Bazı insanlar için ömrünün sonuna geldiğinde kullandıkları kurtarıcı bir kelime olabiliyor sözlük kuralına uyup tanım yapmam gerekirse.
Benim için kurtarıcı olmaktan ziyade bir sondur sadece. Bu kadar kısa ve bu kadar net olan. Dua edin bana sayın sözlük sakinleri. Kısa bir son kelimesi kadar kısa bir ömrüm oldu bu sözlükte ama her şeye rağmen az da olsa eğlenebildim yine kendi kendime. Şimdi de sonu sonsuz yaparak gidiyorum.
Bir hoca varmış ve cuma günleri cemaate sürekli vaaz veriyormuş. işte efendime söyleyeyim kızlarınızı açık gezdirmeyin, takı falan taktırmayın, makyaj yaptırmayın gibi. Günlerden bir gün bi adam gelip hocaya sormuş;
- hocam sen bize sürekli böyle şeyler diyorsun ama senin kızını da sürekli mini etekli, başı açık, zinciler takarken ve makyajlı görüyoruz, diye.
Dans etmek.. ruha dans ettirmek. Bir odanın içinde attığım adımı diğer ayağımla takip ediyorum. Kollarımı her zamankinden daha fazla anlam yüklü şekillerle havaya kaldırıp kendime yaklaştırıyorum. Boynumu kırıyorum gelişi güzel bir şekilde. Dışarıda çocuk sesleri var ve ben ruhumu dansta bırakıp pencereye yöneliyorum. Gözlerim dışarıda ama aklım hala o atamadığım ikinci adımda ve kafadan dans etmeye devam ediyorum. Çocuklar da dans ediyor ruhum da...
Aklımda kaldığım dansa devam ediyorum. Kollarımı kendime daha çok çekip bedenimi ondan uzaklaştırıyorum. Aniden sanki ruhuma ilham gelmiş gibi havaya kaldırıp başımı gözlerimi tavana dikiyorum. Şimdi bedenim isyan ediyor ve baktığım yere doğru zıplıyorum. yemek kokusu tüm evi sarmış durumda ve ben mutfağa doğru dans ede ede gidiyorum. Elimi kaşığa sürene kadar ayaklarım ritmini bozmuyor...
Kendimi yavaş yavaş yere bırakıyorum. Bir elim diğer elimden kaçıyor gibi hareketler çiziyor yere ve ben hüzne kapılıyorum. Göğsümden ateşler fışkırırcasına kalkıyorum... Nefes alış verişim hızlanıyor ve ben bir iki üç.. sekize kadar adım atıyorum. Sağ sol, sağ sol... Boynumu bedenimin ters yönüne doğru sallıyorum bedenim gülüyor. Ben gülüyorum. Ve beden dansımı durduruyorum. Ama ruhum hala kocaman adımlar atarak o küçücük mutfakta benimle dalga geçiyor. Aslında hoşuma da gidiyor bu ve onu sonsuza kadar dans etsin diye özgür bırakıyorum...
Kokuyorum. Bir leş nasıl kokuyorsa öyle kokuyorum. Siz hiç kapalı ayakkabının içine kalın çorap giydiniz mi? Eminin ki giymişsinizdir. işte ben o kokan kalın çorabın ta kendisiyim. Sıcaktan dolayı beni ıslatan ayak ıslattığı yetmiyormuş gibi bir de üzerime 2 saniyede bir basıyor. Dilim yok ki dur diyeyim. Çaresiz eve kadar katlanacağım ona, ardından evdekiler bana katlanacaklar. biraz ileride bana bir taş parçası eşlik ediyor. Aslını söylemek gerekirse taşları hiç sevmem. Çünkü eşimin ölümüne sebep olduğunu biliyorum. Şimdi tanımadığım tekim diğer ayakta benim gibi eve gitmeyi bekliyor.
Bu tam yanıma, yani koynuma sokulan taş siyahtı. Simsiyah. sanki gözü doymamış da beni de öldürmeye gelmiş gibi bakıyor. Öyle de oldu. Önce yavaş yavaş canımı yakmaya başladı. Dedim ya dilim yok benim. Bağıramıyorum, nefes alamıyorum. ilk defa nefes alamıyordum. Belki de bu tanrının öc alma biçimiydi. Ben ki bu zamana kadar insanların nefesini o kokuşmuş bedenimle kestim. Şimdi şu ufacık taş parçası da benim nefesimi kesiyordu. Ve kesti. Delinmişti boğazım ve hızlı bir biçimde ölüyordum. Eve gittiğimizde beni çöpe gömdüler...
