bugün

otopsiraporları hoş geldin.
sona doğru yapılan bir yolculuktur.
Beyaz bir kağıttır doğarken.
Gerçekten önemli şeyler yazmak gerekmiyorsa, mümkün olduğunca beyaz kalmalı.
Doğumla ölüm arasında geçirdiğin zaman.
artık zevk almadığım olgu.
"...yarıda kalmış bir tümcedir."
gittikçe zorlaşan eylem.
Cinsel yolla bulaşan ölümcül bir hastalıktır.
Her şeye rağmen yaşam yaşanmaya değer. Evrimin, Tanrının, karmanın vs. - Hangisine inanırsanız inanın - size bahşettiği bilinç öylesine değerli ki... Sırf bu yüzden bile yaşıyorken yaşamalı. Yoksa tam tersini düşünmek, hatta hiçlikte düşünememek, bilincin hiç var olmamış olması biraz düşününce dahi muazzam derecede ürkütücü olurdu.

Cemil Meriç Jurnal'inde şöyle diyor: "Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. iz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak... insan zekâsı bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor."

Bir kurbağa gibi gebermek... Oldukça iddialı ve etkileyici bir söz gibi gelebilir; ancak hiç var olmamış olmayı ya da bu bilinç düzeyini tamamen terk ettiğimizi düşünürsek? Tam da öyle. Ne eksik ne fazla.
Araştırmaktan keyif aldığın bir konu, öfken ve sevincin dahil olmak üzere bütün duygusal bağların, akşam dostlarınla güzel bir masada keyifle yaptığın koyu muhabbet, aşkların, bütün yaşanmışlıkların ve yaşanmamışlıkların, acı tatlı bütün hatıraların... Hepsi bir anda puf! Öncesi ve sonrasını bilmiyoruz öyle değil mi? - inanmakla bilmek ayrı şeylerdir -

Stephen Hawking de Kara delikler ve bebek evrenler'de şöyle diyor: "Bir erken ölüm olasılığıyla karşı karşıya olduğunuzda, yaşamın yaşanmaya değer olduğunu ve yapmak istediğiniz birçok şey olduğunu kavrarsınız."

öyleyse yaşıyorken yaşayalım. Yaşam her şeye rağmen yaşanmaya değerdir.
hayat kelimesinin eş anlamlısı.
Güneş dünya etrafında dünya da kendi etrafında dönüyorken kişinin de kendi düşündeki hayatta dönebiliyor olmasıdır özetle.
şuursuzca içinde sürüklendiğimiz nehir.
hiçbir yere varmıyor bu.

uyuyorum, uyanıyorum, kahve içiyorum, insanlarla görüşüyorum, susuyorum, kapanıyorum, yola çıkıyorum, kitap okuyorum, birilerini özlüyorum... yetmeyen bir şeyler var, hani aldığın nefesin ağızda acı bir tat bırakması gibi. halbuki su içsek geçecek ama birinin buna ikna etmesini beklemek gibi.

yaşamak, tuhaf bir bekleme hali.

son zamanlardaki en büyük değişikliğim; uyuduğum, uyandığım, yemek yediğim, film izlediğim koltuğumdan kalkıp masada oturmaya başlamak. kahveyi ve alkolü azalttım. uyumak için halen bir şeylere ihtiyaç duyuyor olsam da yorgun debelenişlerin ardından kavuşuyorum karanlığa. aydınlık bir tünelden geçip bir karanlık bir yola girmek gibi bu. bazen irkiliyorum mesela kabuslardan. onlar da karanlığın ortasında tatlı tatlı giderken uzunlarını yakıp üstümüze üstümüze gelen arabalar. sonrası yine karanlık. bazen güzel rüyalar da oluyor. dün mesela, annemi gördüm. balkondayız, karşılıklı ama konuşmuyoruz. sanki konuşsak birimizin canı yanacakmış gibi bir an. kimse üzülmesin diyoruz, susuyoruz. sonrası, yine aydınlık bir tünel.

yaşamak, pencerenin dışındaki o güzel ağaç.

sabahları uyanıyorum, işlerimi hallediyorum. hiçbir işim yoksa önce biraz müzik dinliyorum, kahve içiyorum, zamanı öldürüyorum. evden çıkmayacak olsam da üstümü değiştiriyorum. çünkü meşguliyetlerimi ciddiye almam gerektiğini düşünüyorum. gerçi elle tutulacak şeyler değil ama terketmesinler istiyorum, zira tutunuyorum. bir insan ne kadar uzak olursa, o kadar uzağım bir şeylere. giyiyorum pantolonumu, oturuyorum masama mesaisindeki memur gibi. kimsenin bilmeyeceği çeviriler yapıyorum. insanları tanıyorum, şairleri düşünüyorum. bir şairin yüzünü düşünmenin gereksizliğini düşünüyorum. önce biraz bakıyorum, kimse çevirmemiş. güzel diyorum, benden başkası bilmeyecekmiş gibi. küçük küçük notlar alıyorum. bazen kelimeler, bazen uzunca cümleler. ömrümde ilk kez tükenmez bir kalem tükeniyor elimde. kendimce kelime mizahı yapıyorum, sırıtıyorum ince ince. sonra biri çıkıyor karşıma; anası babası ırgat, kendi çirkin, ucube. öfkeli bir yalnız. şöyle bir cümle çıkıyor ortaya;

iştahım azalıyor,
yüzünü güçlükle tanıyorum.

