tecelli-i vâhid"den ibarettir. Esasen o da "seyir"den ibarettir ilmini, ilmiyle, ilminde "seyir"! Buna da "Vahdet-i şuhud" demişler geçmişte! "Efâl âlemi hayalden ibarettir" gerçeği bir yana
Varlığın her zerresi olarak, "Esmâ"sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, "ete kemiğe bürünüp" Muhammedî sûretle insanlara "iman edin Allâh Rasûlü oluşuma" (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...
"Ne yana dönsen Vechullâh'tır karşındaki"ye basîr olamadılar da, irsâl olmuşu, "peygamber" sandılar!
Beş duyularından öteye geçemedi akılları!
Et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!
O yüzden de "peygamber"likle "bloke" oldu beyinleri!
"Beyin" ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... Bu yüzden de "iman" edemediler!.. Et kemik yaşamından öteye geçemediler! Et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!
Bilim, tüm evreni ve yaşamı bir "hologram" olarak tespit ederken, onlar hâlâ "tüm varlık ve âlemler Allâh indînde ilmî sûretlerdir" işaretinin anlamını deşifre edemediler...
"Gayrı" yaratıp, ötelerinde bir yerdeki "gayrına tapınarak" ömür tükettiler!
"Allâh yanı sıra tanrı edinme" dendi, ama onlar dünyalarındaki "tanrı"larını "Allâh" ismiyle etiketleyip, "Allâh yanı sıra tanrı edindiklerini" hiç fark edemediler!
"Kurân"ı fermanname, ciltli kanun kitabı; "Esmâ mertebesi"ni gökte bir galaksi, bir katman; "Rab"bi de merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle yanına çıkılan (mi'râc) tanrı sandılar!.. "RASÛL"ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!
Vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrıbilimci okullarım ve hocaları!..
"Vahiy"; birim adı arkasında açığa çıkan "Esmâ mertebesi" ilmidir!
Arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!
"Allâh Rasûlü" ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!
"Ben, sizin misliniz olan beşerim" uyarısı, derûnunda, "siz de benim gibisiniz ama sizde TEK olma şuuru açığa çıkmamış" gizini barındırır!
Yaşamı yalnızca dışsal bağlar ve bağlantılar içinde geçmekte olan, elbette kendisinden açığa çıkmayan içsel hakikati fark edemez, yaşayamaz!
Bu yüzden de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba dönük yaşar!
Neye sahip olduğunu sanırsan san, sonunda kaybedeceksin! Ömür boyu kaybetme korkusuyla yaşayacaksın! Sonunda da elinden çıkışı dolayısıyla yanacaksın!
insan, asla bir nebat veya hayvan değil! Toprakta bir şekle dönüşecek bedeni ötesinde, bir ruh-beyin olarak sonsuza dek ileriye dönük yaşayacak; çünkü hakikati "HAYY"dır!
Diğer tüm isimleri (Esmâ'yı) dahi böyle değerlendir ve dahi her an yeniden varlığını oluşturan bu isimlerin ne kadar farkındalığında olduğunu sorgula; yarın iş işten geçmeden önce!
Sadece bu katmanda, milyarlarca galaksi olarak algılananlar, gerçekte var olanın yalnızca yüzde dördü iken; hayal bile etmen mümkün olmayan âlemleri açığa çıkaran "Esmâ mertebesi"ni, duyduğun, bildiğin isimlere (Esmâ'ya) verdiğin beş duyuya dayalı ilkel ve sınırlı anlamlarla kayıt altına alma!
Yüzde doksan altısı "karanlık madde" olan ve hakkında hiçbir bilgi olmayan bu katman (semâ) değil, daha nice katman içi katmanlar ve varlıkları ve dahi "üst madde" diye isimlendirdiğimiz katmanların varlığını alabilirse havsalan, belki kısıtlı "dünyan"daki tanrın ve peygamberinden öteye geçebilirsin bir adım!
"Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsâl oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzâl oldu!
Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara!
