Çocukken 23 Nisan'larda ponponlar elimizde stada giderdik nizami şekilde. 90'lar olmasına rağmen çok şeyin değiştiğini düşünüyorum o günden bu güne. Sonra folklör maceraları ve elemelerde elenmeler. Kantinde simit-ayran kardeşliğine ulaşmak için kuyrukta beklerken önüne geçen çocuğun kafasını duvara yapıştırmalar. Atatürk büstünün etrafını çevreleyen zincirlerin üzerine yasak olmasına rağmen oturmalar. Aşı günü sıra bana geldiğinde okuldan kaçmalar. Arkamda beni bahçede koşturan öğretmenim ve hemşireler. Ki nedense kulağımıza geldiğinde aşı olacağımız, hep öğretmenler asılsız ihbar olduğunu savunurlardı. Acı gerçek bir sonraki derste şamar gibi inerdi yüzümüze (yani kolumuza) Ben o gün kaçtım evet. Anarşist tavrım öğretmenleri çıldırtmaktaydı. Ama sonra hastanede şişman ve eli ağır hemşire iğneyi saplamıştı koluma. Kaçamadığımız bazı acımasız gerçekler, anarşizmin tıkandığı yerler var evet.
Bazen öyle günler olurdu ki, beslenme çantamda bir meyve suyu ve dandik bir bisküvi olurdu. Yanımdaki muz zıkkımlanırdı. Maymuna dönmesini ne çok istemiştim. Olmadı. Ama Yerli Malı Haftası'nda(kaldı mı o hafta artık sanmıyorum!)muzu bile aklıma getirecek mide kalmıyordu.
Kalem ucu yiyebilme yeteneği gibi bir yetenek vardı arkadaşlarım arasında. O neydi hiç anlam verememiştim. Bir de 4 kişi oturduğumuz ama aslında iki kişilik olan sıralar vardı.
Güzeldi o günler. Folklör dersinde anlayışsız hoca yüzünden altıma çişimi yapmam hariç. Hangi idealist yaklaşımın peşindeydi bilmiyorum ama o gün dersi uzatası gelmişti. Belli etmeden nasıl sıvıştım hatırlamıyorum. Sıvıyı iki kat daha hızlı emen hagis little sivımırs icat edilmemişti lanet olasıca. Prima ise pahalıydı, gerçi yedi yaşından bahsediyoruz ya neyse.
Beşyüz kişiye yıl sonu gecesinde konser vermiştim. Yaş 8 ancak söylenen şarkılar arasında sadece Emel Müftüoğlu'nun "hovarda" mıydı neydi o şarkısı vardı. Geri kalanı Dede Efendi'den filan.
Büyüdükçe dünyanın berbat bir yer olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. O yıllarda sadece iki kulağımdan tutup havada döndürerek ceza veren müdürü kötü bilirdim. Keşke sadece müdür kötü olsaymış. Ya da yaş büyüseymiş de, kötülüğü görmeseymişim.
Hakikaten biz büyümüşüz ve dünya daha kirli bir hal almaya başlamış. Deterjan firması istediği kadar güzeldir desin kirlenmek güzel falan değil. Çirkefe bulaştın mı çocukluk anılarına da gölge düşüyor!
unutulmaz anılardır.
üst kat komşumuz çok iyi biriydi. beni hep yanına çağırır, bana hep kola ikram ederdi. sonra ben kolayı içtikten sonra hep uyurdum.çok mutluyduk. o günleri çok özlüyorum sözlük.