aynaya bakmak geliyor içimden. kafamı kaldırıyorum, önümde hiçbir yere bakmayan pencerem, akşam olmuş. perdesizliğinden utanıyor mu diyorum, kendimle göz göze geliyorum. yorulmuşum, gözlerim küçülmüş. biraz şarabım olsa güzel olurdu diyorum, en güzelinden, leyla. ama gerek yok. annem kızıyor çok içince. çok içtiğim zamanlarda rüyama bile gelmiyor.

gündüz, uzaklarda bir yerlerde bir ağaç vardı sanki. ince bir esinti olup, yapraklarını okşamak istediğim. şimdi yok. anca çok uzakta, belli belirsiz birkaç ışık.

yaşamak, hep uzaktaki o ışık.

varmaya niyetlenip kendimi yola vuracak gibi olsam da dur diyorum, dur. sen varsan da o ışık başkasının. işte, yine parlıyor. sabah yakın, ışık uzak.

iştahım azalıyor,
gittiğim yerleri bulamıyorum.
(bkz: yaşasın yaşam)
bir çuval incir.
çok sevdiğim bir canlının ölü bedenini yiyen kurtçukları, aklımı yitirmişcesine kovalamaya çalıştığım kötü rüya gibi görünüyor bazen.
ne yaparsan yap aslında hiçbir şey yapmıyor/yapamıyorsundur hani..
sevdiğini yitirmiş kişi delirmesinin bu halleri de gerçeklik farkındalığının konsantre halidir. evet kişi delirmiştir ancak bu ruh hali kadar aklı başında çok az şey bulunur.

aslında konuya dönersek şöyle diyebiliriz: çürüme belgeseline çevirmişsiniz yaşamı.

gidin! çekilin şurdan!
gerisini getirmek zor. yalnız bir rahimden yanlış sözlerle dolu bir dünyaya, üstelik sözün hiçbir karşılığı olmadığını bilerek gelmek. sözleri öğrenmek, hayatın sözlüleri.

yine de yalnız olmak sözsüz olmaktan iyiydi bazen. sessiz geçen bir günün ardından bir köpeğin havlamasından irkilen ben, bir kediyle bir köpeğin dost olabileceğini düşünmezdim. yalnızlığın sınırlarında bir dil bileyiş! oysa her şey burada. babamla yürüdüğüm yol, onunla konuştuğum telefon, annemin ördüğü battaniye, hayalini kurduğumuz yollar...

yine de gecenin sakinliği belli taaruzları barındırır içinde. bir kitap açık, bir radyo kapalı, bir gece lambası içinde sinek; var mıyım diye sormayan rüya, yok muyum diye sormayan ben. okuduğum kitaplar rüzgarlar estirirdi içimde. eskiden... dinlediğim şarkılar daha yüksek seste. şimdi bir şeylerin gürültüsü bastırıyor sanki. duyuyorum yine eski bir alışkanlıkla. okuyorum daha sakin limanlarda. daha mı çok anlıyorum? anlamak?

sokak. yıllar geçse de aynı. en azından kişisel tarihimin kaydı böyle düşmüş. ben aynıyım. değiştim sandım, aynıyım. aynada bile aynıyım. bunu bilen tek insanım. bütün yeryüzündeki tek insan. bütün tekler gibi. seni aramam bundandır. aramak? o da aynı.

sonra kelimeler ağırlaştı kafamda. bazılarını bıraktım, onlar da gidip kalp kırmış. kızamadım çünkü onlar benim havadar çocuklarım. kelimeler benim kalp kırıklıklarım. onları, ölmeye yakın bir insan gibi sevdim.

seni aramam bundandır.
yaşamam bundandır.
yaşamak? o da aynı.
"Ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor" demiş Nazım Hikmet.