"RUHLARINIZ BEDENLERiNiZDiR; BEDENLERiNiZ RUHLARINIZDIR" işareti ve uyarısının ne olduğunu hiç fark edemediler
Tâ ki Yenileyici, Dünya üzerindeki tüm bilimlere ve teknolojiye yeni bir bakış açısı getirip, "madde"nin "Hakikati" fark edilene kadar!
Din adamlarının, "bir madde var, bir de ruh" anlayışına dayalı tüm anlatım ve yorumları iflâs etti; göçtü!
Müslümanların çoğunun henüz ruhlarının bile duymadığı bir gerçeği, bilim dünyasının gayrı müslim düşünürleri seslendiriyor: "Madde ve ruh diye iki ayrı şey yoktur! Tüm varlık aynı tek şeydir. Çokluk tespitleri, açığa çıkan duyu organlarının algılama farklılıklarından başka bir şey değildir!"
"Data"; inzâl olan "ilmin hakikati"dir! "Esmâ ül Hüsnâ"; O'ndaki özelliklerin isimleridir, bizim boyut ve algılama kapsamımız kadarıyla Biz buna "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla agâh olduk! Oysa O, yalnızca "DATA"dır! Sûretsiz, şekilsiz, mekânsız! "Vücud"dur!.. "iLiM"dir!
"Beyin", seyreden oldu "Esmâ mertebesi"nde; lâkin seyreden ol kendi oldu!
Şimdi iyice bir konsantre olup gerçekçi bir biçimde düşünün...
Esmâ mertebesi, beynin neresinde?
Beyin, "Esmâ mertebesi"nin neresinde?
"Tanrı", ötende olarak kabul edip zannettiğin "ilâh"ının adıdır!
"iman" edilesi şey ise, "Hakikat-i Muhammedî" olarak işaret edilen "Esmâ mertebesi"nin, senin hakikatin olduğudur!..
Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esmâ mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B-illâh" sırrına ermiş olan "Mümin" denir! Bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.
"Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem..." ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz "semâ"nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!
"Kim dışsallıktan arınıp içselliğinde Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!" (...femen kâne yercu Lıkae Rabbihi felya'mel amelen salihan ve lâ yüşrik Bi ıbadeti Rabbihi ehadâ) (18.Kehf: 110)
Âhir zaman fitnesi olarak tanımlanan deccaliyet, insanları içselliğine dönmekten alıkoyup, dışsallıkta tüketecek olandır.
"iman" etmen istenen "Hakikatin", içselliğinde, sen farkında olmasan da her an hüküm sürerken; dışsallık içinde yarın hiçbir anlam ve değeri olmayacak şeylere dönük yaşamanın sana kaybettireceği şeyin değerini hiç hayal bile edemezsin!
Dışsallığına dönük olarak tüm yaşamında en değerli olarak bulduğun her şey, içselliğin yanında, içselliğinin sahip olduğu değerler yanında hiçbir şey ifade etmez! Sen bir atom bombasını bir tek sineği öldürmek için harcayan kişi gibi, yaşamına devam ediyorsun hakikatinden bîhaber olarak!
"Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsâl olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nûrundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürüyor"!
Ne mutlu, hakikatleri olan "Muhammedî Hakikat"le "irsâl olmuşluğu" yaşayan "mukarrebûn"a!.. "Veliyy" isminin işaret ettiği özellik yaşantılarında açığa çıktı!
Onlar kimlerdir bilir misin?
"Sevgili peygamberim"i gören göz olmaktan arınmış, "irsâl olmuş" olan "Hakikat-i Muhammedî"yi tüm haşmetiyle müşahede etmiş; bildirdiğine "iman" etmenin yaşantısıyla "velâyeti hassa" kendilerinde açığa çıkmış "kurb" ehlidir. "Peygamberlik müessesesinin asla ve kesinlikle var olmadığını ve var olamayacağını" fark edemeyenlerin, velâyeti teleskopla bile görmesi mümkün olmaz!.. Hayallerinde yarattıkları "sevgili peygamber"e hasretle bu dünyadan geçip giderler, ebeden o muhteşem irsâl olmuşu göremeyecek bir hâlde!
