bugün

sevdiği entry'ler

ben bu aşkın ızdırabını sikeyim

oh tanrım ne de güzel bir yaz ayı bu! sıcaklar sadece klimasız ortamlardayken sıkıntı veriyor. gölgelikler var çünkü havuz başında. çünkü ben hep havuz başındayım. sanki derdim tasam yokmuş gibi. bir elimde votka-vişne, bir elimde ince tatil kitabım. tatilde falan da değilim aslında. kendime küçük izinler verdim. kızlar var karşıda. ah o mayokini hiç olmamış be güzelim.

ayın 8'i de gelmek üzere... 2 haftadır bekleyip duruyorum ayın 8'ini çünkü. hayır ayın 8'inde vermem gereken önemli bir sınav ya da alacağım yüklü bir ödeme yok. çok uzaaaklardan bir misafir gelecek. uzun zamandır flörtleştiğim birisi. çok alımlı ve güzel bir kız. türkiye'deki en güzel kızlardan biri. gelmesine az kaldı. hazır olmam lazım ona. iyi görünmem lazım. şu sayfayı da okuyup fazla oyalanmadan gym'e gideyim...

bugün ayın 9'u artık. saatler 01:44'ü gösteriyor. dün geldi...

filaşbek:

onu tam 1.5 saat evvel beklemeye başladım havaalanında. sabah kahvaltı bile yapmadan fırladım yola. gelirken bir poğaçaya 1.5 lira bayıldım. eh, burası istanbul. biraz heyecanlıyım. uzun zamandır kimseyi böylesine heyecanla beklemedim. sanki o geldikten sonra her şeyin çok farklı olacağına dair sebepsiz bir inanış var içimde. hayatımın kadını geliyormuş gibi... geldi o bugün...

gate'den geçtiğini görür görmez ayaklandım. koşup koşmamak, geride kalmak, yavaş adımlarla ilerlemek, çok da umursamazmış gibi davranmak, biraz sevinmiş gibi yapmak ve görmezlikten gelmek gibi bir milyon tane fikir peydah oldu bir kaç saniyede. sağa solu kolaçan ettikten sonra beni gördü nihayet. çok hızlı olmayan adımlarla ona doğru ilerlemekte buldum çözümü. gülümsedi bana. ah öyle güzel gülümsedi ki...

- hoşgeldin
+ merhaba... hoşbulduk, nasılsın ?
- iyiyim, sen nasılsın ? yolculuk nasıldı ?
+ ah yolculuk güzeldi de yolcular kötüydü, kavga ettim daha biner binmez bir manyakla... neyse, bir yere oturunca anlatırım.
- hıhı evet evet, ben valizini alayım sonra da havaalanından çıkıp bir yere gidelim. açmısın ?

gittik. çok güzel bir yere. salata aldı o. ben bir kahve söyledim. kambur oturuyordu sandalyede. bacak bacak üstüne atmıştı. her bir milimetresi, her bir hareketi ayrı güzeldi. estetik bilimi o'ndan sonra keşfedilmişti sanki. uçakta el valiziyle ilgili girdiği tartışmadaki beyinsiz herifi anlattı. anlatırken çok fazla 'öyle değil mi ama' dediğini farkettim. ben de zaten her 'öyle değil mi ama' deyişinde 'yani.. tabii ki...' deyip başımla onaylıyordum. her cümlesinden sonra bir kaç saniye göz teması kurup salatasından bir çatal daha almak gibi rahatsız edici bir huyu vardı. o böyle yaptıkça havaalanında onu gördükten sonra azalan heyecanım körükleniyordu. ben bir kız için heyecanlanmaktan vazgeçeli hani olmuştu. şimdi neydi benim o'nda bulduğum ? beni yeniden heyecanlandıracak birini bulmuşmuydum hakikaten yoksa sadece kendimden yüksekte mi görmüştüm o'nu, bu yüzden miydi ? özgüvensizlik miydi yani sorun ? yoo hayır, olmamalıydı. lütfen yeniden hayatımı değiştirecek biri olsaydı o. lütfen...

planımız aşağı yukarı belliydi. küçük bir istanbul turu atacaktık. sonra akşamüstü boğazı vapurla geçip karşıda birer kahve içecek akşama güzel, slow müziklerin şenlendirdiği bir mekanda, muhtemelen şarap içecektik. gece bende kalacaktı ama bu sevişeceğimiz anlamına gelmiyordu. sanırım onun yanında elimin ayağımın biraz random hareket etmesinin de nedeni buydu unutmuştum hemen yatak muhabbetine girişmediğim kızlarla önhazırlık sürecini yaşamayı. fakat bugünün programının er ya da geç varacağı sonuç buydu. eğer her şey boka sarıp sadece barınma ihtiyacını karşılamak adına bana gelmezse... hesabı istedim.

