insanlığın tarih boyunca üzerine düşündüğü yaşamdır. tarihte ölümden sonra yaşam konusunda iki tür tartışma görüyoruz. birincisi ölümden sonra yaşamın olabilirliği, ikincisi de ölümden sonra yaşam fikrinin insanlık üzerindeki etkileri.
ölümden sonra yaşamın olabilirliği hakkında iki görüş vardır. materyalistler ölümden sonra yaşamı mümkün görmez. çünkü materyalistlere göre insan zihni ve benliği tamamen beynimizdeki nöronların bir faaliyetidir. organik moleküller arasında oluşan kimyasal bir enerjidir. psikiyatride kimyasalların zihin üzerindeki etkileri bu görüşü desteklemektedir.
fakat bir de dualistler vardır. insan zihninin tek gerçek olduğu, beden ve fiziksel evrenin bir yanılsama olduğunu savunan görüş. bu görüş the matrix filminde de işlenmiştir. zihnimiz başka bir evrende olabilir ve bu evrene bir tür ruh bağlantısı ile bağlanmış olabiliriz. eğer yaşadığımız evren bu şekilde ise ölümden sonra yaşam mümkün olabilir. bu görüşü savunanlar beynimizin zihnimizi taklit ettiği görüşünü savunurlar.
bir de ölümden sonra yaşamın insanlığa etkileri tartışılır. ölümden sonra yaşamın olmadığına inanan insanlar ölümden sonra yaşam fikrinin sahip olduğumuz tek hayat olan bu hayatı önemsizleştirdiğini savunurlar. insanın başka bir yaşam yerine sadece bu yaşam için çalışması gerektiğini düşünürler. ölümden sonra yaşam olduğuna inananlar ise ölümden sonra yaşamın bu dünyaya anlam kattığını, sonunun yok oluş olduğunu düşünen bir insanın hayatta büyük amaçlar gerçekleştirmek için motivasyonu olmayacağını söylerler.
maalesef ölümden geri dönen olmadığı için asla varlığından ya da yokluğundan emin olamayacağız. varsa da ne tür olacağını da bilemeyeceğiz. ama sonuçta hepimiz bir gün öğreneceğiz.
anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
"anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? hayat ne güzel şey be kardeşim!"
büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? işte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler.
"annemizin şefkati ne kadar büyük! bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor."
artık aylar birbiri ardınca geçiyor. ikizler hızla buyuyor, diğer bir deyişle "yolun sonu"na yaklaşıyormuş. bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar.
dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:
"neler oluyor? bütün bunların anlamı nedir?"
öteki daha sakin aklı başındaymış. üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir alemi arzuluyormuş. o cevap vermiş: "bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor."
ve eklemiş: "buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz."
"ama ben gitmek istemiyorum." diye haykırmış kardeşi. "hep burada kalmak istiyorum."
"elimizden gelen bir şey yok. hem, belki doğumdan sonra hayat vardır."
"bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki? diye cevaplamış öteki. "bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. hayır bu her şeyin sonu olacak."
bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:
"hem belki de anne diye bir şey yok!"
"olmak zorunda " diye itiraz etmiş kardeşi. "buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?"
"sen hiç anneni gördün mü? diye üstelemiş öteki. "o belki de sadece zihinlerimizde var. bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk."
böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.
sonunda doğum anı gelmiş çatmış. ikizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.
yaşamak canlı olmaktır. nefes almaktır benim için. ağaçlar bile nefes alır. bir saniye sonra cevher ayrılınca bedenden hiçbir özelliği kalmaz nefes alsa bile, canlı olsa bile. canlıdır ama yaşamıyordur.
eğer bilinmeyecekse, bir çiçeğin hangi renkte olduğunun ne önemi var? eğer koklanmayacaksa kokusunun ne olduğunun. ya da kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilse yere, ses çıkarır mı? ölmeden önce ne kadar işkence görürsem göreyim bir anda hepsi değersizleşmeyecek mi? isterse bütün dişlerimi ve tırnaklarımı söksünler. tarif edilemeyecek bir acıya boğulayım. sonrasızlıksa sonrası öncenin ne önemi var?
ölüm önem demektir. yaşanan herşeyin anlam kazanması bir bakıma. ve ölümden sonra yaşam var mı diye soruyorlar? zalim bir tanrının cehennemine odun olmaktan bile kötüsü bunca şeyin birdenbire bitmesi olurdu. kimseye soramadığını düşün. düşüneme hatta. çünkü yok ol. nasıl becereceksen.
Eğer varsa; ( ki bence var)
Cennetin güzel ve mutlu günlerimizin , sevdiklerimizin yanımızda olduğu anların tekrarından ibaret
Cehennemin de içimizi acıtan anılarımız ve korktuğumuz şeylerden oluştuğu düşüncesindeyim.(keza Ateş'ten herkes korkar)