bugün

entry'ler (23)

mng yaşamkent

insan düşünüyor MNG, kurumsal bir firma. En fazla ne olabilir? Ne kadar ileri gidebilirler diye.
iş kargonuzun rehin alınmasına kadar gidiyor.

05.02.2018 tarihinde saat 18.10'da MNG Yaşamkent şubede yaşanan olayı aktarıyorum. Daha önce aynı şubede defalarca kez benim ve annemin kargolarında sorun yaşadık ama bu sonuncusu akıl almaz düzeydeydi. Cumartesi günü elime ulaşması gereken ürün ulaşmadığı, Pazartesi de bütün gün beklememe ve aramama rağmen kargo gelmediği için ailem ile birlikte şubeye gittik. Kargoyu sorgulattım, bir iki dakika kargoyu arayıp bulamadılar.
Erkek çalışan, "kargonun kaybolmuş veya arabadan çalınmış olabileceğini" söyledi. "insanlık hali olur böyle şeyler, doktorlar da masasında adam öldürüyor" deyip güldü. Çok yoğun olduklarını daha sonra ilgileneceklerini söyleyip başlarından atmaya çalıştılar. Biz sorunla ilgilenmeleri rica ederek oturmaya devam ettik.
Kargoyu kaybetmiş olmalarına rağmen kimse bizimle ilgilenmedi. Bu 10 dakikalık süre içerisinde kargoyu kaybeden kurye telefonundan oyun oynuyor. Biraz sonra bize bağıracak olan Ayça isimli şahıs kahvesini içerek bize sinirli şekilde bakıyor ve sürekli üflüyordu.
Toplamda 10 dakika oturduk ve bu süre içerisinde bir kere “insanlık hali” diyerek konunun örtbas edilmeye çalıştığını ve kimsenin hala ilgilenmediğini belirttim. Daha sonradan adının Ayça Yalçınkaya olduğunu öğrendiğim şahıs yaptıkları hatayı ısrarla çözmelerini talep etmem üzerine birden sinir patlaması yaşadı : "Allah bilir üç kuruşluk mal sipariş ettiniz ne var yani. Kaybolmuş olabilir. Beni rahatsız ediyosunuz, çıkın gidin” dedi. Bu lafları duyunca şok olduk ve tepki gösterdik. Erkek çalışanlar tarafından “defolun gidin kargonuzu da bi daha asla alamayacaksınız bi daha da buraya gelmeyin” diyerek üçümüz de yaka paca dışarı atıldık.
Hayatımda hiçbir hizmet kurumundan bu kadar saygısızca ve aymazca bir yaklaşıma maruz kalmamıştım. 60 yaşın üzerinde olan annem ve babamla birlikte kargomuzu kaybeden şubeden kovulduk! Çıkar çıkmaz gereken yerlere ifade vererek şikayet ettik. Kargonun bana teslim edilmeyeceği aşikar. Ancak olayın boyutu kargonun teslim edilmesiyle telafi edilemeyecek kadar da ileri durumda.

07.02.2018 yaşanan olayı aktarıyorum. iki gün önce yaşadığımız olayın üstüne dün telefonuma MNG Kargo’dan “kargonuz şubededir gelip alabilirsiniz” diye mesaj geldi. Annem de mesaja istinaden bugün sabah kargoya gidiyor ve ne azı ne fazlasıyla aşağıdaki diyalog geçiyor (ses kaydı var):
Bir şube müdürünün müşteriye kafa tutma saplantısının sonucu şu şekilde:
Annem: Kargoyu alabilir miyim?
Görevli: Kargonuz burada ama size vermeyeceğiz, müdürümüzün talimatı var. Kargonuzu size teslim etmeyeceğiz.
Annem: Hakkımızı aramak suç mu? Bizim olan şeyi bize vermiyorsunuz.
Görevli: Müdürün talimatı var abla.
Çıkıyorlar.