Evet dostum, işte sende var olup da, açığa çıkmamış olan o hakikat, "Rasûl Allâh" yani "Allâh ilmi'nin açığa çıkış" sûreti olarak sana seslendiğinde, sen O'na hakkını vermezsen, sonucunu ebedî basîret körlüğü olarak yaşarsın! Değerlendirmek suretiyle şükreden ol; bu en değerli şeyi görmezlikten gelerek değerlendirmemekle nankör olma!
"iman edileni yaşamanın" getirisi yaşamında açığa çıkmıyorsa, "yanma"ların bitmemişse, bir şeylerini "kaybetme korkusu" ile yaşıyorsan, çeşitli dışsal bağlantıların sonuçları bilincinde mevcutsa, "iman ettim" demen, senin için "mekr" bile olabilir!
Bu konuyu çok iyi düşünmen lazım... Aksi takdirde, yaptığının karşılığını, kendin, kendine vermiş olacaksın! Ebedî basîret körlüğünü, beyninden açığa çıkanın sonucu olarak yaşayacaksın! "Hesap görücü olarak nefsin (bilincin) yeter!"
Basîretsiz, açığa çıkmış olan "peygamber"ini anıyor!
"Salâvat" çekiyor, "peygamber"e, son derece lâubali bir şekilde!
"Allâh yolunda öldürülenlere ölü demeyin" uyarısındaki "Allâh yolunda öldürülmeyi" de "Allâh için yola çıkmış birinin yolda öldürülmesi..." gibi anlıyor... "Öldüren Allâh'tır"dan gâfil olarak!
"Muhyi" ve "Mumit"in anlamını hiç düşünmemiş ki derinlikli olarak... Her şeyi "madde"ye bağlayarak düşünüp kabulleniyor! "Madde ötesi" yapılarda bu isimlerin neye işaret ettiği hiç hatırına gelmemiş!
Tanrı yukarıdan seyrediyor; yeryüzünde de birileri birilerini öldürüyor! Ne acımasız tanrı!!!
"içselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirenlere ölü demeyin..." işaretini fark etmiyorlar bile...
işaret yollu anlatımların işaret ettiklerini anlamaya çalışmayıp, geçmişteki değerli zevâtın mecazlarını tekrarla avunanların elbette ki hakikati yaşamaktan yana nasipleri olmaz. Tasavvuf "dedi-kodu"suyla ömür tüketip giderler bu ilden! "Hangi müşahede edilesi realite acaba bu mecazlarla, işaretlerle anlatılmak istendi?" diye düşünmek, taklitten çıkmanın kapısıdır!
Neyi, niye, nasıl yaptığını düşünmek ise yaşantının başlangıcıdır!
Sistemde gerçekte zaman ve mekân kaydı yoktur! Boyut farkı yoktur! Bu ne demektir, bunu çok iyi düşünüp anlamaya çalışın!.. Bunu fark edebilirseniz, anlayabilirseniz, bütün düşünce dünyanız değişecektir!
Bak dostum, günümüzdeki yaygın ve çok kalın bir "Risâlet ve Rasûlullâh" örtüsünü açıklayayım:
Sakın, "iyi Ahlâk Derneği Başkanı Sayın Peygamber Muhammed Mustafa" bakış açısındakiler gibi, muhteşem Risâlet hakikatinden perdelenme! Bunu yaparsan Dünya yaşamındaki en büyük kötülüğü sen kendine yapmış olursun!
O muhteşem iLiM, o muhteşem Hakikat, sana kendindeki hazineyi fark ettirmek için RASÛL olarak irsâl olmuş ve bunu sana fark ettirmek uğruna tüm yaşamını vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm bunu fark ettirmek için nâzil olmuştur, irsâl olmuş (açığa çıkmış) RASÛL'e!
"Mekârimi ahlâk", "Ahlâkı tamamlamak" diye Türkçeye çevrilmez! Bu çeviriyi yapmadan önce iyi düşünmek lazım: "Allâh ahlâkı ile ahlâklanın" ne demektir?
"Mekârimi ahlâk" diye işaret edilen, "tehalleku BiAhlâkıllâh" uyarısıyla işaret edilen "Allâh ahlâkı"dır!
