zira hayatımda boru gibi, ''bak benim göt çatalım burada'' diyenine iki kere rastladım, ikisi de kabak gibi görünen yerinin çevresindeki abiler tarafından bakılmasından gayette hoşnut görünüyordu.
ilki, bilenler bilirler bursa da tan dershanesi var. biz de yabancı dil okuyoruz, sene de 2002 olması lazım. sınıflar karma, bizler süper liseliyik ulen diye geçinsek de, anadolu lisesiler de ''kesin lan'' modunda dolaşmakta. neyse, sınıfta ortalama 22 kişi filanız ve de yanyana 3 sıra yapan sıraların ortasında da sadece bayanlar var, biz de 3 kafadar sağın en arkasından oturuyoruz, ben de tek başıma takılıyorum. o zamanlar pek etliye sütlüye bulaşmam, zannımın düşündüğü tek olay '' derslerime çalışayım, sınavlarımı geçeyim, verilen testleri çözeyim'' den başkası olmadığı için, derslerde muhabbet bile etmezdim; kızlara bir sabah günaydın deyip, giderken de iy igünler demekten fazlası yoktu bünyemde. arkamdaki 2 arkadaşım da aynı benim gibi odundu, ki dersleri bile kaynatmazdık.
neyse işte artık günlerden bir gün, ortada oturan anadolu lisesilerden birisi, artık yazdı herhalde ki, şortla gelmişti; bir de hareketlerinden oturup, kalkmasından ''ben zengin evladıyım, bu sınıfta ne işim var lan benim sizin aranızda'' deyişleri de belli oluyordu. o gün ara vermemizle o çatalla yüzleşmem bir olmuştu. onu da direkt görmedim. arkamdaki camışlardan birisi dürtmüştü, bak lan faideli, ''sen yemeği çatalla mı yersin, kaşıkla mı?'' deyü.
kızın rahatı da yerindeydi hani. tabii ki sorgulamak bize düşmez de *, hani bir de şöyle bir durum olur, kıçınıza giydiğiniz don altta kalır, düşük belli pantolon giyersiniz, o da bi eğildiniz mi, çatala davet eder, ama o ablada hiçbir şey yoktu don namına. şimdi nerelerdedir ne yapar, allah bilir.
bir de 2009 da askerlik görevini ankara da idame ettirirken, bulunduğumuz askeri yerin (bkz: kara kuvvetleri komutanlığı) kolaylığından dolayı, çarşı günlerinde yedinci cadde yi mesken tutmuştuk. bir de yaz olmasından mütevellit, asker olmanın da vermiş olduğu abazanlıkla, içimizde evli olan inşaat mühendisinin bile, artık sadece duyguları değil her yeri belirli duygulara mahzar olmuş şekilde dolaşıyorduk.
neyse artık ya temmuz ya da ağustos sıcağı. oturduk cafeye, iki abla geldi. tam da karşımıza oturdular, ama sandalyelerin yanları ve de arkaları açıkta. neyse oturmalarıyla bize doğru kabak gibi gözüken yerleri oturan ablanın, çatal bölgesinin fotoğrafı da açığa çıktı. muhabbet ediyor gibi yapıyoruz, arada izmirli olanımız nişanlısından filan bahsediyor, sonra yine gözler malum yere gidiyor filan. sonra diğer arkadaşı bunu uyarır gibi oldu da, biraz toparlandı; ama tabii ki yine, salkım saçak ortalık. sonra da kalktık.
hülasa, gösterecek olduktan sonra kışın ortasında bile gösteren gösterir. bir de sen de bakma o zaman diyenler olacak. oldu o zaman sen de gösterme. bunun en güzel örneklerinden birisi namuslu filminde, dolandırıldıklarını anlayan tüm cümbür cemaatin, müteahhit rolündeki bilge zobu nun evine gittikten sonra, tam duştan çıkan dayının peştemalinin düşmesi ve rahmetli adile naşit in gözlerinin o malum yere doğru kaymasıdır.
çatalını kaşığını gizlemeyen, halka arz etmeyi seven hatundur. kendi bilir tabi. gençler baktığında da "neden bakıyorsun arkadaşım. bir şey mi var" demesin ama.