Eğer sevdanızı atmışsanız içine bir milyarderin kasasından ne kadar para çıkarsa o kadar çıkar. Lakin burada sadece umudunu yükleyen bir elemanın kumbarası gördüğümüz için tahminen 551 tl çıkar. O fazladan çıkan bir lirayla da pamuk şeker itinayla alınır ve en yaklaşık tahmini yapan kişiye armağan edilir.
Hepimizin bir uçurtması olmuştur. Ben ise uçurtmaydım o ellerinize alıp gökyüzüne saldığınız. Aslında siz beni gökyüzüne salmadınız. Ben kendimi bir yazarın kollarına attım...
Babam bana hiç uçurtma almadı, annem de ablam da abim de amcam, halam, hiç kimse. Param oldu sonradan ve ben de kendime almadım. Çünkü uçurtma almayı bilmiyordum.
Ama uçma konusunda iyiyimdir. Hem ben rüyalarımda bile uçardım küçükken. Küçükken bir çocuk gördüm. Adını bana söylemedi. Ama uçurtmasının ipini bana verdi. Gökyüzü şükrediyordu bize. Ben ve amatör ellerime. Çocuk bana dalga geçerek bakıyordu ben gülüyordum. Uçurtmam olmamıştı ki benim. Nereden bilecekti?
Hani dedim ya bir yazarın kollarındayım diye. Doğru. Çünkü o bana kendi gökyüzümü veriyor. Kalemi sihirli onun. Kafası da çok güzel. Keşke kafası uçurtma olsaydı, ellerinden tutup yüreğime salardım. Benimle birlikte o da uçardı. Ama o yazar. Uçurtma değil. Ben uçurtmayım o ise gökyüzü.
Hiçbiri olmak istemezdim doğruyu söylemek gerekirse. Bazen hayret ediyorum. Çoğu şeye hayret ediyorum, kendime hayret ediyorum. En çok da içimde öldürdüğüm babama hayret ediyorum...
Yine doğruyu söylemek gerekirse babamı severdim. Sadece.. sadece bazen gözlerinin içine baktığımda kocama benzetirdim. Yani kocamın öyle olmasından korkardım. Hislerime güveniyorum ve beni yanıltmaz kolay kolay. Kanlı bir göz görsem asla yanılmam.
Belki hala korkuyorumdur. Zaten hayatta hep cesur görünüp korkan ben değil miydim?
Ağlamamanın güçlülük olduğunu sanıyor galiba etrafımdaki bazı insanlar. Ama aslında en çaresiz kişi hıçkırmayı beceremeyendir. Yine doğruyu söylemek gerekirse -bu gece zaten hep doğru söylüyorum- eskiden ağlardım. Mesela gözyaşlarının burnumun üzerinde izlediği yolu takip ederdim bazen de ona yol gösterirdim. Bu gece bir damla yaş geldi. Değişik bir duyguymuş çok sonradan ağlamak. Ama onun heyecanıyla sanki bütün olayı bozmuşum gibi hissettim kendimi. O yaşı da öldürdüm.
Kaç gündür çok katilim ben. Çocuklarımı öldürmeyi bile düşündüm. Ama sanırsam vicdanıma saygımdan bunu yapmadım. Evet, biraz bencilim de. Ulan diyorum annem vardı, annem şimdi gözümde kahraman. Önceden biraz da kördüm kabul ediyorum. Artık annem için daha çok dua edeceğim ve de kendim için. Çünkü korkaklar dua eder.
Aslında birgün savaşmayı denemiştim. O zamanlar çok ağlıyordum. Mesela şimdiki gibi gözlerim beynime kadar dolmuyordu. Mesela bir de artık yüreğim sızlamıyor. Bilmiyorum neden ama tüylerim diken diken oluyor. Elbet buna da bir bilimsel açıklama yapmışlardır lakin ben duygusuzluk diyorum. Çünkü duygu kalpte yaşanır. Benim bu yaşadığım duygusuzluktan başka bir şey değil...
Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..
Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.
Küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi ağzıma sıçtı..
Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
içime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
iş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim..
Hatırlamıyorum ne zaman okuduğumu ama "baba ve piç" adlı kitabını okumuştum bir ara. Abi kız kardeşe halleniyordu. Bunun çocuğu oluyordu ve biz sayın okurlar bu tür kitapları okuyarak yaşadığımız yere lanet ediyorduk. Tabii yıllar önceydi şimdi aklımız başımızda de mi?