Nedir "Allâh ahlâkı"? Nasıl bir şeydir "Allâh ahlâkı ile ahlâklanmak"? Bu realiteyi fark edip, düşünüp kavradın mı?..
Allâh, insan-beşer "HUY"larıyla "HUY"lu veya kayıtlı olmaktan münezzehtir; bilmez misin?
O zaman, insanda nasıl bir ahlâk olmasından söz ediliyor veya nasıl bir ahlâk sahibi olması isteniyor; bunu düşünen beyinlerinize havale ediyorum!
"Din güzel ahlâktan ibarettir" şeklinde esas anlamı kaybolmuş hadisi anlamanın yolu "Allâh ahlâkıyla ahlâklanın-tehalleku BiAhlâkıllâh" hadisinin işaret ettiği sırrı kavramaktan geçer!
Şurası kesindir ki "DiN insanların iyi ahlâklı olması için gelmiştir" anlayışı ve amacı kesin yanlıştır! Bu anlayışın sonu, "Ben zaten iyi ahlâklıyım; öyleyse benim dine ve peygambere ihtiyacım yok" kabulüne çıkar!
Din, insana, Risâlet hakikatinin bildirisine iman etmesi ve bunu yaşaması için gelmiştir! Bunu yaşayan insan ise doğal ve otomatik olarak iyi ahlâklı olur.
iyi ahlâk, Risâlet hakikatine erdirmez; ama Risâlet hakikatine iman ve bunun getirisini yaşamak, insanı iyi ahlâklı yapar! Dünya üstünde sayısız iyi ahlâklı yardımsever, hayırsever insan vardır ama birçoğu "iman"ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersizdir!
"ALLÂH AHLÂKI iLE AHLÂKLANIN" uyarısı neye işaret ediyor; bunu, "tanrılarına tapanların" anlaması hiç mümkün değildir!
Hz. isa'nın "Sen beşer gibi düşünüyorsun, Allâh gibi değil" uyarısının anlamını, düşünemeyenler fark edemez!
Mecazları tekrarla tatmin olanların da, sırları müşahedesi asla mümkün değildir!
AHMED HULÛSi
10 Ağustos 2007
YENiLEN
indirmek için tıklayınız
MUHTEŞEM iRSÂL - SES MUHTEŞEM iRSÂL - EBOOK MUHTEŞEM iRSÂL - PDF
Yazdırmak için tıklayınız
RASÛL, NEBi, VELÎ hakkında
MUHTEŞEM iRSÂL
"Nokta", irsâl oldu âlemlere "beyin" adıyla da...
"Beyin" aynasında seyreyledi kendini!
"Beyin"le seyredince kendini, "Beni gören Hakk'ı görmüştür" şeklinde açık etti vechini!
"Hakikat-i Muhammedî" irsâl olduğunda, Muhammedî hakikat zâhir oldu; Muhammed Mustafa adıyla isimlendi, dillendi, "ALLÂH Rasûlüyüm" dedi... "iman" edilmesini talep etti açıkladıklarına!
Şuurlarında, "Lâ ilâhe..." anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler O'nu ya da işitmediler kulakları olduğu hâlde!
Muhammed (aleyhisselâm)'ın "Hakikat"inde göremediler "Hakikat-i Muhammedî"yi gözleri olduğu hâlde!
Ümmü Hâni'nin kapısında, "Beni gören (Basıyr ile) HAKK'ı görmüştür" şeklinde Seslenen'den perdeli oldular!..
Bırakın "Hakikat"te, "Esmâ mertebesi"ndeki "ilmî sûret"lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; "tecelli", "Tecelli-i vâhid"den ibarettir. Esasen o da "seyir"den ibarettir ilmini, ilmiyle, ilminde "seyir"! Buna da "Vahdet-i şuhud" demişler geçmişte! "Efâl âlemi hayalden ibarettir" gerçeği bir yana
Varlığın her zerresi olarak, "Esmâ"sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, "ete kemiğe bürünüp" Muhammedî sûretle insanlara "iman edin Allâh Rasûlü oluşuma" (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...
"Ne yana dönsen Vechullâh'tır karşındaki"ye basîr olamadılar da, irsâl olmuşu, "peygamber" sandılar!