Yaşam umuttur.
"Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki, dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir"
-hermann hesse
hiçbir şeydir.

kozmik ölçekte bakıldığında, ateşe atılmış bir tüy parçası gibidir.

bu yüzden ölümden korkmamak gerekir.

sizden geriye kalacak tek şey, sizi oluşturan atomlardır.

big bang'den beri süregelmiş ve sonsuzluğa kadar gidecek, evrenin ilk ve son, nihai gerçeği budur.

her şey biter. her şey çürür. her şey yok olur, her şey dağılır ve gider.

tek anlamı da budur.

bazıları daha sonra, bazıları da daha yakın.
"...Sıradan bir yaşam bile güzeldir. çaba gösterilirse ve mücadele edilirse daha da güzel olabilir..."

(Yaşamak - Yu Hua)
işte, mühimmat dolu depolar. hep yapmak istediğine birkaç adım uzaksın. yanlış! bunu birinin yapmasını istiyorsun. hep bunu istedin. çünkü yapmak istediklerini hep başkaları yaptı. doğrul! bu bir yaşam, sakin ol, geçer gider. dünya tuhaf. onlarca saçmalığın bir araya gelmesi büyük bir mucize. dünya tuhaf bir mucize. saçma olduğunu unutma. cümleler de saçma. baksana yazdıklarına. her şey çok saçma. ama tüm gün gördüğün çocuk cesetleri gerçek. üst üste yığılmış tuğlaların arasından, saçlarında sokak oyunlarından kalma tozların yerine oluk oluk akan bombardıman kanları var. acı olduğu için gerçekten kaçıyorsun. öylesine kaçıyorsun ki her şeyden, hayal bile kuramıyorsun. onca acı varken neyi düşler ki insan? sakin! ‘acının boyutu yok’ dedi. halbuki ben çektiğim acılardan bile utandım. bu da gerçek.

çok düşündün. ya da düşündüğünü sandın. önce kelimeler ağırlaştı. sonra bedenin, zihnin, kalbin... yapma! derin uykuların sonu yok. belki terli kabuslar, karanlık tünelin ucunda…
yazdıklarının saçmalığı üzerine, belki de buraya bir cash şarkısı yakışırdı. keder içinde rock’n roll!

televizyonlar da tuhaf değil mi? eskiden kutuydu, şimdi incecik, levha gibi. şaşırıyor insan. haberlere nasıl dayanıyor? önce yalanı, sonra gerçeği vererek mi kandırıyor bizi? bir televizyon olsaydım, kesinlikle kederimden patlardım. açıldığı andan itibaren kabloların içinden kan akıyor belki, kim bilir? sen bilmezsin. sen hiçbir şey bilmezsin.

belki birgün eziyet ettiğimiz tüm eşyalar intikam alacak bizden. bir koltuk üzerimize oturacak mesela. bir çatal iştahla kalbimize saplanacak, bir bıçak çılgın gidiş gelişlerle bileğimizi kesecek. ruhlar! renklerin sesi gibi, eşyanın ruhu. sesi olan her şeyin ruhu var. gıcırtıya kulak ver. sağol!

şimdi belki buraya da güzel bir hooper resmi yakışabilirdi. ya da afili başka bir cümle. ama olmaz. saçmalığa aykırı. gerek yok.

sakin ol. sakin ol. sakin ol.

sakinsin. durgun akan bir nehir gibi. belki de akmayan, kurumaya yüz tutmuş bir gölet. zamanın içinde cebellenişin sadece seni ilgilendirir. senin dışında kimse bunu umursamaz. belki tanrı.
tanrı olduğunu düşündün mü hiç? farkında olmadan öylesin belki. kim bilir? sen bilmediğine göre kimse bilemez. peki öyle olsa? kendini koca dünyada istediğin yere koyabilecek kudretin olsaydı nereye koyardın? olduğun kişiden ötesini hayal edemiyorsun değil mi? yetinmek ruhuna işlemiş. tam bir orta sınıf alışkanlığı. sadece bunun için bile nefret edebilirsin kendinden. ama etme. şu koca dünyada nefret edilecek onca şey varken kendinden mi nefret edeceksin? yapma! adaletten nefret et mesela, zenginlikten, ya da nefretin kendisinden. ama kusamadığın nefretin zihninde kansere dönüşür, bunu unutma. kusabileceğin nefretlerin olsun. bu da olayı çok basite indirgiyor değil mi? off! ne tuhaf bir adamsın.

