kocaman bir yalandır. tolkien'e getirilen esas eleştiriler yüzüklerin efendisi'nin bir 2. dünya savaşıalegorisi olduğu şüphelerinden kaynaklanır. şöyle ki yazarın romanda elfleri ingiliz ırkı yerine mordor'u ise nazi almanyası yerine kullandığı iddia edilir. tolkien ise suçlamaları alegoriden anlamını öğrendim andan itibaren nefret ederim diyerek reddeder.
asılsızdır. gelirigiderinedenkolmayanadamın dediği gibi tolkien allegoriden nefret ettiğini kesin bir dille vurgulamıştır. eğer bir halk türkler' e benzetilecek olsa idi ynglan' ın bahsettiği gibi rohan halkı olurdu.
kanıt olarak timur un ankara savaşında kullandığı şaşırtmalı fil taktiği ile kralın dönüşü filmindeki savaşlarda kullanılan filler, romanda kullanılan dillerin türkçeye çok benzemesi, minas tirith kuşatması ile istanbul kuşatması arasındaki benzerlikler, tarihçilerin mordor u anadoluya benzetmesi olarak gösterilebilecek teoridir. tolkien in tamamen olmasa da ankara savaşı, gılgamış destanı ve türk tarihi ile ilgili konulardan esinlendiği de barizdir.
yüzüklerin efendisi yada tolkien'in orta dünyası ingiliz mitolojisinin en ünlü eserlerinden biri olduğu için bazı şaşkın bünyelerin yaptığı benzetmedir. yüzüklerin efendisi yerine beowulf böyle bir başarı yakalasaydı onu bir şeylere benzetirlerdi. beowulf adanalı falan derlerdi. halbuse biraz baksalar nors mitolojisine çok rahat bir şekilde tolkien'in nerden esinlendiğini görürler. ama "taa kuzeye gitmeye ne gerek var benim yaratıcılığım yeter" dersen, orta dünya hikayesi malazgirt'te olur, çanakkale savaşı'da.
"One book to charm them all and in gladness bind them..." (1)
Bir çocuk filminin son sekansında, bana çok yakın gelen bir cümle duymuştum: "iki tür hikâye vardır," diyordu filmin esrarengiz sihirbazı. "Gerçek hikâyeler, ve gerçek olması gereken hikâyeler. Bu izlediğiniz ikinci tür hikâyelerdendi."
J.R.R. Tolkien'ın kült eseri Yüzüklerin Efendisi'nde ikinci tür hikâyelerden biri, belki de en güzeli anlatılmakta.
Peki ama, nedir bana ve daha yüz küsur bin okuyucuya "Frodo Baggins'le sekiz yol arkadaşının öyküsü gerçek olmalıydı" dedirten? Çok mutlu bir dünyada mı yaşıyorlar, olaylar çok mu keyifli, "keşke bu maceralar benim başımdan geçseydi" diye mi düşünüyor insan?
Hiç değil. Yüzüklerin Efendisi'nin çizdiği Middle-Earth yani Orta Dünya'nın bir ütopya olmadığı kesin. En az bizim dış dünyamız kadar zor ve karmaşık bir yer orası da. Olaylar deseniz, en korkusuz okuyucunun dudağını uçuklatır. Kendi adıma, öykünün kahramanlarından en şanslısının bile yerinde olmak istemezdim. Gene de, bütün iyi fantezi öyküleri gibi, Yüzüklerin Efendisi de gerçek olmalıydı.
Başarılı bir fantezi eserinin okuyucuda bu tadı bırakmasının sanırım iki nedeni var. Birincisi, bildiğimiz gerçekliği askıya alıp bir süre için öykünün temel varsayımlarına inanmayı kabul ettiğimiz andan itibaren, olaylar zaten gerçektir.(2) Herşey iyi gitmeyebilir, herkes mutlu sona ulaşmayabilir, ya da Yüzüklerin Efendisi'nde olduğu gibi zaferin bedeli çok yüksek olabilir; fakat böyle başlayan bir öykü ancak böyle sürebilirdi diye düşünürüz.
ikinci ve çok daha önemli sebebiyse, Tolkien insanoğlunun zamanın ve mekânın dışına çıkma, kendisi dışında akıllı varlıklarla iletişim kurma ihtiyacıyla açıklamakta. Bu öyle derin bir ihtiyaç ki, tarih boyunca anlatılmış tüm masalların, tüm mitlerin kaynağını oluşturuyor. Zaman ve mekânın ötesine geçip, bulunduğumuz yere dışarıdan bakmak; bize benzemeyen canlılarla alışverişe girip dünya üzerindeki bilinç sahibi tek ırk olmanın yalnızlığından kurtulmak... Belki bu perspektif, bu alışveriş, bu kıyaslama sayesinde insanoğlu bir ırk olarak kendisini ve kozmik düzendeki yerini anlayabilecektir. Bu anlamda yalnız fantezi değil, bilimkurgu da bu tarih kadar eski dileğe cevap vermekte.