Beş duyularından öteye geçemedi akılları!
Et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!
O yüzden de "peygamber"likle "bloke" oldu beyinleri!
"Beyin" ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... Bu yüzden de "iman" edemediler!.. Et kemik yaşamından öteye geçemediler! Et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!
Bilim, tüm evreni ve yaşamı bir "hologram" olarak tespit ederken, onlar hâlâ "tüm varlık ve âlemler Allâh indînde ilmî sûretlerdir" işaretinin anlamını deşifre edemediler...
"Gayrı" yaratıp, ötelerinde bir yerdeki "gayrına tapınarak" ömür tükettiler!
"Allâh yanı sıra tanrı edinme" dendi, ama onlar dünyalarındaki "tanrı"larını "Allâh" ismiyle etiketleyip, "Allâh yanı sıra tanrı edindiklerini" hiç fark edemediler!
"Kurân"ı fermanname, ciltli kanun kitabı; "Esmâ mertebesi"ni gökte bir galaksi, bir katman; "Rab"bi de merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle yanına çıkılan (mi'râc) tanrı sandılar!.. "RASÛL"ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!
Vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrıbilimci okullarım ve hocaları!..
"Vahiy"; birim adı arkasında açığa çıkan "Esmâ mertebesi" ilmidir!
Arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!
"Allâh Rasûlü" ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!
"Ben, sizin misliniz olan beşerim" uyarısı, derûnunda, "siz de benim gibisiniz ama sizde TEK olma şuuru açığa çıkmamış" gizini barındırır!
Yaşamı yalnızca dışsal bağlar ve bağlantılar içinde geçmekte olan, elbette kendisinden açığa çıkmayan içsel hakikati fark edemez, yaşayamaz!
Bu yüzden de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba dönük yaşar!
Neye sahip olduğunu sanırsan san, sonunda kaybedeceksin! Ömür boyu kaybetme korkusuyla yaşayacaksın! Sonunda da elinden çıkışı dolayısıyla yanacaksın!
insan, asla bir nebat veya hayvan değil! Toprakta bir şekle dönüşecek bedeni ötesinde, bir ruh-beyin olarak sonsuza dek ileriye dönük yaşayacak; çünkü hakikati "HAYY"dır!
Diğer tüm isimleri (Esmâ'yı) dahi böyle değerlendir ve dahi her an yeniden varlığını oluşturan bu isimlerin ne kadar farkındalığında olduğunu sorgula; yarın iş işten geçmeden önce!
Sadece bu katmanda, milyarlarca galaksi olarak algılananlar, gerçekte var olanın yalnızca yüzde dördü iken; hayal bile etmen mümkün olmayan âlemleri açığa çıkaran "Esmâ mertebesi"ni, duyduğun, bildiğin isimlere (Esmâ'ya) verdiğin beş duyuya dayalı ilkel ve sınırlı anlamlarla kayıt altına alma!
Yüzde doksan altısı "karanlık madde" olan ve hakkında hiçbir bilgi olmayan bu katman (semâ) değil, daha nice katman içi katmanlar ve varlıkları ve dahi "üst madde" diye isimlendirdiğimiz katmanların varlığını alabilirse havsalan, belki kısıtlı "dünyan"daki tanrın ve peygamberinden öteye geçebilirsin bir adım!
"Nokta" kendini seyretmek için "beyin" adı altında irsâl oldu ve o "beyin"e (kalbe-şuura) ilim, "vahiy" adıyla inzâl oldu!
Hatta ilim, "beyin" adıyla göründü gözü olanlara!
"RUHLARINIZ BEDENLERiNiZDiR; BEDENLERiNiZ RUHLARINIZDIR" işareti ve uyarısının ne olduğunu hiç fark edemediler
Tâ ki Yenileyici, Dünya üzerindeki tüm bilimlere ve teknolojiye yeni bir bakış açısı getirip, "madde"nin "Hakikati" fark edilene kadar!
Din adamlarının, "bir madde var, bir de ruh" anlayışına dayalı tüm anlatım ve yorumları iflâs etti; göçtü!