çarşıda her kız gibi gördüğü vitrinde durup hiç ilgimi çekmeyen çanta ve ayakkabılardan bahsediyordu o da. ilgileniyormuş gibi yapıyordum ama belliydi numara yaptığım. konu hakkında bir fikrim varmış gibi yapıp susup pusmamak için vitrinin birinde gördüğüm koca pazar çantası kılıklı çanta için 'şu çantalar da neyse böyle, her yerde bunlardan var. pazar çantası gibi ehehe' dedim. bana dönüp kötü kötü baktı. sonra önüne dönüp yürümeye başladı ve 'o çantalara ayda 500 milyon harcıyorum' ben dedi kinayeli kinayeli. sanırım hiç sevmediğim bir kız tipiydi bu. anasını sattığımın msn'inden farkedilemiyorki bu! neyse, zaten o an bunlar umrumda değildi. çok güzeldi çünkü. gerekirse en kötü ihtimal şu çantalardan birini hediye ederim, verir diye düşündüm.

şu sıkıntılı evreleri bir an evvel geçmekten başka bir şey değildi istediğim. sırf şu sıkıntı evrelerini yaşamamak için hayatım boyunca kaç kıza 'kırım-kongo kanamalı ateşi oldum, yatıyorum', 'teyzem öldü... yok geçen haftaki değil bu yeni' ve 'dedem kıçına soda şişesi sokarak intihar etmeye çalıştı' gibi yalanlar söylemiştim bilmiyorum. yani tam tuz bibermiş gibi palyaçonun biri 'şeker alır mısınızzzz?? * ):)):))999' diye karşımıza çıktı. herhangi biri karşıma çıktığında 'de git geri bas' diye girişecek kadar sinirliydim ve karşıma çıkan mahluk çocukluğumdan beri nefret ettiğim bir palyaçoydu.o bana baktı, ben o'na baktım. o bir daha bana baktı. sanırım bir şey yapmam gerekiyodu. her nedense şeytan dürttü, 'teşekkürler, sağol' deyip geri çevirmek yerine elinden şekeri alıp yürümeye devam ettim. sonra konseptin bu olmadığını farkedip geri dönüp 'ha kaç paraydı yahu eheh daldım kusura bakma' dedim palyaçoya. 8 milyon istedi küçücük bir şeker için. 'yuh anasının gözü!' dedim her normal insan gibi. 10 milyon verdim. bu sırada o'nun bana baktığını farkettim. palyaço da kırk saate 2 lirayı veremedi. neyse, nihayet para üstünü alıp şekeri o'na verdim. iğrenerek bakıyordu bana. 'sağol istemiyorum... 2 milyonu neden aldın ki?' dedi. ulan hem bi' tane lolipopa 8 milyon bayılmış hem de suçlu olmuştum. palyaçonun anasına avradına sövüp 'tamam, sıçtık güzelim dating'in içine' dedim.

istiklal'de yürürken st. antuan'a girdik. duvarda asılı olan yazmaları gösterip heyecanla 'şunlara bak ne tuhaf' dedim 'şşşt sessiz ol' diye azarladı. ortaköy'de kumpir yiyecektik, vazgeçti, bir yerde oturup kahve içelim dedik tekrar 'ay kumpir mi yeseydik..' dedi.. sonra kumpircinin önüne geldiğimizde tekrar vazgeçip 'yok şimdi şişirir o beni' dedi. geri döndük...

insanlara iyi davranmak konusunda olabildiğince çaba harcarım. insanları da severim. sadece kızınca nefret edebiliyorum. bence olur öyle. iyi bir insanım demek ne kadar doğru bilemiyorum ama iyi bir insanım, bana göre. kinci de değilim, bir çok insanın kaldıramayacağı büyük hataları bile affettiğim olur. fakat agresifim. fevriyim. bir anda parlar gemileri yakarım.

çiçek satan çingene de sabrımın önemli bir bölümünü yutan faktör oldu.

'abe güzel kızımıza bi' çiçek alıver yakışıklı'

- çiçek alayım mı sana ?
+ ahaha *
- bende öyle düşünmüştüm... sağol teyzecim, biz arkadaşız.
+ a aa, ne diyosun sen, ne arkadaşı ?!
- ee..ıı, arkadaş değil miyiz ?
+ bir tane çiçek almıyor musun bana ?! yuh yaneee!!!
- yok hayır, ben istemiyorsun sandım. :S
+ tabii ki de istiyorum!
- tamam alırız yaa sorun değil.
+ hayır alma bu saatten sonra anlamı yok.
- (içimden) ananın amı!