abimle bisiklet sürerken annem yemeğe çağırır. abimde arkamdan "yemeğe gel yemeğe" der ama ben aldırmadan sürerim bisikleti, abim gelmediğimi görünce bi kovalamaca başlar. "ckazim gelsene yemeğe olm" der ama ben dahada hızlanırım. abim bakarak gülerken önümde çöp bidonuna toslarım. ve kafam şişmişti. o gün çok ağlamıştım. 1 hafta bisiklet yasağı gelmişti. *
şimdi yazacağım bir çocukluk anısı mıdır yoksa bir annenin çocuğuna yaptığı işkence midir bilemiyorum. babam esnaf olduğu için bütün günü dükkanda geçerdi sadece babamın değil aynı zamanda anneminde hemen hemen bütün günü dükkanda geçerdi.işten güçten vakit bulup çocuklarına pek fazla vakit ayıramazlardı. beni sürekli birilerine emanet ederlermiş. o gün bana bu işkencenin uygalanacağı gün bana bakmaları için kimseyi bulamamış annem, beni evde yalnız bırakmak zorunda kalmış. o zamanda da evlerde odun sobası var tabi ben gidip gidip sobaya yapışırmışım bütün kış bir taraflarımı yakarmışım falan. annem de çözümü beni ayağımdan koltuğa bağlamakla bulmuş! 3 yaşındaki bir çocuğu ayağından iple koltuğa bağlamış ipin boyunu da kısa bırakmış ne yaparsam yapayım sobaya yetişemiyormuşum. işin en kötü tarafı ben o halde saatlerce duruyormuşum hatta bir kaç kere ağlamaktan koltuğun kenarında sızıp kalmışım. zavallı annem hala daha anlatır anlatır üzülür ya.. ama sonuç değişmiyor ben ayağımda prangalarla büyümüşüm hey gidi hey!
babam ve arkadaşları ile karakola gidilir o zaman 5 yaşındadır red dead penistion.araba'nın evrakları için,herneyse karakola varılır ve komiserin yanına gidilir o cümle söylenir.
8 ya da 9 yaşındaydım*babamın cebinden dolarları aldım*bütün mahalleye *cips, kola, şeker, dondurma, top ve bilemediğim bir sürü şey daha aldım e tabi paraların olmadığı ortaya çıktı akabinde paraların benim aldığım da sonra bir güzel dayak yemiştim.
ne güzel günlerdi be! ne dertsiz ve saftık...böyle taşlık bir bahçemiz vardı,yaklaşık 20-25 çocuğu salalardı oraya ebeveynler.deli dolu bi sürü bok yerdik orda.bir tane çağla ağacımız vardı,tepesine en çabuk çıkan bütün çağlaları toplardı.o kişi o günün kahramanları olurdu.hep beraber yerdik o çağlaları.
koca ve taşlı bahçemizde küçük bir garaj vardı ancak 4 araba sığradı.her saklambaç oynadığımızda oralara biyerlere yada garajın çatasına o da olmadı garajın arkasındaki ormana tüner,o çocuğun anasını ağlatmayı hayal ederdik. ebeleri ''öğretmen geldi tahtayı sildi,üzerine bir nokta koydu!'' akabinde ebenin sırtına bir parmak atardık,ebede o parmağı bulana kadar sayacağı sayı artardı.*
işte böyle çeşitli saçma ve eğlenceli oyunlarla zevkin doruklarında gezerdik.*ah ah keşke hayat böyle olaydı be sözlük!
meyva bahçelerine dalıp erik, elma gibi meyvaları gömlek içine doldurmak. o meyvaların dayanılmaz lezzeti ile kazanılan enerjinin, bahçe sahibinin kovalaması ile harcanması.
koskocaman bir evimiz vardı en ust katta biz ,alt katta anneannem,bır alt katta teyzemler yasıyordu .
bızım daırenın kımsenın bılmedıgı kıler tarafından anneanneme merdıvenle bır ınıs vardı.
sadece ev halkı bılırdı bu gecısı.
cocukluk ıste ,hep dısarda olurdu aklım .bahcede oynayan arkadaslarımı gorunce bes dakıka duramazdım.
annem sabahın korunde, bu sıcakta ,gunduz ne ısın var, aksamustu cıkarsın dısarı der ,sokaga cıkarmazdı.
ben once aglar sızlar sonra ben anneanneme gıdıyorum dıye trıp atar ınerdım ıcerdekı merdıvenlerden asagı.
anneanneme ise yedek ayakkabılarımı mutlaka bırakırdım.
