bugün

ince bir kitap olsa da sindire sindire okumak için çok yavaş ilerliyorum.

Zaferler ve yenilgiler, adı kader olan bilinmez bir yasaya göre birbirini izlerler; kader, felsefi olarak yoksun kaldığımızda, şu dünyadaki ya da herhangi bir yerdeki ikametimiz bize çözümsüz, maruz kalınacak bir lanet gibi saçma, ya da hak edilmemiş göründüğünde başvurduğumuz sözcüktür.. Kader- mağluplar terminolojisinin gözde sözcüğü...
Hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz.
Içten içe çürüyen insanlar var hem duygu hem düşünce olarak. Illaki çürümek için ölmeye, mezara girmeye gerek yok.
hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki şevkin hayvanî temelini açığa vurmasın.
emil michel cioran'ın çok sevdiğim kitabi.

(bkz: precis de decomposition)

-mahluklar arasında, sadece insan sürekli bir tiksinti uyandırabilir. bir hayvanın yarattığı iğrenme geçicidir, düşüncemizde hiç olgunlaşmaz; oysa hemcinslerimiz düşünüşümüze musallat olurlar, dünyadan kopukluk mekanizmamıza sızarak itiraz ve katılmama sistemimizi teyit ederler.

- kendini ortadan kaldırmayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, zehirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi. aşağılık bir kürek mahkllmudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucan. .. bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasaklayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez.
bir aydan fazladır elimde. üstüne pek çok kitap okudum ama bu çok farklı. sadece iki cümle okumak bile insanı cok sarsıyor. sadece düşünmek isteyen insanların okuması gerektiğini düşünüyorum. Daha ilk sayfalarında Kant, Schopenhauer, Nietzsche gibi filozoflara yakın görüşleri hissedebiliyorsunuz. Bu üç filozof zaten yeterince sarsıcıyken bir de bunların harmanı çok sert oluyor.

Oturup roman gibi okunacak gibi değil. Okurken yaşamanız gereken bir kitap. ilk sayfalarını sesli bir şekilde okuyarak arkadaşlarımla münakaşa etmiştim. Tartıştığımız düşünceler gerçekten kafa yorucu ve değer yargılarımızı alaşağı ediyordu. Tekrar aynı ortamda olmak istiyorum..Ah virus!
Nekrofil portakalların kitabı. Tanrısal pozisyondan bakmanın, başkalaşım yaşatarak şüpheyi kutsamanın, eylemlerin dünyayı kirlettiğini, peygamberliğin terörizm olduğunu savunan sahifelere sahiptir.

Ruhu sarsar, titretir ve sadistçe kırbaçlar.

Temiz ruhların uzak durmasını niyaz ettiğim...
“...toplum bir dert değil bir felakettir: içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize!..."

Ama ne enayi bir mucize!
(bkz: precis de decomposition)
''hakiki kahraman kendi alınyazısı adına çarpışır ve ölür, bir inanç uğruna değil. ''

bu cümle aklıma şunu getirdi.fil vakasında ebrehe ve ordusu gelir kabe'yi yıkmaya. mekke şehrini idare eden abdulmuttalip dikilir karşısına ve ebrehe'den yağmalanmış olan 100 devesini geri ister. ebrehe sinirlenir ve ''ben kabeyi yıkmaya geliyorum sizse benden develerinizi mi istiyorsunuz ? '' diye karşılık verir. abdulmuttalip ise ''ben develerin sahibiyim,kabeyi sahibi korur '' der.

şimdiki müslümanlar olsa heralde abdülmuttalip'i mürted ilan ederlerdi diye düşünüyorum.

Diyeceğim odur ki alınyazınız için çarpışın inancınız için değil.malumunuz inançları için çarpışanlar tahribatı onarılamaz zararlar veriyor.
Yeni tanıştığım kitaptır.
Sevdiğim bölümü,

"dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hâle gelir."
Her cümlesinin altı çizilebilir, o derece aforizma bolluğu yaşatıe okuruna.
herkese tavsiye edeceğim 2 sarsıcı kitaptan biri. diğeri; (bkz: dinle küçük adam)
kitapta cümleleri çizmekten nefret eden bana satır satır çizdirmiştir.
girişinden itibaren mükemmel bir kitap.

"aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır
alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür: mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... ideolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar."