öylesine bir gölgelikte oturup biranı yudumladığın yere bak. etrafında ağaçlar, güzel kamelyalar, neşeli aileler ve umutlu çocuklar. aralarından en çok dikkatini çeken şey ne? gözleri şaşı, çıplak ayaklarıyla korkusuzca çimlerde ve toprak zeminde gezinen, her anının heyecanını iliklerine kadar yaşayan ve yaşatan, esmer tenli, tatlı kız. önce pembe renkli döner kaydırağa çıktı, kayması gereken yerden aşağı atladı. sonra tırmanması gereken merdivenden değil, korkuluklardan sarka sarka taşıdı kendisini yukarıya. ne tuhaf. sen ne düşünüyorsun? hiç mi? belki uzaktakileri… peki kimin aklındasın? zihninde onlarca tilki. ancak sen tilki bile değilsin…

kendini bir yere veya bir insana ait hissediyor musun? hayır. bunu tahmin etmeliydim. bunu da tahmin etmeliydim. yaşamına dair her şeyi tahmin edebiliyor olmak canımı sıkıyor. ancak çıldıroba diye bir yeri ben bile tahmin edemezdim. orası… sonrası… çok acı…

sonu bilinen bir hikaye yazmak ne kadar gereksiz ve klişe. tanrım!

yaşam değil mi bu? giriş; doğum, gelişme; yaşam, sonuç; ölüm. sonucu bu olan hiçbir hikaye para etmiyor. halbuki senin gelişmen de olabildiğine tırt. ben olsam küserdim, tanrıya. gerçi senin küsüşlerin de beş para etmiyor. küstün mü kaçıyorsun şehirden. aynı kinlerin gibi. kinin de yok gerçi. belki zamanla özleme dönüşen öfkeler. bak mesela, yaşayan milyarlarca insanın hiç birinin öfkesi özleme dönüşmez. ama ben sen değilim, sen ben değilsin. biz seninle ancak aynada karşılaşırız. bana da öfke duyuyorsun değil mi? ama gittim mi özleyeceksin, bu da gerçek. geceleri sadece sesimi duyuyorsun şimdilik, hepsi bu.

şimdi, son anına dön. seni ancak sızdığın o koltuk kabul eder. sığın koynuna, gömül karanlığa…

sırf başlayıp bitirebildiğin bir hikayen olsun diye… bıktın ardında yarım kalmış hikayeler taşımaktan. çünkü bizzat sen, yarım kalmış bir niyetisin.

hayat, sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer… yersen...

korkulardan arın da gel
bu bir yaşam…
sakin ol,
geçer gider…
"yaşama sevgi beslemeyen varlık, yok olma yoluna girmiş demektir."
---

Yaşarken yaşamın kurallarına tabiyizdir. Vücudumuzla şuan yaşıyoruz, başka bir zamanda değil ve bunu farkedebiliyoruz. Buradan üç dikkat edilmesi gereken çıkarımı yapıyorum. 

-Birincisi vücudumuz hayatta biz demektir, onu kolla(sağlığına dikkat et).

-ikincisi anı hisset ve onun farkında ol. ikincisini destekleyecek bir şey: çocuklar neden daha çok zamanda mutludur? Çünkü zaten geçmişleri pek yok ve geleceği de çok gaile etmiyorlar. Anın tadını çıkarıyorlar. Biz tekrar çocukca düşünemeyeceğimize göre öncelikle geçmiş ve geleceğimizin olmadığını bileceğiz (şuan) ve sonra olmuş ve olacakla barışık olacağız.

Geçmişle barışmak daha kolaydır, arkamızdan kovalamaz. Onun orada kaldığını kabul ettiğimizde bitmiş bir yaşanmışlıktır. Gelecek ise elimizdedir biraz ve çoğunlukla ise değil. Biz üstümüze düşeni yapmalıyız ve sonra "hayat önümüze ne koyarsa onu yeriz." demeliyiz. Çünkü aksi düşüncelerin hiç mi hiç faydası yoktur.

Hem hiç etkimizin olmadığı durumlardan sorumluluk hissetmek saçmalıktır.

Şimdiyi ise iyi değerlendirmelidir. Üstümüze düşenler yapılmalı ve mümkün olduğunca ertelememelidir. Böyle mutlu ve huzurlu olunur. Sonrasında ise bize vakitler kalacaktır diğer her şey için. Zaman onu kullanlara bol gelir. Böylece de yükümlü hissettiklerimiz altında ezilmeyiz.

- Üçüncüsü ise bir akıl sahibiyiz ve onu, onun için hep kullanmak durumundayız. Aklın sorumluluklarını yerine getirmeliyiz.

“Akla uygun şekilde yaşamanın en etkili yolu, her sabah kişinin gününü planlaması ve her gece elde edilen sonuçları incelemesinden geçer.” Alexis Carrel 

Gerçekten istediklerimiz iyi değerlendirilip oluşturulmalı. Aslında onlardan ibaretiz.

Bkz. Nasıl yaşamalı insan

---

Kendisini öncelikli tutmayan kimse hayatta hiçbir şeye gerektiğince önem veremez ve kendisini sevemeyen kimse hiçbir şeyi de sevemez başka.

Bunları yapabilen için bu da kolay ve güzel olacaktır çoğu zaman: "Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler." Che Guevara
Bir süreçtir.