Yaşamkent’te oturuyorsanız lütfen MNG’ye dikkat edin ve eğer kaybedilme, yanlış eve teslim edilme ya da kargoyu alıkoyma (ki benim kargomda üçü de oldu * ) gibi bir durum olursa lütfen ilgili yerlere şikayet edin. Yoksa görüldüğü gibi kargoyu alıkoymaya ve inatla teslim etmemeye kadar gidiyor iş.

Ben ve annem bu kargo aracılığıyla ne kadar sipariş verdiysek hep sorun yaşadık ve eminim ki bizim gibi sorun yaşayan yığınla insan var.
Kargo görevlilerinin olayı bu kadar kişiselleştirerek kafa tutması ve sözde meydan okumasının tek bir açıklaması olabilir. Müşteriye ne derlerse desinler, ne şekilde davranırlarsa davransınlar (ki bizi defolun gidin giderek yaka paça dışarı attılar * ) hiçbir şekilde bedelini ödemeyeceklerine emin olmaları.
Kargomu rehin alan Yaşamkent Şube Müdürü Ayça Yalçınkaya şöyle demişti “Allah bilir üç kuruşluk ürün istediniz, gelmiş burada bizi rahatsız ediyorsunuz.”
Yalçınkaya’nın “üç kuruşluk” dediği ürün için değil, esasen aileme ve bana yapılan saygısızlık için ilgili Bakanlıklar da dahil ulaşabildiğim her yere şikayet ettim.
“Üç kuruşluk” dediğiniz ürünü anneme doğum günü hediyesi olarak almıştım. 3 günümüzü rezil ettiniz. Ankara’ya ailemin yanına gitmiştim zehir ettiniz. Ailemin ve benim 3 gündür yaşadığımız zaman, enerji ve moral kaybı yanınıza kar kalmayacak bilesiniz.

kentplus kadıköy

Kentplus Kadıköy site yönetimi ve Emay inşaat! 7 aydır Kentplus Kadıköy'de oturuyorum. Bu süreçte musibetlerin ardı arkası kesilmedi. 6 asansörün 5'i sürekli"out of service." Çalışan 1 tanesi de sürekli tutukluluk yapıyor, düşecekmiş gibi sesler çıkarıyor. 3 kere asansörde tek başıma kaldım, sayenizde klostrofobi neymiş öğrendik. Asansörlerin bazen hiçbiri çalışmıyor, 15. kattan defalarca kez indim çıktım. Aralık ayındayız dairede bulunan petekler çalışmıyor. 4 kere sitenin teknik servisi gelip baktı, hala çalışmıyor. Kapının önüne koyduğunuz güvenlikler daire sakinleri dışında herkesi içeri alıyor. Korunaklı, karma yapıdır; konforlu olur, sıkıntı yaşamayız, rahat ederiz diye taşındık çektiğimiz çilenin haddi hesabı yok. Karma yapı dediğime bakmayın, spor salonu, yüzme havuzu falan hak getire! Hiçbir sosyal faaliyet alanı yok. Daha çok kaotik demek lazım. Her an başınıza her şey gelebiliyor. Bu kadar rezilliğe rağmen bölgenin en yüklü aidatına sahip site. Üstelik aidatını ödemeyene de vakit kaybetmeden icra gönderiliyor. Neyse her şey zamanla rayına oturur dedik, sabırlı olmaya çalıştık. Ama olay tahammül edilemez bir boyuta ulaştı. Solventli epoxy denilen kimyasal madde her ne hikmetse ve nasıl oluyorsa suya bulaşıyor. Günlerdir sularda buram buram tiner kokusu var. Çoğu kişi olayın yaşandığı gün farkında olmadan bu suları çayında, kahvesinde, yemeğinde kullandı. Hadi her şeyin telafisi olurdu da böyle bir şeyin asla telafisi olamaz. Geri dönüşü olmayan bir hata yaptınız. ihmalkarlığınızın ve aymazlığınızın hesabını vereceksiniz.