Bir de çöplü evlerle evlerimize çöp atmaya çalışan "bit palas" vardı. Neyse ona hiç girmeyeceğim bile.
Kemal Tahir in devlet anası olmak nedir bilir misiniz? Ben bilirim. Devlet ana olmak "bir maniniz yoksa annem size gelecek" kitabının kollarına sığınmaktır. Ayfer tunç a yakın olup kitaplığın ikinci katından aşağıya doğru baktığınızda bir mandal tanesine yüzyıllık yalnızlık beslemektir márguez in gözünden. Beslersiniz de. Çünkü aziz nesin kadar duyarlısınız ve hayvan deyip de geçme eylemini gerçekleştiriyorsunuz. Eğer ben 5 katlı bir kitaplıkta bir kitap olma onuruna nail olsaydım alexandra nın leyla' sı olmak isterdim. Gri, sessiz ve hüzünlü. işte o zaman sunay akın beni geyikli park' a götürürdü. Bir kitabı mutlu etmek de bunu gerektirir.
Hiçbir mavi anahtarlık bir kitabın mutsuzluğuna tanık olmak istemez. Belki buna kalbi dayanamayacağı için üstünde sürekli sarı, pembe, mor renklerdeki anahtarları taşıyor yeşil renkli namus gazı nın yanında.
Mevlana 656 yılında değil de 2016 yılında mesnevi yazsaydı içinde bana dair edilen küfürler barındırırdı. Şimdi sorarız sana ben ve robin sharma; sen ölünce kim ağlar mevlana?
Mevlana öldü ve ben babil in kervan taciri oldum. Zeki bey bana yiyemeyeceğin muzu soyma dedi. Haklıydı çünkü adam zeki ve coşkun du. Kayahan olması da cabası.
Şu ses üst raftan geliyor: " bu vatan böyle kurtuldu." Sese kulak verip bir an kendimi erol toy un ilk kırılmasının kollarında buluyorum. derken ulustan devlete, obadan ulusa gidiyorum. Ne tuhaf. Ciltlerim de var. 1, 2, 3...
Karınca huzura varınca yazarını tanımazmış. Gerçi ben de hala dursun gürlek beyi tanımıyorum. Yeni bir kitabın yazarı o. Çok sessiz. Belli ki mevlana nin bulamadığı huzuru bulmuş. Ah mevlana ruhun şad olsun, mekanın cennet. Ama unutma! Unutulanlar dışında yeni bir şey yok. Yani öyle diyor osman Pamukoğlu. Sonra insan ve devlet diyor, ey diyor, vatan diyor. Anlayacağın bu adam baya baya konuşuyor.
Neyse Mevlana. Ben dede korkut un kucağında uyumaya gidiyorum. Ne de olsa o da belli değil ben de...
Hiç unutmam bir gün girdiğim bir mağazada bu türkü çalıyordu. Orada çalışan bayandan bir daha çalmalarını rica etmiştim ve türkü bitene kadar mağazadan ayrılmamıştım. Eğer etrafta insanlar olmasaydı dolan gözlerimi sonsuzluğa bırakabilirdim.
Bu kadar korkunç olduğunu sanmadığım yazardır kendisi. Boyle bir Nicki almışsa belli ki bir sebebi var. Ama sebebi neydi ki? Gece gece korkutmamalıydın. Şimdi kim uyuyacak?
Bana göre denizin tanımı kendini dünyadan koparmış ve kendi başına yeni bir gezegen oluşturmuş harika ötesi rengarenk su cümbüşüdür. Cümbüş olmak bence o kadar da fena değil.
Deniz tanımının en güzellerinden biridir. Zaten bir denizin kötü olabilme ihtimali bile düşünülemez. Düşünsenize hem asil olan beyaza ev sahipliği ediyor hem de siyah elbiselerini giyip birileri için yas tutuyor. Bu tutma durumu da onu durgunluğa davet ediyor. Buna bakacak olursak benim için deniz tabirlerinden biri de iki mükemmelin yan yana gelmesidir.
Hepimiz insan olduğumuz için ister istemez sebepsiz yere de duygusallaşabiliyoruz. Bir at gördüğüm zaman sebepsiz yere izlerim ve bu böyle sonsuza kadar sürebilir. Yüreğim dolar...
Denizi hiç görmedim mesela ama denizden bahsedildiğinde bile hüzünleniyorum sebepsiz yere. Gözlerim dolar...
Çocuklarının elini tutmuş ya da salıncakta çocuğunu sallayan bir baba gördüğüm zaman içimden sessiz sessiz ağlarım. Bu sefer tanrı nın gözleri olsaydı yüreği dolardı...