Müslümanların çoğunun henüz ruhlarının bile duymadığı bir gerçeği, bilim dünyasının gayrı müslim düşünürleri seslendiriyor: "Madde ve ruh diye iki ayrı şey yoktur! Tüm varlık aynı tek şeydir. Çokluk tespitleri, açığa çıkan duyu organlarının algılama farklılıklarından başka bir şey değildir!"
"Data"; inzâl olan "ilmin hakikati"dir! "Esmâ ül Hüsnâ"; O'ndaki özelliklerin isimleridir, bizim boyut ve algılama kapsamımız kadarıyla Biz buna "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla agâh olduk! Oysa O, yalnızca "DATA"dır! Sûretsiz, şekilsiz, mekânsız! "Vücud"dur!.. "iLiM"dir!
"Beyin", seyreden oldu "Esmâ mertebesi"nde; lâkin seyreden ol kendi oldu!
Şimdi iyice bir konsantre olup gerçekçi bir biçimde düşünün...
Esmâ mertebesi, beynin neresinde?
Beyin, "Esmâ mertebesi"nin neresinde?
"Tanrı", ötende olarak kabul edip zannettiğin "ilâh"ının adıdır!
"iman" edilesi şey ise, "Hakikat-i Muhammedî" olarak işaret edilen "Esmâ mertebesi"nin, senin hakikatin olduğudur!..
Hakikatinin, "Hakikat-i Muhammedî", yani "Esmâ mertebesi" olduğuna "iman" etmişlere "Aminu B-illâh" sırrına ermiş olan "Mümin" denir! Bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.
"Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem..." ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz "semâ"nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!
"Kim dışsallıktan arınıp içselliğinde Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!" (...femen kâne yercu Lıkae Rabbihi felya'mel amelen salihan ve lâ yüşrik Bi ıbadeti Rabbihi ehadâ) (18.Kehf: 110)
Âhir zaman fitnesi olarak tanımlanan deccaliyet, insanları içselliğine dönmekten alıkoyup, dışsallıkta tüketecek olandır.
"iman" etmen istenen "Hakikatin", içselliğinde, sen farkında olmasan da her an hüküm sürerken; dışsallık içinde yarın hiçbir anlam ve değeri olmayacak şeylere dönük yaşamanın sana kaybettireceği şeyin değerini hiç hayal bile edemezsin!
Dışsallığına dönük olarak tüm yaşamında en değerli olarak bulduğun her şey, içselliğin yanında, içselliğinin sahip olduğu değerler yanında hiçbir şey ifade etmez! Sen bir atom bombasını bir tek sineği öldürmek için harcayan kişi gibi, yaşamına devam ediyorsun hakikatinden bîhaber olarak!
"Hakikat-i Muhammedî", Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsâl olup; "iman"a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! Bu gerçeğe "iman" edenler, "Mümin" oldu! Onların nûrundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! Haykırdı cehennem, "Çabuk geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürüyor"!
Ne mutlu, hakikatleri olan "Muhammedî Hakikat"le "irsâl olmuşluğu" yaşayan "mukarrebûn"a!.. "Veliyy" isminin işaret ettiği özellik yaşantılarında açığa çıktı!
Onlar kimlerdir bilir misin?
"Sevgili peygamberim"i gören göz olmaktan arınmış, "irsâl olmuş" olan "Hakikat-i Muhammedî"yi tüm haşmetiyle müşahede etmiş; bildirdiğine "iman" etmenin yaşantısıyla "velâyeti hassa" kendilerinde açığa çıkmış "kurb" ehlidir. "Peygamberlik müessesesinin asla ve kesinlikle var olmadığını ve var olamayacağını" fark edemeyenlerin, velâyeti teleskopla bile görmesi mümkün olmaz!.. Hayallerinde yarattıkları "sevgili peygamber"e hasretle bu dünyadan geçip giderler, ebeden o muhteşem irsâl olmuşu göremeyecek bir hâlde!
Evet dostum, işte sende var olup da, açığa çıkmamış olan o hakikat, "Rasûl Allâh" yani "Allâh ilmi'nin açığa çıkış" sûreti olarak sana seslendiğinde, sen O'na hakkını vermezsen, sonucunu ebedî basîret körlüğü olarak yaşarsın! Değerlendirmek suretiyle şükreden ol; bu en değerli şeyi görmezlikten gelerek değerlendirmemekle nankör olma!