"tanrıların gözümüzün önünde ölmedikleri yerde hiçbir çekicilik yoktur."

"mahluklar arasında, sadece insan sürekli bir tiksinti uyandırabilir."

"etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz"

"iyi ki shakespeare asla bir şeye 'hizmet' etmemiştir"

"uğraşsızlar uğraşlılardan daha çok şeyi kavrarlar ve daha derindirler: ufuklarına sınır çeken hiçbir meşgale yoktur, sonsuz bir pazar günü doğmuş olan onlar, seyrederler- ve kendilerini seyrederken seyrederler-. tembellik, fizyolojik bir kuşkuculuktur, tenin şüphesidir. aylaklığa batmış bir dünyada bir tek uğraşsızlar katil olmazlardı."
garip isimli kitap. Tavsiye için teşekkürler.
etkilendiğim en önemli kitaplardan ve üsluplardan biri.

suratsız bir adamın fırlattığı tükürüklü aforizmalardan muazzam bir başyapıt.

öncelikle, bilinmesi gereken bir şey var ki, o da bu kitabın 150 sayfa olmadığıyla ilgili,
keklemişler sizi; kitap 600 sayfa. (evet, 13 liraya 600 sayfalık bir zıkkım alıp, üstelik kütüphanende hiç yer kaplattırmıyorsun!) her bir sayfayı ve içindeki bazı cümleleri x3 ile çarpınca, buna denk geliyor çünkü.

fakat bana kalırsa bu kitabın sayfa sayısı gibi bir kavram hâlâ... henüz mevcut değil.
sayfa sayısı da neymiş? –bu kitapta yazılanlar için. resmen bir aşağılama.

yalnızca çürümenin değil, hayatın her alanındaki eksik birtakım problemlerin kokuşmasına ışıklar saçan kör edici derecede yoğun, yaldızlı(!) düşünceler yığıntısı bir kitap. dipsiz...

yazarın hayatının sonuna doğru beyninin içindeki nöronların ağırlıklarını taşıyamayıp evrenin bütün kurallarında ve dev yıldızlarında gözlendiği gibi kendi içine çöktüğünü düşünürsek (alzheimer beyaz cücesi) hastalığından dolayı kafasını tırtlatmış olduğu gerçeğini düşündüğümde, (bunları duysaydı beni kelimeleriyle öldürürdü), neredeyse bütün büyük düşünürler gibi bu adamın da çok düşünmekten sağ çıkamadığı ve bu hayatın toz pembeliğini(!) çekemeyip karşısında sırıtarak dans edemediği için, depresyon efendisini koluna takıp etrafta laylaylay zıplayarak gezdiği ve ve ve, onunla tanrı hakkında şakalaşmalar yaptığı için, doğanın kanunu gereği, bu dünyaya gelmekten utanç duymuş bütün canlılara verilen "ayak uydurulamamış çeşnilikler kategorisinde" "al bir de benden" dercesine başkaları tarafından zihnine yapıştırmış onursal alz ha imini hırlarım davranışları için (bir madalyon ve): kendi içinde yaratılmış muazzam bir dinginliğin sızıntısında ölmesi için geliştirilmiş görkemli bir siyah deliğin öncülüğünde (alzheimer şeyisi): her hatırasını içine tek tek süpüren ve onu yükseldiği bilgeçlikten kıçına vura vura indiren bir hastalık ve zihnini artık bu işlerle meşgul edip "aman ha, tanrısallığa oynarsan yakarım çıranı" diyen bir cellat, onun bu aşırılıkları mertebesinde yüzdürdüğü fikirlerini alıp düşünsel olarak bozguna uğratarak onu duvarın öteki tarafından insanlara vaaz verme çılgınlığında bulunmaması içidshfgdsg, bertaraf edercesinahahahsdgdfow!. hâlâ okuyor musun? alzheimer oldum burda.

sana en zengin yollarla bu kitabın içinde nasıl bir çıkmazlık yarattığını anlatmak için,
alzheimer oldum.

lütfen oku şu kitabı.
Sabit fikirlerin kaymağı

Insan cinet tarafından korundukça etken olur ve ilerler; fakat sabit fikirlerin doğurgan zorbalığının elinden kurtulunca mahvolur ve çöker. Her şeyi kabul etmeye başlar.; sadece ufak suiistimalleri değil cinayetleri ve canavarlıkları da, kötü huyları ve sapıtmaları da hoşgörüsüyle sarmalamaya başlar: onun gözünde artık her şeyin değeri aynıdır. Kendi kendisini tahrip eden bağışlayıcılığı, suçluların, kurbanların ve cellatların tümünü kapsar; bütün taraflara katılır, çünkü bütün görüşleri benimser...
(Syf64)
Bism..