''Anneanne ayakkabılarım burda kalmıs yaa bende annemden ızın aldım teyzeme gıdıyorum'' der cıkardım dısarı muthıs oyunculuk kabılıyetımle .bununla yetınmezdım ustelık , teyzem ''hayrola nereye '' dıye yakalardı benı ''ee sokaga cıkıyorum ,annemle anneannemın haberı var ızın verdıler'' derdım.
3 ev ahalısını uyutarak cıktıgım sokak maceram,bırbırlerınden haberdar olmaları ve bahcede bagırıs cagırısımdan sesımı duymaları ıle son bulurdu. sıklıkla bunu yapar yedırdıgımı sanırdım .hepsı durumun farkındaymıs megerse.
...
gece bahceye cıkmak ıse ayrı sorunsaldı. babam aksam dısarda ne ısın var ,zaten butun gun sokaktasın der ,ızın vermek ıstemezdı.
bense babama asla ,ben bu aksam sokaga cıkabılırmıyım dıyemez kıvranırdım .
aksam yemegınde baslardı kıvranmalarım . sofrada tuz yok ben bır tuz almaya gıdıyım mutfaga der, mutfagın balkonundan bahcedekı arkadaslarıma komut verırdım.
''bız yemek yıyoruz, 10 dakıka sonra ön bahceye gelın ve yukarı bagırın '' dıye.. gecer sofraya otururdum, hıc bahceye cıkmak ıstemıyormus edalarında ..10 dakıka sonra bır kolonı halınde koro baslardı çığırtmayaaaa..ecyaaa dısarı cıkıcakmısın dıye..
ben herseyden habersız edalarımla'' bılmem babama sormam lazım '' der babamdan bır ısık beklerdım.
babam emrıvakıden hoslanmazdı bılırdım.
bir keresinde abimle yazlıkta asansörde kalmıştık.
ilk asansörde kalışımdı *, çocuktum daha ve çok korkmuştum. köşeye sıkışınca ağlayan her çocuk gibi ağlamaya başlamıştım.
abimse " ağlama bak, ağlarsan asansörü su kaplar, boğuluruz. " demişti.
ve ben de buna inanıp ağlamayı bırakmıştım. ****
ilkokul 5. sınıf zamanlarımda birer tane vitessiz bisikletimiz vardı ikizimle beraber, o zamanlar da vitesliler yeni çıkmış her ne kadar ağla-zırla moduna girsekte almamışlardı velediz diye. bizim mahalledekiler de göz koymuşlar bizim aletlere ama evden tembihlemişler kimseye vermeyin etmeyin çart curt. ulan bizim bisikletleri 2 tane piç bizden alıyor "verin bisikletlerinizi vitesli yapalım" diye. bizde veriyoruz bisikletleri tabii vitesli olacaklar ya aklımıza zıçayım hadi ulan birimiz uyanık olsun vermeyelim olum falan desin yok ikimizde saf salak mübarek. veriyoruz bisikletleri bir saat yok, iki saat yok ulan olum napıcaz nerede bu ibneler bizden de üç dört yaş büyük bizim mahallenin çocukları. neyse göte baka baka eve çıkıyoruz anne bisikletler yok, ulan diyemiyoruz da vites muhabbetini neyse evde dayağı yedikten sonra bisikletleri aramaya çıkıyoruz. yav arkadaş nereden bulucaz bisikletleri derken salya sümük mendil buluyoruz ibneleri annem onları da bir güzel pataklıyor alıyoruz bizim canavarları. her akşam sokaktan geldikten sonra fix olan kirlilik ve laf dinlememe dayağına bir de bisiklet verme eklenmişti hey yarabbim...
