bugün

sevdiği entry'ler

nazım hikmet in topluma kötü örnek olan yaşantısı

peşin edit:
iş bu konu ile alakalı başka bir konu başlığındaki yazım "sözlüğü/yazarı yasal yönden zor durumda bırakabilir" gerekçesi ile silindiği için yeni bir konu başlığında paylaşmayı uygun gördüğümüz gerçek.
aşağıdaki satırlarda sözlüğü/yazarı yasal yönden zor durumda bırakacak bir ifade yoktur, şairin ne eserleri ne düşünceleri eleştirilmemekte olup, sadece şairin özel hayatındaki bazı anılar, kendisinin gerçek biyografisinden yola çıkılarak derlenmiştir.
iş bu entry uludağ sözlükte girilen 30 milyon küsür entry arasındaki en masum entrylerden biridir, ama yine de uygun bir bahane bulabilirseniz silebilirsiniz.
---------------------------------------

evet... bu gerçek, pek çok tatlı su solcusunun hayallerindeki kahraman olan nazım hikmet'in kişiliği ve yaşantısı incelendiğinde kolayca anlaşılabilir ne yazık ki.

evet arkadaşlar, bir insan solcu olabilir, komünist olabilir, vatan haini olabilir.
bunlar neticede herkesin kendi düşünceleridir, size doğru gelen bana yanlış, bana doğru gelen size yanlış gelebilir. bunlar fikirlerdir, hiç mühim değildir.

ama bir insanı değerlendirirken ahlakı ile, insanlar ile olan ilişkileri ile değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

işte nazım hikmet'in yaşantısını incelediğimizde, eşlerine yaptıkları ile topluma kötü örnek teşkil eden bir insan profili çıkıyor karşımıza.

nazım hikmet'in ikili ilişkileri, evlilik hayatı incelendiğinde, topluma kötü örnek olacak davranışları kolayca görebiliriz.

nazım hikmet'in kısa süren ilk evliliği nüzhet hanım ile olmuştur, hanımefendinin ailesi nazım'ın karakterinden dolayı bu izdivaça karşı çıkmış, onaylamamıştır. ama nazım hanımefendinin bir şekilde aklını çelmiş ve kız ile moskova'da bir şekilde evlenmiştir.
evlilik neticesinde nüzhet hanım'ın sağlığı bozulmuştur ve sağlığı bozulan nüzhet hanım nazım hikmet tarafından bir çırpıda harcanmış, neticede ayrılmışlardır.

bu başarısız evlilik sonrası nazım hikmet, bacısının arkadaşı olan 2 çocuklu dul bir kadın olan piraye hanım'ın aklını çelmiş, onunla evlenmiştir.
piraye hanım şu dünyada yaşamış en bahtsız, en bedbaht, en şanssız kadındır belki de.
evet, piraye hanım, nazım'a ömrü boyunca hep sahip çıkmış, hep arkasında durmuştur.

lakin nazım, işi ile, gücü ile, ailesi ile ilgilenip onları mutlu edeceğine başını hep belaya sokmuş ve aile hayatından hapishane hayatına geçiş yapmış, girdiği cezaevlerinde de rahat durmamış, o cezaevi senin, bu cezaevi benim dolaşıp durmuştur.
tabi nazım cezaevindeyken olan piraye hanıma olmuştur, o hep acı çekmiş, yine de bu çektiği acıları kocasına belli etmemiştir, onu her ziyaretinde, ona yazdığı her mektupta nazım hikmet'e destek olmuş, onun cezaevinden çıkmasını yıllarca ve hasretle beklemiştir hayatının en güzel yıllarında.

peki buna karşılık nazım ne yapmış?
napmış biliyor musunuz?
1946'dan sonra yatttığı bursa cezaevinde kendisini ziyarete gelen dayısının kızı münevver'e aşık olmuştur.
münevver hem nazım'ın dayısının kızıdır, hem de evli ve çocuk sahibi bir kadındır.

şimdi şöyle bir portre çizin kafanızda.
bir adam var evli, ve adam cezaevinde, karısı saçını süpürge etmiş onu bekliyor acılar içinde ve bir başka kadın var, adamın dayısının kızı ve üstelik evli ve çocuklu bir kadın.
bu adamın bu kadına aşık olması nedir?
bu davranışa ne isim koyarsınız?
nasıl bir kişiliktir bu? aslında bu duruma uygun pek çok sıfat var ya neyse...

durun yahu, bitmedi daha.
nazım münevver'e olan aşkını utanmadan piraye hanım'a bildirir yazdığı mektuplarla.
kendisinden "anlayışlı olmasını" ister.

soruyorum arkadaşlar, hangi kadın kocasından böyle bir mektup alır ve anlayışlı olabilir?
lütfen siz de vicdanlarınıza sorun bu soruyu. rica ediyorum...