possession

Isabelle Adjani'nin tünel sahnesindeki oyunculuğunun insana saldırgan bir çıplaklık hissi, insanın hayvandan hiçbir zaman ayrılmadığı hissi verdiği filmdir.

http://www.youtube.com/watch?v=EsDb4I6gAZQ

euroasia

Tarih boyunca ülkelerarası gerçekleşen göçlerden dolayı Bulgaristan’da yaşayan çok sayıda Türk kökenli göçmen bulunmasından dolayı vize ve oturum izni taleplerinin en yoğun ülkelerden biri Bulgaristan. Uzmanlık alanı Bulgaristan kısa ve uzun süreli vize işlemleri, oturum izinleri, BG vatandaşlık prosedürleri, mevzuat danışmanlığı olan Euroasia Global (Eagvs), Beşiktaş Ulus’ta hizmet veriyor. Euroasia çalışanları; biriken binlerce deneyimini güler yüzlü ve donanımla ekibiyle yatırım, aile birleşimi, göçmenlerin geri dönüş prosedürleri, eğitim, çalışma gibi Bulgaristan’la bir şekilde bağı olan herkesle paylaşıyor. Eagvs’nin merkez şubesi istanbul’da olmakla birlikte Ankara, Bursa, Edirne ve izmir’de kardeş şubeleri de mevcut. Zaman kaybını ve evrak karışıklığını önlemek amacıyla Euroasia Global müşteri temsilcileri, kendi danışmanlık hizmetlerinin, mesleksel durumunuza uygun evrak listesini ve vize ücretini bilgi e-maili olarak gönderiyor. Bulgaristan vize başvurularında Schengen ülkeleri gibi VIS denilen parmak izi uygulaması da zorunlu olmadığından evraklarınızı kargo ile göndermeniz vize başvurunuzu gerçekleştirmenize yetiyor. Eagvs sizin adınıza başvurunuzu tamamlıyor. Böylece randevu gününde, çalışıyorsanız sıra beklemekten dolayı bir gününüzü alacak zaman kaybından kurtuluyorsunuz. Sadece zaman kaybı değil, evraklarınızın kontrolünü yaptırmak, eksiklik ve yanlışlık durumunun giderilmesini, evraklarınızın usulüne uygun randevu günü ve saatinde konsolosluğa sunulmasını, bir de aynı şekilde vizenizin işlenmiş olduğu pasaportunuzu kargo ile adresinize gönderilmesini, bütün karmaşık resmi evrak işlemlerini zahmetsizce halletmek istiyorsanız Eagvs’yi bir arayın derim.

georges bataille

Breton'un ortodoks gerçeküstücülük anlayışına karşı gerçeküstücülüğü de dönüştüren, insanın kötücül yönü üzerinde duran, bedeni cinsiyetsizleştiren, “iğrenç”e farklı bir gözle bakmayı sağlayan, ölüm ve erotizmi buluşturan, gerçeküstücü akımın da sınırlarını ihlal eden bir devinime sahip olan kişi. Kurban etmenin, şiddetin ve yamyamlığın manifestosunu yazmıştır. Sakatlanmış yaşam der ya adorno aynı öyle Bataille'ınki.

endüstriyel müzik

(bkz: Coum Transmission), (bkz: Cosey Fanni Tutti), (bkz: Genesis Breyer P-Orridge), (bkz: Genocide Organ)

endüstriyel müzik

çığlıklar ve fısıltılar.

haus arafna

Haus Arafna dinleyin, pişman olmazsınız.

denis lavant

(bkz: holy motors) yeraltı güzeli.