işin ilginci ertesi gün yine kandırmıştı bu ipneler bizi. dün az sürmüşler o yüzden vitesli olmamış, hey allahım safız ya verdik yine. bu sefer eve çıkmadan eşşekler gibi tüm gün bekledik bisikletlerin gelmesini. çocukluk işte.
ilkokul çağlarıdır. Soğuk iliğe kadar işlemiş biçimde eve gelinir. Bir nefeste sobanın kurulu olduğu odaya gidilir. Babaanne sobanın üstünde mis gibi mercimek çorbası yapmıştır. Odayı dolduran o mis gibi çorba kokusu ve sıcacık sobanın verdiği ısınma duygusu eşliğinde üst baş hemencik değiştirilip yer sofrasına oturulur. Sonrasında kalorifer diye bir şey icad edilir ve o çorba kokusu kaybolup gider.
***babamın arkadaşı uzaktan bir akraba ısrarla erkek çocuk umuduyla 11 kız çocuğundan sonra hamile eşinin ikiz kız doğurmasıyla kalp krizi geçirmişti.Kendisine geçmiş olsuna gidilirken benide götürmüşlerdi.Ev küçük gerçekten de nohut oda bakla sofa bir yerdi.Bir süre sonra sürekli biri girip biri çıkan boy boy kızları saymaya çalışırken işin içinden çıkamayınca hasta yatağındaki amca ile aramızda şöyle bir konuşma oldu:
-amca bu kızların hepsi senin mi?
-evet kızım hepsi benim.
-allah allah hepsi mi senin?
-evet yavrum hepsi benim.(adamcağız yavaş yavaş yatağında kıvranmaya başlarken annemde kaşını gözünü yamultmaya başlamıştı.)
-ama ama olmazki hepsi hepsi hepsi mi senin?
-he yavrum heee hepsi hepsi hepsi de benim... derken annemin bacağımı kerpeten edasıyla bükmesiyle kendime geldim.adamcağıza ikinci kalp krizi geçirtmemek için konuşmanın ardından kalkmıştık..adamın yüz ifadesini hatırladıkça hala gülerim..
6 yaşındaydım. annem bakkala gönderir beni domates almam için. bakkala giden minik sevdalinka bakkala derdini anlatmaya çalışır:
sevdalinka: ben bir kilo totamis alcam.
bakkal: ne alcan.
sevdalinka:totamis totamis.
bu konuşma bir süre devam eder. bakkal birçok şey gösterir ,''bu mu ,bu mu ?'' diyerek .ben her seferinde hayır derim.sonunda bakkal dayanamaz annen gelsin der. ben evin yolunu tutup annemle bakkala geri dönerim annemin bakala ne demek istediğimi anlatır ve bundan sonra totamis alırken hiç zorluk yaşamam.
tanım :aile içinde sürekli hatırlanıp dile getirilen anılardır.
hatırlanıp hatırlanıp gülünen anılardır.
küçüktüm, 6 yaşında falan. nası bir sistemdi bilmiyorum ama, hemşireler ev ev dolaşıp bebeklere aşı yapıyordu. hemşirenin biri 1 yaşındaki kardeşime aşı yapmak için evimize gelmişti, e tabi kardeşim ağlıyor çığıra çığıra. çok kızmıştım minicik bebeği ağlattı diye, o zamanlar korumacı abla tavırlarındayım, hemşireye yaptığını ödetmeliydim. oyuncaklarım arasından su tabancamı buldum, itinayla suyu doldurup kapının arkasına pusu kurdum. hemşire kapıdan çıkmak üzereyken tetiğe defalarca bastım, zavallı hemşire neye uğradığını şaşırdı, eteğinin arkasında geniş çapta bir ıslaklık oluşmuştu çünkü. annem yerin dibine geçti tabi, hemşireden özür dileyip uğurladıktan sonra feci azar yemiştim. ama olsun kardeşimin kanı yerde kalmadı. **