Ve gene bu anlamda Yüzüklerin Efendisi fantezi türünün kusursuz bir örneği. Arka planda hemen hiçbir edebiyat ürünüyle mukayese kabul etmeyecek zenginlikte bir tarih ve coğrafya var. Zamanın ve mekânın dışına adım atan okuyucu kendisini bu zenginliğin ipuçlarıyla donatılmış Orta Dünya'da buluyor. Bizim bildiğimiz Dünya burası, ama "güneşin ve dünyanın çok daha genç olduğu bir zaman." Üçüncü Çağ'ının sonuna yaklaşan Orta Dünya bir yanda Elf, Cüce, Hobbit, Ent, insan ve Büyücüleriyle, diğer yanda Ork ve Trol gibi "hilkat garibeleri"yle, hepsinin gerisinde de varlıkları sezilen Vala ve Maia'larla bilinçli canlılar yönünden sonsuz bir çeşitliliğe sahip. işte bu fonun önünde dört Hobbit, iki insan, bir Büyücü, bir Elf ve bir Cüce'den oluşan dokuz kişilik topluluk, Orta Dünya'yı Yüzüğün Efendisi Sauron'dan kurtarmak için umutsuz bir yolculuğa çıkıyor.
Birinci ve ikinci Çağlar'da neler olmuş, Eldarin, yani Yüksek Elfler niçin Orta Dünya'da sürgünde, Büyücüler insan değilse nedir, umutlar ve yakarışlar neden denizin ötesine Batı'ya yöneltiliyor? Bütün bu soruların cevabını vermiyor Yüzüklerin Efendisi.(3) Bunlar sadece hikâyenin burada başlamadığını ve burada bitmeyeceğini sezdiren uçsuz bucaksız bir dokunun ipuçları. Kitabın bize anlattığı, öykünün yalnızca bir bölümü. Ama bu kadarı bile, mütevazı hobbit Frodo Baggins'in "Sauron'un planlarını boşa çıkarmak için herkesten çok çalışan" Büyücü Gandalf, yurtsuz kral Aragorn ve diğer arkadaşlarının yardımıyla sonuca ulaştırdığı yolculuğu Arayış Edebiyatı (Quest Literature) türünün klasik örnekleri arasına dahil etmek için yeterli.
Hayranlarına "bu öykü gerçek olmalıydı" dedirten de, bu Arayış'ın (yani sembolik anlamda ruhanî olgunlaşma sürecinin) içtenliği belki de. Yüzüklerin Efendisi belki bu yüzden bir kült. Tolkien'ın çocuk kitabı Hobbit'le kendi yarattığı dillerin gerisine kurduğu mitoloji arasında bir köprü oluşturan ve yazımı tam on yedi yıl süren bu kitap, ilk yayımlandığı 1954 yılından benim elimdeki nüshasının ait olduğu 1968 yılına kadar yalnızca ingiltere'de tam 38 kere basılmış. Amerika Birleşik Devletleri'nde 60'lı yılların öğrenci hareketleri çerçevesinde öyle güçlü bir yankı uyandırmış ki, kampüslerde "Frodo yaşıyor" ya da "Cumhurbaşkanı adayımız Gandalf" gibi rozetler görülür olmuş.(**)
Bu kadar yoğun bir ilgi karşısında edebi çevreler de tepkisiz kalmamış tabii. Fantezi teriminin henüz yerleşmediği o ilk yıllarda ancak "mitoloji" diye tanımlanabilen Yüzüklerin Efendisi, eleştirmenleri Tolkien hayranları ve Tolkien düşmanları diye ikiye bölmüş ve bu kamplaşma üzerinden sayısız makale ve kitaba konu olmuş.
Akademik tartışmalar öyle düzeylere varıyor ki, kahkahalarla gülmemek imkânsız. Bir yanda Tolkien severler Yüzüklerin Efendisi'nin muhteşem bir edebi yapıt olduğunu söylüyor, Jung'un teorilerinden destek alan psikolojik çözümlemeler yapıyor, derin alegorik anlamlar çıkarıyorlar. Oysa Tolkien çok açık bir dille Yüzüklerin Efendisi'nin alegori olmadığını belirtmekte. "Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden bu yana, alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim," diyen Tolkien'a göre, alegori, yazarı da okuyucuyu da küçük düşüren bir üslup. Yüzüklerin Efendisi ise bir tarih öyküsü.
Karşı kamptaki eleştirmenler bu tavra iyice öfkeleniyorlar elbette. Yüzüklerin Efendisi bir alegori olsa, mesela ikinci Dünya Savaşı'nı sembolize etse, tuhaf tuhaf yaratıkların olmayacak maceralara girip çıkmasını anlayışla karşılayabilecekler belki de. Gelgelelim içinde yaşadığımız dünyayla doğrudan paralellik kurmaya yanaşmayan bu hikâye, dış dünya için bir anlam taşımayarak günahların en büyüğünü işliyor. Yani koskoca Profesör Tolkien, bin küsur sayfa boyunca resmen "Kaçış Edebiyatı" yapıyor.
iyi kötü bir hayalgücü olan ve gördüğü her satırda ille kendi sığ trajedilerinin yansımasını aramayan okuyucu, Yüzüklerin Efendisi'nin gündelik hayatımız için bir anlam taşıyıp taşımadığına kendisi karar verecektir. Bana sorarsanız, Orta Dünya dış dünya için anlamlı mı bilmem, ama daha anlamlı olduğu kesin.
