hedefsiz,amaçsız bitse de gitsek havasında yaşamak.insanların amaçları,ulaşmak istedikleri bir şeyler olmadığı zaman ne kadar tehlikeli yaratıklar haline dönüşebildiğini gördükçe allah kimseyi öyle yaşatmasın diyor insan.
çelişkili bir durum gibidir. başkalarına, ailenize mesela, annenize hâlâ değer verirken; aynı zamanda yaşamın anlamsızlığına kani olabilirsiniz. alt tarafı solup gidecek bir çiçeksinizdir zamanı gelince. karanlığa gömülecek, çürüyecek, kuruyacak, toz olup dağılacak bir miktar et ve likitten ibaretsinizdir. düşünceleriniz, kalbinizin atışı durduktan sonra, biraz sonra, bitecektir. yaşarken düşündüğünüz o ölümden sonrasını, düşünemeyeceğiniz gibi göremeyecek ve "yaşayamayacaksınız" da. bitti. bitmiş olacak. son. şu bağımsızlıkta, yaşamın amacını sorgulamaya başlarsanız: görürsünüz ki hiçbir canlı birbirinden yararlanmaya, sömürmeye ve kendi ihtiyaçlarını olabildiğince gidermeye çalışmaktan öte bir amaca sahip değildir. zombi apokalipsi isteyen bir genç nesil görüyorum. yaşayan varlıklar olarak bizim zombilerden ne farkımız var ki? hâlihazırda böyle bir gerçekliğe sahibiz. doymak bilmez iştahımız, durup düşünmeden yaşayışımız... hiçbir şey daha farklı olamazdı. gerçek bu ve ben alternatif göremiyorum. ayrıyeten bu gerçekliğin spot ışıkları altında incelenmemesi garibime gidiyor. düşünme yetimize rağmen, vahşiliğimizin çok da farkında değiliz. vahşiliğin ise kötü bir şeymiş gibi zihinlerimize işlenmiş olması daha da şaşırtıyor beni. medenileşmek, hastalık olabilir mi? yaşamak için başka canlıların yaşamına son vermek zorundayken ve bunu zaten yapıyorken, neden öldürmenin kötü olduğu düşüncesi söylenegelir ki? zevk için öldürmek, ihtiyaç için öldürmek ayrımı mı? yaşamak bir ihtiyaç mıdır ki? yaşamın gerekliliğini tartıştık mı? yaşamanın kendisi zevktir.
kimse kimseyi öldürmüyor diyemezsiniz. öldürsünler. karşı değilim. ama neden gerçekliğimizi saklıyoruz kendimizden? bunun yaşanılamaz yanı ne? merhamet, vicdan gibi kavramlar devreye giriyor. ironik bir doğamız var yani. belki de "yaradılışımız". daha demin tanrıyı reddediyordum, ama söylesenize, ne kadar uzun süre reddedebilirsiniz ki? ve ne kadar uzun süre inanabilirsiniz? azamiyi sorduğuma göre, ölene kadar diyorum cevaben.
tüm bu çelişkilerin yarattığı sıkıntılar, düşünmek ve mantıklı bir sonuca varma isteğinize rağmen başarısızlığa uğramanız ve aptal olduğunuzu düşünmeniz gibi nedenlerin hepsinin ardından gelen ölme isteğini, bitme isteğini gerçekleştirmemek; bir bakıma soğukta sigara içmeye benziyor. acıya rağmen bağımlılık.
ama belki bir cevap bulurum umudu ve aileyi yüzüstü bırakmama arzusuyla devam edelim. böylesi daha romantik. ve hey: bir şeyin romantik olması, onun ille de gerçekdışı olduğunu göstermez. annemi seviyorum.
bu kadar edebiyat parçalamadan anlatmak istersek eğer,
etrafınızda olan biten her şeye kayıtsız kalıp, kendinizden fazla etrafınızdakileri severek hayatınıza anlam yükleme çabası içerisinde olduğunuz bir yaşamdı.
her şey acıtabilir sizi ama hiç bir şey koymaz. acıyı kendiniz için hissetmezsiniz sevdiklerinizin acısını paylaşırsınız. size gelen her türlü eza ceza ödüldür, her türlü iyi şey ise cezadır.
yinede düzelmek için çabaladığınız takdirde düzelme şansınız vardır.
ayrıca mustafa yıldızdoğan'dan yaşıyorum öylesine şiirini akıllara getirir. dinlemekte fayda olur olayı biraz daha iyi kavrayabilmek için.