bütün bunlar olurken münevver hanım da nazım'a karşı boş değildir, ama kocasından da ayrılıp yuvasını yıkmak istemez.
nazım sap gibi ortada kalır.
sap gibi ortada kalan nazım, kalemi kağıdı eline alır ve başlar piraye hanım'a yalvarmaya.
yalvarır, yakarır, dil döker, "intihar ederim, sensiz yaşayamam" der. bir şekilde piraye hanım'ı ikna eder ve barışırlar.

aslında piraye hanım kırgındır, ama piraye hanım insandır, insan oğlu insandır.
nazım'ın cezaevinde olmasından kaynaklanan ruh haline verir bu yaptığını ve barışırlar.

barışırlar barışmasına ve piraye hanım da nazım'ı ziyarete gider.
ama gelin görün ki piraye hanım ile aynı anda münevver hanım'da nazım'ı ziyarete gider. iki kadın cezaeinde "pişti" olurlar.

piraye hanım anlar ki, bu nazım yaramaz biridir ve yediği halttan vazgeçmez.
tek kelime etmeden çıkar gider oradan ve bir daha da nazım'ın yüzünü görmez...

piraye hanım üzülmüştür, piraye hanım kırılmıştır. her ne kadar bu durumu biliyor olsa da dünyası başına yıkılmıştır zavallı piraye hanım'ın...

nazım, 1950'de af ile cezaevinden çıkınca, yuvasını yıktığı dayısının kızı münevver ile evlenir, ondan bir de çocuğu olur.

ama nazım bu arada şizofrene bağlar kendini.
askere alınacağını duyunca "beni askerde öldürürler" paranoyasına kapılır ve karısı ile bebek yaştaki evladını terk ederek moskova'ya kaçar.

bakınız arkadaşlar.
nazım kaçtığında özgür bir adamdır. hakkında ne bir suçlama, ne bir dava vardır. ne tutukluluğu ne de bir gözaltısı mevzubahis değildir.
sırf paranoyaklıkla ülkeden kaçar gider. giderken de karısını ve çocuğunu ardında bırakır.
bu durum topluma örnek bir davranış mıdır?
"evet, bu durum topluma örnek bir davranıştır" diyorsanız devam edelim...

nazım ailesini terk ederek sovyetlere gider ve orada kendine yeni bir hayat kurar.
eşi, oğlu falan umurunda değildir bu adamın.
ama ailesi hep onu düşünür, münevver hanım 1961'de o zaman 10 yaşındaki oğlunu da yanına alarak türkiye'den ayrılır ve kaçak yollarla polonya/varşova'ya gelmeyi başarır.
nihayet münevver hanım kocasına, mehmet de hiç görmediği, hayallerinde canlandırdığı babasına kavuşacaktır.

bu hayaller ile gelir münevver ve mehmet varşova'ya.
nazım hikmet'i bulacaklar ve hep birlikte yeni bir hayata başlayacaklardır burada.
ve nitekim nazım'ı bulurlar da...
ama nazım aynı nazım'dır.
nazım'ın hayatında vera adlı bir kadın vardır ve nazım vera ile birlikte yaşamaktadır.

bu normal birşeymiş gibi anlatır münevver hanım'a nazım.
tabi münevver hanım bu durumu kabul etmez ve polonya'yı terk eder oğlu ile beraber.
nazım'ın bu da umurunda değildir.
çünkü yanında "saman sarısı" saçlara sahip vera vardır...

vera'nın da nazım'ın diğer kadınlarından bir farkı yoktur.
o da evlidir ve çocuk sahibi bir kadındır.
kamuya mal olmuş bir kişi olduğu söylenen, bazı kesimler tarafından çok sevilen, laf söyletilmeyen nazım onun da aklını çelmiştir bir şekilde.

“kimseler yapamaz senin resmini
sen kendi resmini kendin de yapamazsın
bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde
senin resmini ben yapacağım.”

bu gibi dörtlükler yetmiştir vera'nın yuvasını yıkıp nazım'ın kollarına atılmasına.

evet arkadaşlar, "vera'dan sonra n'olmuş" diye sormayın.
olmamış bir şey.
ömrü yetmemiş başka bir kadının daha hayatını karartmaya...
1963'te ölmüş gitmiş nazım.

yaşasaymış vera'ya da ihanet edermiş belli ki, ama takdir i ilahi buna müsade etmemiş.
nazım'ın ahlaksızlıklarına daha fazla müsade etmemiş yüce yaradan...

şimdi bu anlattıklarımın hepsini, nazım hikmet'in hayatını okuyanlar, araştıranlar iyi bilirler.
vicdanınıza soruyorum bu soruyu;
nazım'ın bu yaptığı şeyler topluma kötü örnek olacak davranışlar değil mi arkadaşlar?

piraye hanım'a yapılanlar, münevver hanım'a yapılanlar reva mı sizce?
ya ufacık mehmet'in baba hasreti?
günah değil mi?

bunları yapan nazım hikmet değil de başka biri olsaydı yüzüne tükürmek istemez miydiniz?