"Kararlılığının baş ilkesi, harekete geçiş ve anlayış biçimin olan burukluk, dünyadan tiksinmenle kendine acıman arasındaki gelgitin tek sabit noktasıdır." *
"bir gün bir adam onu zengince döşenmiş bir eve soktu ve şöyle dedi: "sakın yerlere tükürme!" canı tükürmek isteyen diogenes, adamın suratına tükürdü ve ona, bulduğu tek pis yerin orası olduğunu haykırdı."
"her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında dünyadaki kötülük biraz daha artar."
"içimizdeki peygamber bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır."
--spoiler--
giysi bizimle hiçlik arasına girer. vücudunuza bir aynada bakın; ölümlü olduğunuzu anlayacaksınız. parmaklarınızı kaburga kemiklerinizin üzerinde bir mandoline dokunur gibi gezdirin: mezara ne kadar yakın olduğunuzu göreceksiniz. giyimli olduğumuz içindir ki ölümsüzlükle böbürleniriz. bir kravat takıldığında nasıl ölünebilir ? (...)
bir şapka taktığınızda ana karnında günler geçirdiğiniz ya da solucanların yağlarınızı tıka basa yiyecekleri kimin aklına gelir ?
--spoiler--
" eczanelerde varoluşa karşı hiçbir özel ilaç yoktur- yalnızca palavracılar için küçük ilaçlar... Peki berrak alabildiğinde eklemlenmiş, vakur ve kendinden emin ümitsizliğin panzehiri nerededir? Bütün varlıklar mutsuzdur ama ne kadarı bunu bilir? Mutsuzluk bilinci, bir can çekişme aritmetiğinde ya da devasızlık sicilinde boy göstermeyecek kadar vahim bir hastalıktır. cehennemin itibarını düşürür ve zamanın mezbahalarını kır şiirlerine çevirir. Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz... Zamanın cümlesinde insanlar virgül gibi yer alırlar; sense onu durdurmak için nokta olarak hareketsizleştin"
okuyabilmek için büyük bir sinir kuvveti gerektiren kitap. yoksa insanın elinde ağırlaşıyor; sayfalar çevrilmiyor pek.

"vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. her insan kendinin bir şey önereceği anı bekler: ne önerdiği önemli değildir. bir sesi vardır ya o yeter. ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz."

"her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşısında bulduğumuzda, o günü doldurma gerekliliğinin gerçekleştirilemez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur; ve ışık içinde nerede olduğumuzu şaşırmış bir halde, sanki dünya az önce sarsılmış ve kendi yıldız'ını icat etmiş gibi, bir teki bile bizi zamanın dışına çıkarmaya yetecek olan gözyaşlarından kaçarız."

"ümitsizliğe talim eden ve kendini kabullenen cesetleriz; kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine getirmek için ölürüz: sanki hayatımız, sadece ondan kurtulabileceğimiz ânı ileri atmamıza bağlıymış gibi..."
hayatı boyunca 3-4 tane kitap okumakla yetinen bi insan olmama rağmen okumayı çok istediğim ve en kısa sürede temin edeceğim kitaptır.
ders kitabı gibi altını çizerek, sağını solunu işaretleyerek okuduğum birkaç kitaptan birisi. içerisinde o kadar çok aforizma ve aforizmasal pasaj barındırıyor, konuya öyle can alıcı yerlerden giriyor ve çıkarımlarda bulunuyor ki kendisini okuduğum yazarlar ve düşün adamları arasında önemli bir yere taşıyor.
anlatılanlar bir sürü koluyla akan ve sonunda aynı oluktan denize dökülen bir akarsu gibi ölüme ve hayatın boşunalığına varıyor. insanların ve toplumun çürümüş değer ve düzenlerine neşterini vuruyor. anlatım dili kimi yerlerde sıksa da biraz sabırla ve sakin kafayla rahatça okunabilir bir eser.
aç sınıfın laneti'ni anlatır.