Kaçış edebiyatı suçlaması ise yazarın umurunda bile değil. Kaçış sözcüğüne haksız yere olumsuz anlam yüklendiği görüşünde Tolkien: "Kendini hapiste bulan bir insan kalkıp evine gitmek istedi diye onu nasıl küçümseyebiliriz? Ya da, kaçamıyorsa bile duvarlar ve gardiyanlar dışında bir şeylerden söz etmesi suç mu? Mahkûm onu göremese de, dışarıdaki dünya hâlâ gerçektir." Bir başka deyişle, hapisten kaçmakla kavgadan kaçmayı birbirine karıştırmamak gerek. Çünkü tıpkı Thoreau'nun inzivaya çekilmesi gibi, "gerçek Kaçış çoğu zaman iğrenme, Öfke, itham ve isyan'la el ele gider".
Her fantezi severin içten içe hissettiği gerçeği de en iyi Tolkien özetliyor: "Kaçış ihtimali en çok kimi telaşlandırır? Kimi olacak, gardiyanları!"
(*) Deniz Erksan'ın bu yazısı ilk kez Metis Çeviri'nin 1991 Bahar tarihli 15. sayısında, "Çevilmemiş Yapıtlara Önsözler" bölümünde yayımlanmıştı. Aynı yazıyı bu kez "Çevrilmiş Bir Yapıta Önsöz" olarak yayımlamaktan mutluluk duyuyoruz.
(1) Bunu açıklamayacağım, ama size büyü yaptığımı tahmin etmişsinizdir.
(2) Tolkien fantazi edebiyatı konusundaki görüşlerini "On Fairy-Stories" adlı makalesinde kapsamlı bir şekilde anlatıyor.
(3) Bu soruların cevabı ve daha başka öyküler için, Tolkien'ın ölümünden sonra yayımlanan Silmarillion'a bakmanız gerek. Silmarillion Birinci Çağı anlatıyor.
(**) Bu arada, ünlü ingiliz rock şarkıcısı Sting'in adını Frodo'nun kılıcından, ünlü new age topluluğu Shadowfax'in ise adını Gandalf'ın atından (Gölgeyele: Shadowfax) aldığını hatırlamakta yarar var.
türk kültüründen müthiş esinlemeler taşıyan epik bir hikaye için ortaya atılan teoridir.
evveliyatından dünya üzerinde at üzerinde savaşmamanın şerefsizlik olduğunu düşünen tek kavim vardır; onlar da türklerdir. rohan yapıtları, giyim tarzları, ata olan düşkünlükleri, cesaretlerinde türkten başka bir millet görenin aklına şaşmak gerekir. at üzerinde yay kullanan başka millet var mıdır? tarihe bakılması gerekir.
diğer taraftan elfçe denilen kurgu dil; ural-altay dil ailesine bağlı olarak yaratılmıştır. bu da başka bir gerçektir. ok ve yay üzerine ustalıklarıyla tanınan yegane millet gene türklerdir.
ayrıca küçük bir tarihsel kesitle bakmak gerekirse; türkler savaş alanlarında her daim düşmandan azdır.
göz; hangi millet için kutsaldır. kartal; hangi millet için kutsaldır. hangi milletin devasal şatoları ve sarayları vardır. hikaye de batının halkları ve orduları safkan iken, doğunun orduları genelde imparatorluk şeklinde, karma olarak ; güç birliği olarak karşımıza çıkar. gönderme; pers imparatorluğu veya çin imparatorluğuna olabilir. ancak doğu halkının türkler olması imkansızdır.
mantıksal dayanak yok diyenler; sosyolojik ve tarihsel onlarca dayanağı görmemekte direnmektedirler.
elf dili ve kültürü, rohan kültürünün özellikle ve derinlemesine araştırılıp türk kültürüyle karşılaştırılmasının yapılmasını tavsiye ederim. atların efendileri; atcan yurt. at, avrat, silah.
Her okuyanın kendi kültüründen bir şeyler bulmasından sebep oluşturulmuş teoridir.
Atlar araplar ve ya iskandinavlar için önemsiz miydi? Sadece türkler mi ata binmiş? Atla ilgili diğer kültürlerde atasözleri, deyimler yok mu?
Elfçe iskandinav dillerinden yaratılmıştır a canlar. Popomuzdan bir şeyler yaratmayalım.
bu, bize şunu gösteriyorki az bilgi hiç bilgiden daha tehlikelidir.
Tolkienle ilgili bir şeyler okumaya fırsat bulursanız, kitaptaki pek çok şeyin kendi hayatından alıntı olduğunu göreceksiniz. Shire, iki kule vb...