o bir tiki. aklı fikri çantalar, ayakkabılar ve elinden düşürmediği bilekböri'si. sürekli birileriyle mesajlaşıyor, bi' bişeyler... tamam, tam olarak çıkıyoruz sayılmaz ama bir flört halindeyiz, yani hiç kıllanırım diye de düşünmüyor. hadi onu da geçtim. internette böyle değildi ki bu kız. msn'den bir ilgi, bir alaka. efendim canısı'lar, bebiş'ler havada uçuşurdu. kardeşi geceleri bilgisayar başında grafik işleri yaptığı için gecenin 2'sine kadar msn'de, 2'den sabaha kadar sms ile, öğle vakti işteyken yine msn'de beni saatlerce kitlerdi. bu kadar sohbetin böylesine boş bir insanla nasıl yapılabilindiğini şu an bende anlamıyorum ama davulun sesi demek ki uzaktan güzel geliyor.kimi zaman boyadığı saçının caps'ini atar, kimi zaman o anlar zeka dolu bulduğum komikliklerden, arkadaşlarıyla anılarından falan bahsederdi. bir insan olduğundan bu kadar farklı gösterebilir mi kendini yahu ? hayır bir ara kahve içerken siyasete falan girdim, o da girerdi normalde çok olmasa da ve girdiğinde de mantıklı konuşmaları olurdu. fakat şimdi tam bir ot var karşımda. eh be canısı, bari tekel işçilerinin akıbeti hakkında yaptığım bir sohbet denemesini 'ben akp'yi sevmiyorum' diye bitirmeseydin keşke... çok güzelsin ama. şu an umursadığım tek şey de bu. bir kere ver de siktir ol git bari kendi evrenine, geçtim heyecanını, sevgisini...

akşam olmak üzereydi. artık bir yere gidip alkol tüketmeye başlanacak ve akşam golü atıp atamayacağım belli olacaktı. mamafih kumpir ve çiçek saçmalıklarının üzerine ortaköy'deki kazık kahvenin de bünyemde şok etkisi yapmasından mütevellit tüm heyecanım ve yanında kendimi kasmalarım son buldu. zaten şeker mevzusunda ve kilisede azarlamasının da etkilerini silememiştim. her söylediğine umarsızca laf sokmaya başladım. şeytan marka giyer filmini çok sevdiğinden bahsedince 'evet, güzel bir film. tüketim toplumunun kölesi olmuş gerizekalıları çok güzel özetlemişler' deyince kayışları kopardı.

- sen bana ne demek istiyosun ?
+ kimseye bir şey demiyorum, film hakkında görüşü...
- ne diyosun sen yaa? gerizekalı!! beni hemen havaalanına bırak! çabuk!
+ * temiz havadan kafan güzel oldu galiba, bas git kendin; bırakmıyorum hiçbir yere...
- pislik! adi köpek it hayvan aşağılık mahluk!!12'^#$

son sözüm çok koydu yalnız...

"böyle bi' çirkef olduğunu msn'den de söyleyebilirdin, buraya kadar zahmet etmene gerek yoktu..."
öyle bir delirdiki.. 'daş yok mu daş' diye yerden aldığı yumruğum büyüklüğündeki taşı kodu kafama bir yandan ağlayıp söverek. elimle kafamı tutarken taksiye bindiğini gördüm. hangi cehenneme gittiğini bilmiyorum. fakat güzel kızların cehennemde bolcana olacağına dair inancım 4'e, 5'e katlandı diyebilirim. ister gitsin, ister gitmesin, ister gidecek parası olmasın umrumda bile değil. tamam arasa ve zor durumda olduğunu söylese yine koşarım hemen ama ben de poliklinikte aldım soluğu yani, yardı lan karı kafamı! bi' ton dikiş atıldı kafama. şimdi evde bunları tek elimle yazıyorum, diğeri buz torbasını kafama bastırmakla meşgul çünkü. saat 2'yi geçti bile, yatıcam birazdan. 2'yi geçti demişken, telefonda gözüm bir yandan, sms gelir diye...

keşke dün hiç yaşanmasaydı... hadi yaşandı, kafamı yarmanın hatrına bari verseydin lan!

sevgilinin söylediği unutulmayan sözler

bunu bayağı word' te benim silinerek geçiş efektli fotoğrafım üzerine yapıştırıp kız kıza çıktığım gezinin afedersiniz icine s. çmıştı. yok yeni kitaplar bilmem ne. sana mı soracam lan ben ne yapacağımı? istedigim gibi severim, acımı da çekerim. ukala! şimdi bir çocuğu var. allah bağışlasın:
bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat
olsun. giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya
hazırdır. hani ağzınla kuş tutsan “bu kuşun kanadı
neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile
karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her
zaman. bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. iyi
halin cezanda indirim sağlamaz.

sen, “ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu
yapmadın” diye cevap verecektir. ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. üzülme, sen aşkı yaşanması
gerektiği gibi yaşadın.özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
“peki o ne yaptı” deme. herkes kendinden sorumludur
aşkta. sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. bir insan eksik
yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
hayatı ıskalama lüksün yok senin. onun varsa, bırak o
lüksü sonuna kadar yaşasın.

her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “acılara tutunarak”
yaşamayı öğreneli çok oldu. hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. epeydir
eline almadığın kitaplar seni bekliyor.kitap okurken
de mutlu oluyorsun unuttun mu? kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.yine içeceksin rakını balığın yanında.
üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası….

sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın
sürece o yürek var olacak seninle birlikte. sen yeter
ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. elbet bitecek güneşe hasret günler. ve o
zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…

edit : ben evlendikten 5 ay sonra da beni tebrik etti. Allah ıslah etsin.

elle lahmacun yemek

Halbuki çubukla yenir.