karina kitap kırtasiye

evimin önündeki yaşamkent karina kitap kırtasiye'ye hard copy gibi herhangi bir kırtasiye hizmetine vereceğim bedelin 2-3 katını alternatif kırtasiye yoksunluğundan vermekteyim. Saflık bendeki yakın diye gitmeye devam ettiğim karina'ya bu hafta iki kere kartuş doldurttum ikisinde de kartuş boş geldi ve sorun çözülmedi, üstüne yüzüme telefon kapatıldı. hizmet haysiyetli esnafın işidir efendim altından kalkamayacağınız hizmetin bedelini almayacaksınız. Yaşamkent'e otoyol kokoreççisi değil, sınav hazırlık kitaplarının yerine edebiyat, felsefe vs. kitaplarının ağırlıkta olduğu sömürgesiz bir kitabevi ve kırtasiye farz olmuştur.

otonom

sürrealistlere özgü, aklın tüm etkilerinden arıtılarak oluşturulmuş yaratım şekli. Bir örneği Antonin Artaud ile Breton arasında oynanmıştır.

aysun yüksel

türkiye'de cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal cinsiyet gibi konuları fetişleştirmiş daha da öteye gidememiş, derslerini de bu çerçevede hazırlamış anadolu iletişim hocası aynı zamanda sinema ve televizyon bölüm başkanı. türk filmlerinde kadının konumu üzerinde durmasına karşın okul içinde seksist hatta heteroseksist tutumlarına defalarca tanık olduğum, bu yüzden samimiyetine inanmadığım akademisyen. erotik tarkan fotoğraflı gereksiz bir kitabı da vardır.

persona

--spoiler--
varolmanın umutsuz düşü. var gibi olmak değil, var olmak. her an bilinçli, aynı zamanda kendin için olduğun insanla diğerleri için olmanın farklılığı. baş dönmesi hissi ve sonunda yorgunluktan ölme isteği. içinin görülmesi, kesilip biçilmek, hatta hatta yok edilmek. her ses bir yalan, her jest sahne, her gülümseme bir tuzak.intihar mı? hayır!(...) ama gerçek kan kırmızıdır, saklandığın yerde kalamazsın. hayat her şeyin içine sızar.
--spoiler--

persona

--spoiler--
intihar etmek mi?

Hayır bunu yapamazsın ama hareket etmeyi reddedebilirsin, konuşmayı reddedebilirsin,o zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun.

--spoiler--

georges melies

Sinemada görsel sihiri yaratan ve hayatını buna adayan dahi. sinemayı belgesel sınırlılığından kurtarmıştır. Bugün Hollywood sineması uçan adamlar, yürüyen canavarlar yapabiliyorsa bu georges melies'in sayesindedir. Bu yıl teknik dallarda 5 oscar kazanan Hugo'yu * izlerseniz melies ve yaptıkları üzerine az çok bilgi sahibi olabilirsiniz.

fernando arrabal

ispanyol asıllı Fransız oyun yazarı ve yönetmen. ispanya iç savaşının sonlarına doğru bir kasabada yaşayan Fando isimli çocuğun babasını bulmak için yaptıklarını anlatan, sürreal imgelerle bezenmiş Viva la Muarte isimli filmi izlemeye değerdir. Alejandro Jodorowsky'nin Fando y Lis'i de Arrabal'ın bir oyunundan uyarlamadır.

the navigators

ilkel toplumlarda üretim ilişkileri, üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanmaktaydı. insanlar her şeyi birlikte yapıyor, birlikte yaşıyor ve çalışıyorlardı. Bu ortaklaşa çalışma da üretim araçlarının ve emeğin ürünler için ortaklaşa mülkiyetine yol açıyordu.
Marx ve Engels Alman ideolojisi' nde, insanlığın başlangıcında, insanların sadece avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği zamanlarda egemen düzenin mülkiyetinin ortaklaşa mülkiyet olduğunu belirtmişlerdir. 1880'li yıllarda burjuva bilimine dair toplanan belgeleri incelemeye girişen Marx Amerikalı bilgin Henry Morgan'ın ilkel Toplum adlı kitabından da yararlanarak toplumsal sınıflar, özel mülkiyet ve devlet gibi kavramların kalıcı değil geçici olduğunu vurgulamıştır. Morgan'ın kitabında Aztekler doğayla etkileşimini, avcılık ve toplayıcılıkla belirliyorlardı. Dolayısıyla birikim yoktu ve buna bağlı olarak da özel mülkiyet yoktu. insanın insan tarafından sömürülmesi ve sınıflar yönünde hiçbir düşünce söz konusu değildi.

