bugün

yakın bir arkadaşım uzun süre önce söylemişti bunu bana "biz yedek insanlarız" diye başlayan uzun bir konuşmasının başlığıydı bu.. o günden beni aklımda çakılı bu söz.. o da bir yerlerden duymuştu muhakkak fakat söyledikleri kendine aitti.. daha sonrasında "Elizabethtown" diye bir film izledim orada da geçti bu söz ve hemen hemen benim kafamda düşündüğüm yedek insan çizgisinde bir tanımla.. bir yerlerde birileri ile aynı şeyleri aynı anda bir saniyeliğine bile olsa düşünmek ilginç ve garip.. neyse konu bu değil..

hayatımızın belirli dönemlerinde hepimiz bu statüyü elde ederiz.. kimimiz lise çağlarında, kimisi üniversitede, bazılarımız da kariyer peşine düştüğünde.. ama bu statüyü elde ettiğimizi o an için kesinlikle anlamayız.. aklımız genellikle duygularımıza yenik düşer ve olayları idrak etme kabiliyetimiz sıfırlanır.. aşk ile çevrelenmiş bir balonun içindeyiz çünkü..

peki neden yedeğiz? neden yedek insan oluyoruz?

yaşadığımız hayat keşmekeşi içerisinde debelenirken birilerinin hayatlarına girip çıkarız.. bir yoldan başka bir yola hız sınırını zorlayak geçişler yaparız.. bir orta şeritte gideriz bir sol şeritte.. gitmek istediğimiz şeriti seçemeden başkalarının istediği şekilde hareket ederek onların egolarını, duygularını, ihtiyaşlarını karşılayıp yolumuza bu şekilde devam ederiz sonra bize olan ihtiyaç ortadan kalktığında ise ilk kavşaktan dönüp çeker gideriz tekrar çağırılana kadar.. tekrardan birilerinin bize ihtiyaç duymasını bekleriz fakat bu bir bankta beklemekten farklıdır.. beklerken yaşlanırız.. beklerken büyürüz.. kariyerimiz olur.. diplomalarımız olur.. kazanımlarımız olur her daim.. sonra yine birisi çıkar ve kullanılma vaktimiz gelir.. yine hız, yine şeritler yine kavşaklar..

yalnızlıktan dert yanarız.. arkadaşlarımız da bizim gibi yedektirler.. ihtiyaç duyulmayan anlarda birlikte oturup sohbet ettiğiniz insanlar için asilsinizdir.. sizi sadece ihtiyaçları doğrultusunda çağıranlar için ise yedek.. okeye aranan dördüncüsünüzdür.. tatile giden üç arkadaşınıza eşlik eden dördüncüsünürdür.. yalnız içmekten zevk almayan ve sizin de içkinizi ismarlayan arkadaşınızın kiralığısınızdır.. bir konserde pogo yapılacak üçüncüsünüzdür.. yedeksinizdir.. hep ihtiyaç olduğununda seslenirler size.. siz hep yalnızsınızdır..

boynunuzda ihtiyaç anında sesleniniz yazısı yazmasa bile, bir eşya ya da hamal olmasanız bile kiralanan bir yedeksiniz..

birilerinin hayatına davet ediliriniz, ihtiyaçlarını ve sorunlarını halledersiniz, onu otobanda güvenli bir seyir halinde yolculuk edebilecek hale getirirsiniz ve ne ilk ne de son olan o kavşaktan gidersiniz..

bu kadar basit.. hep yoksunuz ihtiyaç anında varsınız..

işin en güzel yanı büyüdükçe bu kullanılmışlık zamanlarınızdan nefret ediyorsunuz.. hayat sizi yaşlandırdıkça beyninizi gençleştiriyor.. daha iyi kavrıyorsunuz her şeyi.. yalnızlığınıza çare arıyorsunuz.. ve artık siz bir zamanların yedek insanı, istetmesi şimdi kendine yedek insanlar bulan biri haline geliyorsunuz..

bu da hayat denilen kahpe karının oyunu oluyor işte.. başka da bir şey değil.. siz de kahpelikler dünyasında namusluyu oynamaya çalışmıyorsunuz.. zaten başaramayız da..
Okey, batak tarzı oyunlarda en son çağrılacak insan..

- Olm ismail'in işi çıkmış kaldık 3 kişi napacaz..Ümit de Mersindeymiş..
+ Rafeti çağır ozaman..
- Ben de onu düşünmüştüm zaten..
+ Başka kimi düşünecen a.k? Adam mı var..?
hani derler ya, hayat fena halde futbola benzer diye, aynen öyle.

yedek kulübesine düşen, kadroya giremeyen futbolcu ne yapar? ya formayı kaptırdığı futbolcunun tökezlemesini bekler, ya da daha çok mücadele edip o formayı kapmaya çalışır.

veya hiçbir mücadelenin içine girmeden o takımdan uzaklaşır.

ama hayat futbola sadece benzediğinden, bir takım olmadığından sizin bu takımdan uzaklaşma şansınız yok.

iki ihtimaliniz var. ya mücadele edeceksiniz, lafın gelişi değil gerçekten çalışarak bu hayatta bir yerlere geleceksiniz, veya tüm suçu hakeme, saha şartlarına, oyuna atıp pes edeceksiniz.

küçük bir azınlık dışında bu ülkede büyük çoğunluk hemen hemen aynı şartlar altında başlıyor hayat mücadelesine. ama yol uzadıkça insanların geldiği yer değişiyor.

hani o lise sıralarında sen nice fındıklar kırarken, sınıfın piçi modunda en güzel zamanlarını yaşarken, inek lan bu dediğin, durmadan çalışan çocuk var ya, işte o sana hayat maratonunda tur bindirmiş oluyor.

hani sen, o gün canın işe gitmek istemediği için hastayım yalanını söylediğinde, gerçekten hasta olmasına rağmen işe giden adam var ya, senin kovulduğun yerde müdür oluyor.

uzun lafın kısası, elin ayağın tuttuğu sürece, bariz bir aptal olmadığın sürece, mücadeleni verdiğin sürece o formayı her zaman kaparsın. ama her şeyin suçunu kadere, tanrıya artık neye inanıyorsan ona atarsan, hayatın boyunca başkalarının golünü seyreden yedeklerden biri olarak kalırsın.
askerliğini yedek subay olarak yapacak insandır.
oyuna dahil olmak için kenarda bekleyen bekleyişi sırasında bir çok hayal kuran, plan yapan ama oyuna dahil edildiğinde o düşüncelerin hepsini kafasından silip herkes gibi kendini hayatın akışına bırakan insan modelidir. hepimiz aslında kendimizin yedeğiyiz gerektiği yerde kullanmayı bilmeliyiz.