Hepimizin, ruhunun bir parçası dahi olsa mutluluğu hak ediyordur. Çünkü o günahkar bedenlerimizin suçlusu o degildir. Sadece tanık olduğu için yargılanıyor ve mahkumların arasına sevk ediliyordur. bilmem kaç yıldan beri bu hep böyle bilinmiş ve kabul edilmiştir. Ama artık ruhlarımızı bedenlerimizden bağımsızlaştırıp onları mutlu etmenin vakti gelmedi mi? Bence geçiyor bile...
Hüzünlendirici bir durumdur. Bunun için kocasının yanında hep eksik hissedecektir kendini. Ağladığında gözyaşlarını denize değil de yüreğine dökecektir. Ömrü boyunca bu görmemişlik durumu onu susturacak ve hep gördüğü gökyüzüne mahkum bırakacaktır. Çünkü o yalnızca bir korsanın deniz görmemiş karısı değil ipi kopuk bir uçurtmadır aynı zamanda.
Ya Feridun abi yapma böyle şeyler dediğim yazardır. Şuan ilk defa bir yazarı kıskanıyorum. Allahım sen o tavşanı benim başıma gönder (evet fazla kıskançlıktan ne dediğimi bilmiyorum).
Şimdi kolumdan tutup beni cennete götüreceklerine dair söz veren adamlar kuruyorum kalemimin (klavyemin) ucunda. Çocuklarımla süslüyorum bu emir kağıdının etrafını. Tanrım ne kadar safım. Hala cennete gideceğime inanan bir vicdanım var...
Bunca yadırgamalar, Küçük görmeler, savaşlar, kan dökmeler, ağlamalar, kızmalar, küfretmeler, imansızlıklar, insaniyetsizlikler, kalp kırmalar, üzmeler, üzmeler, üzmeler... Neden var ki bu üzmeler? Değer mi? işte biri de çıkıp demiyor ki...
Çocukların parka gitmek için dünyaya gelmesi durumudur. Tüm o afilli salıncaklar, coşkulu kayaklar, şehvetli tahterevalliler onları çağırmak için kurulmuş birer planın parçasıdır sadece. Yoksa bunun dışında her şeyi yapmak için parka gidiyorlar. Mesela annenin adını ezberlemek için, yere düşüp hayatı öğrenmek için, kavgacı ruhlarını şereflendirmek için, bir çocukken bir çocuğa yardım etmek için... bunları coğaltabiliriz ama en çok da bunu demek istiyorum;
Hayranlık uyandıracak bir şekilde izlenmek için...
Yasak olan şarap gibi birisine edilebilecek en güzel iltifattır. Yazılabilecek olan tüm kitapların ana fikri bu olsa bile yüz yıl boyunca okunabilir. Geriye kalan bir yüz yıl daha olsaydı o da "çok günahkarım, çünkü seni içtim" olurdu. Bir yüz yıl daha... Tamam şansımızı zorlamıyoruz çünkü yanacağız öyle ya da böyle.
Dünyadaki bütün dondurma çeşitlerini yemenin vermiş olduğu bir iç rahatlık ve ata binmemiş olmanın verdiği bir hüzün var içimde. Durumum, yorgun olan ruhun ve bedenin hızlı bir çarpışmanın etkisiyle sevişmiş kadar donuk. Dış dünyam benden bağımsız, doğal gazın açık olduğunu gösterir gibi sesler çıkaran bir havaya ev sahipliği yapıyor. annem yok, babam yok, kardeşlerim yok... sevgili çocuklarım benden habersiz gökyüzünü ziyarete gittiler. Desenleri sayıyorum. Sarı, mor, beyaz, sarı, mor, beyaz... Siyah. Çenemi kaşıyorum bir şey bulacakmışım gibi. Oysaki çenemde hiçbir şeyimi kaybetmedim. Ne aradığımızı bilmiyoruz ben ve ellerim. Kuşlar dışarda sanırsam beni çağırıyorlar. Ama kulaklarım bunu umursamıyor. Ardından yazmak, yazmak ve yazmak...
Öncelikle haklı, kur'an da türban geçmiyor. Orada bahsedilen baş örtüsüdür. Lakin bu elemanın kalkıp da saçı başı bu türban meselesine karıştırması biraz komik oluyor. Aksi takdirde bknz:
nur suresi/ 31. ayet der ki;
mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. "başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar" salsınlar. zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut, kocalarının babalarından yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!