Ken Loach, The Navigators adlı filmde kapitalizm ortamında yaşama tutunmak için çabalayan, çabaladıkça birbirlerine yabancılaşan bir grup demiryolu işçisinin öyküsünü anlatmaktadır.

'' Yabancı kavramını en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx'a göre bu kavram ürünlerin, insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir.''

Filmin senaryosu, hayatı boyunca demiryollarında işçi olarak çalışan sonra zorla emekli edilen daha sonra da işçilik hayatı boyunca yoğun asbestle çalıştığı için akciğer kanseri olan ve kırkbeş yaşında hayatını kaybeden Rob Dawber'e aittir. Dawber'in hayatından kesitler taşıyan The Navigators insanı kendi türüne yabancılaştıran kapitalizmin yarattığı vahşi ortamın insanlığa dayattıklarını tüm çıplaklığıyla yansıtıyor.

Filmin ilk sahneleri demiryolu şirketinin özelleştirilmesi ve ardından işçilerin kendilerine dayatılan insan dışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaları ile ilgili. Yetkili işçilere: '' Kimse burada yerleşik değil, ilk olarak bunu bilmenizi isterim... Sadece bir iş yapmak önemli değil, pazar ortamında yeni şirketin başarılı ve yeterli işlere imza atmasını istiyoruz. Misyonumuz için, performansınızı artırmalı ve işinizi en verimli şekilde yapmalısınız'' diyor ve yeni şirketin dayattığı anlaşmayı imzalamak zorunda olduklarını söylüyor. Vermeden almak isteyen sistem, gittikçe fakirleştirmeye çalıştığı işçi sınıfına dair planlarını, çalışma koşullarıyla belirlemiştir artık. işçiler doğal isteklerini karşılayabilmek için, aç kalmamak için kendilerini fiziksel bir canlıdan öte meta olarak gören yeni patronlarının çıkarları uğruna çalışmaya başlıyorlar. Ne kadar işe bağımlıysa bir işçi insana özgü duygularını o denli kaybetmeye, hissizleşmeye başlamış demektir. Gerçek dünyadan kopmuş, hayati organları olan kalpleriyle değil eklem yerlerininin hızlarıyla varlıklarını hissedebilen yaratıklara dönüşmüşlerdir.

Şirket işçilere sözde bir yaşam sunuyor fakat bu yaşam, hümanizmanın ölçüt olarak aldığı iNSAN ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan, insanı insana, iş arkadaşlarına yabancılaştıran, toplumsal dayanışmayı yok eden, insanda hayvansı güdüler uyandıran sözde bir yaşam...

Jack, yemek almaya gittiği yerde promosyon olarak verdiklerini zannettiği yiyeceğe sahip olamadığı için satıcıya saldırıyor. Karnı biraz daha tok tutabilmenin yolunun şiddetten geçtiğini görüyoruz. Film, sistemin zorbalık üzerine kuruluşunu ve bizim bunu yadsımayışımızı yüzümüze vuruyor.