"iman edileni yaşamanın" getirisi yaşamında açığa çıkmıyorsa, "yanma"ların bitmemişse, bir şeylerini "kaybetme korkusu" ile yaşıyorsan, çeşitli dışsal bağlantıların sonuçları bilincinde mevcutsa, "iman ettim" demen, senin için "mekr" bile olabilir!
Bu konuyu çok iyi düşünmen lazım... Aksi takdirde, yaptığının karşılığını, kendin, kendine vermiş olacaksın! Ebedî basîret körlüğünü, beyninden açığa çıkanın sonucu olarak yaşayacaksın! "Hesap görücü olarak nefsin (bilincin) yeter!"
Basîretsiz, açığa çıkmış olan "peygamber"ini anıyor!
"Salâvat" çekiyor, "peygamber"e, son derece lâubali bir şekilde!
"Allâh yolunda öldürülenlere ölü demeyin" uyarısındaki "Allâh yolunda öldürülmeyi" de "Allâh için yola çıkmış birinin yolda öldürülmesi..." gibi anlıyor... "Öldüren Allâh'tır"dan gâfil olarak!
"Muhyi" ve "Mumit"in anlamını hiç düşünmemiş ki derinlikli olarak... Her şeyi "madde"ye bağlayarak düşünüp kabulleniyor! "Madde ötesi" yapılarda bu isimlerin neye işaret ettiği hiç hatırına gelmemiş!
Tanrı yukarıdan seyrediyor; yeryüzünde de birileri birilerini öldürüyor! Ne acımasız tanrı!!!
"içselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirenlere ölü demeyin..." işaretini fark etmiyorlar bile...
işaret yollu anlatımların işaret ettiklerini anlamaya çalışmayıp, geçmişteki değerli zevâtın mecazlarını tekrarla avunanların elbette ki hakikati yaşamaktan yana nasipleri olmaz. Tasavvuf "dedi-kodu"suyla ömür tüketip giderler bu ilden! "Hangi müşahede edilesi realite acaba bu mecazlarla, işaretlerle anlatılmak istendi?" diye düşünmek, taklitten çıkmanın kapısıdır!
Neyi, niye, nasıl yaptığını düşünmek ise yaşantının başlangıcıdır!
Sistemde gerçekte zaman ve mekân kaydı yoktur! Boyut farkı yoktur! Bu ne demektir, bunu çok iyi düşünüp anlamaya çalışın!.. Bunu fark edebilirseniz, anlayabilirseniz, bütün düşünce dünyanız değişecektir!
Bak dostum, günümüzdeki yaygın ve çok kalın bir "Risâlet ve Rasûlullâh" örtüsünü açıklayayım:
Sakın, "iyi Ahlâk Derneği Başkanı Sayın Peygamber Muhammed Mustafa" bakış açısındakiler gibi, muhteşem Risâlet hakikatinden perdelenme! Bunu yaparsan Dünya yaşamındaki en büyük kötülüğü sen kendine yapmış olursun!
O muhteşem iLiM, o muhteşem Hakikat, sana kendindeki hazineyi fark ettirmek için RASÛL olarak irsâl olmuş ve bunu sana fark ettirmek uğruna tüm yaşamını vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm bunu fark ettirmek için nâzil olmuştur, irsâl olmuş (açığa çıkmış) RASÛL'e!
"Mekârimi ahlâk", "Ahlâkı tamamlamak" diye Türkçeye çevrilmez! Bu çeviriyi yapmadan önce iyi düşünmek lazım: "Allâh ahlâkı ile ahlâklanın" ne demektir?
"Mekârimi ahlâk" diye işaret edilen, "tehalleku BiAhlâkıllâh" uyarısıyla işaret edilen "Allâh ahlâkı"dır!
Nedir "Allâh ahlâkı"? Nasıl bir şeydir "Allâh ahlâkı ile ahlâklanmak"? Bu realiteyi fark edip, düşünüp kavradın mı?..
