teknolojinin atari ve televizyondan ibaret olduğu yıllarda, çocukluk dönemi yaratcı meşgalelerle geçmiştir çoğumuzun. şimdiki çocuklara sorsanız, patates deyince aklınıza ne geliyor; patates kızartması, mc donalds falan diyeceklerdir büyük ihtimalle. abartmıyorum, bugün bile nerde patates göresem, içimden traktör yapma isteği geliyor birden. annemden terlik yeme korkusuyla, hemen vazgeçiyorum tabi.
uğraşılan meşgaleler çoğunlukla doğal, somut şeylerden oluştuğu için, mevsimeler ve hava koşullarıda etkiliyordu ister istemez. mesala sonbahar çok rüzgarlı olduğundan, prüzsüz toprakta misket oynamanın tam zamanı gelmiş demekti. ya da uçurtma uçurmanın. doğal oyunlardan sıkılınca, imdadımıza 9999 oyunlu atari kasetleri yetişirdi. okadar oyun yoktu içinde belki ama olsun ''supper maio'' varsa yeterdi zaten.
çocukken yaptığımız yada yapmaktan mutlu olduğumuz bütün aktivitelerdir.örnek vermek gerekirse okuldan geldikten sonra çantayı eve atıp akşama kadar futbol maçı oynamak,pokemon seyretmek,beş taş oynamak,parka gitmek ve oranın dünyanın cenneti olduğunu varsaymak gibi çocukken herkesin asgari olçüde yaptığı veya en azından denediği uğraşlardır.
o tatlı çocuğu hayattaki en önemli şeylermiş gibi oyalayan eylemler, olgulardır. örnek verecek olursak;
vücutta açılan bir çok yaradan mütevellit oluşan yara kabuklarını tırnağın kenarıylan yolup durmak.
balkondan, geçenlere laf ta dahil bir çok şey atmak (#8891834).
cetvellerden, kartonlardan odanın bilimum yerelerine araba yolu yapıp oyuncak arabalardan trafik yaratmak*.
alaturka tuvalete gidip saatlerrrrce önündeki maşrapadaki suyla oynamak, sonuç olarak dizlerini hissetmemek.
sabah göz açılır açılmaz, dışarı çıkılıp sitenin diğer çocuklarıyla top oynanırdı.
yarım saat kadar bi öğle yemeği arası verilir, yemekler yenilirdi. yemekten sonra ? tabiki tekrar top oynamaya devam.
ara sıra "aaaaaaaaaneeeeeeeeeeeeee" şeklinde böğrülüp sallanan sepetteki su içilir. üst baş el yüz bi güzel simsiyah edilirdi. tey gidi çocukluk...
kayısı, dut ve erik ağacı olan bahçelere dadanıp o muhteşem meyveleri ağacından yemek. ve ağaçtan inerken kıyameti koparmak. yükseklik korkum meyveyi yiyip tam ineceğim sırada nüksederdi. benimle beraber sallanan dallarına kadar çıkmış olunduğu inerken anlaşılır netekim.
balona su doldurup balkondan atmak.
karıncaları canlı halde alıp küçük bir kutunun içine koyup içini tükürükle doldurup deepfrize atmak. sabah kalkınca bu kutuyu alarak tükürüklerin oluşturduğu hava kabarcıklarını patlatmak.
bulaşık deterjanı ve suyu çay bardağının için koyup mandalı içine daldırarak buna üfleme suretiyle kabarcık çıkarmak. evin içinde olmazdı tabi balkonda anca.
evdeki minderlerden kendime kale yapardım, sonra annem meyve soyar verirdi bende içinde oturur yerdim, birde rahmetli dedem beni sürekli tren istasyonuna tren seyretmeye götürürdü, biliyorum çok ilginç bir durum aslında ama hep hoşuma gitmiştir, belkide şuan graffiti yapıyor olmam o zamandan gelen bir duygu birikimi diyebilirim.
-Günde 4-5 kere çift kale maç yapmak şimdi bir halısaha maçından sonra iki gün yatıyorum :D
-Balkona çıkıp aşağıdakilere soğan patetes fırlatmak *
-Aşağıdakilere tükürmek *
-Su tabancalarıyla meydan savaşı vs. vs.
evdeki halıyı futbol sahası yapıp sandalyeyle halıdaki çizgiye orantılı şekilde kale kurup bilyeyle turnuva yapmak. maç sonuçlarını deftere büyük bi özenle yazmak dakka falan tutarak.
5 gözlü peynir zeytin v.s koymak için yapılan kabın içine çeşitli yiyecekler sakızlar koymak , daha sonra tekli koltuğa geçip kendini denizin ortasında hayal etmek. ayak yere değdiğinde öleceğini düşünmek ve dolayısıyla diğer koltuklara zıplayarak hareket etmek. elindeki yemeği hemen bitirmemek , zira denizin ortasında sahip olduğun tüm yemekler o an elindekilerden ibaret.
bir de kumdan kale v.s yapmak. ne çok severdik yeni bir bina inşaa edilmesini kumumuz olacaktı , tabii o zaman safsın çok boyutlu düşünemiyorsun...