işçilerden bir diğeri Paul, kızlarını mutlu etmek ve eski karısından onların velayetlerini almak ister. Bu yüzden mesaiye kalır ve çalışma koşullarınaa katlanmak zorundadır, işten çıkma gibi bir lüksü yoktur. Filmin sonunda yıllardır beraber çalıştığı arkadaşı olan John'a tren çarpar ve John ne kadar ölüme yaklaşmışsa Paul, insanlığından o kadar uzaklaşmıştır. Çünkü; Mick ve Paul ağır yaralı olan arkadaşlarını, güvenli çalışmadıklarından dolayı işten çıkarılabilecekleri düşüncesiyle demiryolu alanın dışına taşırlar ve John yaşama şansı varken ölür, öldürülür.
'' Doğaya şekil verme, daha fazla ürün elde etme çabası, aletler, makineler, fabrikalar... insan doğayı kısmen kullanarak hayatını devam ettiriyor. insan ekmeğini çıkardığı doğayı artık alınıp satılabilen bir mal olarak görüyor. insan kendi gözünde tanrılaştı ama bu tanrılaşma SADECE KISMEN gerçekleşti. Tanrısal adaletten, iyilik ve merhametten eser yok. Bunun için daha hızlı ve daha ucuza üretiyor ama üretileni adilce paylaşmanın yollarını bulamıyor.''

Filmin başında kapitalizmin dayattıklarıyla dalga geçen neşeli, birbirlerini kollayan, birbirlerine sahip çıkan, dayanışma içinde olan ve en önemlisi hayatlarından memnun olan John, Mick, Paul, Jim... rekabet ortamında artık birer insan değil, mesleklerine, ürettiklerine ve birbirlerine yabancılaşan, kendi ürettiklerinin altında acı çeken sadece birer peşin emek satıcısı...

içinde bulunduğumuz sistemin temeli insanlık değil, bencilliktir. Rekabet ortamı bencilliği artırırken, toplumsal dayanışmayı kırar. Marx'ın yabancılaşma düzleminde insanlık durumunun gerçek sefaletini görebilirsiniz. Ancak bunun bir şekilde üstesinden gelindiğinde gerçek mutluluğa yeniden kavuşulabilir.

Şimdi soruyorum size yazının başında avcılıkla geçinen ilk insan mı daha vahşi yoksa hiçbir şey görmemeye, sorgulamamaya şartlandırılmış, birbirlerini çürümesine seyirci kalan, kendi emeklerinin sahibi olamayan, kaybolan hislerinin yerini bir avuç maaşı alan günümüz sözde modern insanı mı?

charles baudelaire

sürrealistler Baudelaire'i öncülerinden sayarlar. breton sürrealizmin birinci manifestosunda baudelaire'den söz eder, scénes parisiennes ve poémes en prose adlı eserlerini diğerlerinden üstün tutar. gününün yozlaşmış toplumundan tiksinişi sürrealistler tarafından sevilmesini sağlamıştır.

joel peter witkin

1939 New York doğumlu fotoğrafçı. Fotoğrafları oldukça rahatsız edicidir. Fotoğraflarını ulu orta bir yerde gösterirseniz, dehşet çığlıkları kaçınılmazdır.

Hermafroditler, koca memeli kadınlar, vücutları deforme olmuş yaratıklar, tuhaf gözüken insanlar, morgdan topladığı kelleler, bir organı diğerinden büyük olanlar, cüceler, kolu bacağı kopmuş çocuklar, ölü doğmuş bebekler belli başlı modelleridir. Sanatçı, estetik anlayışının marjinaller aracılığıyla olmasının nedenini 'nefretle bakılanı sevebilmek' olarak açıklar.

"Korku verici şeyleri çekmek ile onları güzel göstermek arasında bir paradox vardır" *
Karısı, karısının kadın sevgilisi ve iki oğlu ile birlikte amerika'da bir çiftlikte yaşamaktadır.

arthur cravan

Asıl adı Fabian Loyd olan boksör, sıradışı yazar. oscar wilde'ın da yeğenidir. 1912-15 yılları arasında kasap kağıtlarına basılan ma intenant adlı bir dergi çıkarmıştır.

''derimin rengi sayesinde bir kere sizin duymadığınız bir şeyi duydum'' diyecek bir şilili ya da obakalıyla karşılaşmayacağım üzerine bahse girerim.*
sanatı boş veriyorum ama Balzac'ı tanımış olsaydım bir öpücük koparmaya çalışırdım.*