Allâh, insan-beşer "HUY"larıyla "HUY"lu veya kayıtlı olmaktan münezzehtir; bilmez misin?
O zaman, insanda nasıl bir ahlâk olmasından söz ediliyor veya nasıl bir ahlâk sahibi olması isteniyor; bunu düşünen beyinlerinize havale ediyorum!
"Din güzel ahlâktan ibarettir" şeklinde esas anlamı kaybolmuş hadisi anlamanın yolu "Allâh ahlâkıyla ahlâklanın-tehalleku BiAhlâkıllâh" hadisinin işaret ettiği sırrı kavramaktan geçer!
Şurası kesindir ki "DiN insanların iyi ahlâklı olması için gelmiştir" anlayışı ve amacı kesin yanlıştır! Bu anlayışın sonu, "Ben zaten iyi ahlâklıyım; öyleyse benim dine ve peygambere ihtiyacım yok" kabulüne çıkar!
Din, insana, Risâlet hakikatinin bildirisine iman etmesi ve bunu yaşaması için gelmiştir! Bunu yaşayan insan ise doğal ve otomatik olarak iyi ahlâklı olur.
iyi ahlâk, Risâlet hakikatine erdirmez; ama Risâlet hakikatine iman ve bunun getirisini yaşamak, insanı iyi ahlâklı yapar! Dünya üstünde sayısız iyi ahlâklı yardımsever, hayırsever insan vardır ama birçoğu "iman"ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersizdir!
"ALLÂH AHLÂKI iLE AHLÂKLANIN" uyarısı neye işaret ediyor; bunu, "tanrılarına tapanların" anlaması hiç mümkün değildir!
Hz. isa'nın "Sen beşer gibi düşünüyorsun, Allâh gibi değil" uyarısının anlamını, düşünemeyenler fark edemez!
Mecazları tekrarla tatmin olanların da, sırları müşahedesi asla mümkün değildir!
AHMED HULÛSi
10 Ağustos 2007
YENiLEN
indirmek için tıklayınız
MUHTEŞEM iRSÂL - SES MUHTEŞEM iRSÂL - EBOOK MUHTEŞEM iRSÂL - PDF
Yazdırmak için tıklayınız
(bkz: http://okyanusum.com/ in-vakti-geldi-hepimiz-biriz/) tek olanı bir an hissetmiş, idrak etmiş olan arkadaş. kendi anlatımıyla dinlemenizi tavsiye ederim. istidraç yollu da olması muhtemel olsa da dinlenesi bir örnek.
müslümanlar terörist öyle mi?
birinci dünya savaşı'nı kim başlattı? müslümanlar mı?
ikinci dünya savaşı'nı kim başlattı? müslümanlar mı?
hiroşima ve nagasaki'ye nükleer bombaları kim attı? müslümanlar mı?
avustralya'daki yaklaşık 20 milyon aborjin'i kim öldürdü? müslümanlar mı?
kuzey ve güney amerika'da 150 milyon kızılderili'yi kim öldürdü? müslümanlar mı?
180 milyon afrikalıyı köle yapıp, %77'sini öldüren kim? müslümanlar mı?
vietnam'da 5 milyon kişiyi öldüren kim? müslümanlar mı?
bosna'da on binlerce müslümanı bm güçlerinin gözü önünde öldüren kim? müslümanlar mı?
filistin'de on binleri öldüren kim? müslümanlar mı?
amerika petrol için ırak'ta 1 milyon can aldığında, bu terörizm olmuyor!
sırplar müslüman kadınlara bosna ve kosovada tecavüz ettiğinde, bu terörizm olmuyor!
ruslar 200 bin çeçeni bombalayarak öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
yahudiler filistinlilerin topraklarını ellerinden alıp onları kovduklarında, bu terörizm olmuyor!
amerika'nın iha uçakları afganistan ve pakistan'daki aileleri öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
israil'in 2 kayıp askeri yüzünden 10 bin lübnanlı sivili öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
görünen o ki terörizm kelimesi sadece müslümanlara layık görülen bir kelime !
teröristin dini olmaz ! ahmed hulusi