ben lise 2deydim o orta 3deydi sanırım. sene 87 falan. yer gümüşhane. polis lojmanlarıydı.
mektup aşkı dönemiydi o dönem... camdan cama balkondan balkona görürdün.
bir şekilde gizli saklı, herkesten saklı bir mektup yazar ulaştırırdın, sana da bir mektup gelirdi. kabaca 4-5 gün bir hafta... yan apartman bir yan apartmana. postanın çalışma hızı buydu. akp de yoktu. buzdolabımız vardı aq... ta 1977den beri vardı buzdolabımız...
dönem tam arabeks devri idi... o geçmişini ziktiğimin "küçük emrah" dinlerdi... ben "modern talking"... barış manço falan. bizim şarkımız ceylan denen küçük oruspunun söylediği "seni sevmeyen ölsün".
lojmanların önünde bir beton saha vardı... bir erkekler top oynardık... kızlar da bazen yakan top falan. bazen kızlı erkekli. yaşımız büyük değil, ulan bunlar birbirini zikmez bu yaşta diyerek ehh pek karışmazlardı. yakan topta sevdiğin kızı kurtarırdın imkanın varsa. yoksa rezil olmak da vardı.
sonra bir yerden bir oruspu çıkar camdan bağırırdı... "baban çağırıyo çabuk eve gel!" zincirleme reaksiyon, covid bulaşmış gibi herkes eve dağılırdı. bir kaç dallama kalırdı sokakta, finalde babalardan biri çıkardı balkona o çağırırdı... putin in "ananızı zikerim, mük atarım bak" ın en küçük versiyonuydu.
öyle bir dönemdi.
öpmek, sevişmek... hele yatmak zikmek aklımızın ucundan bile geçmezdi. çünkü yoktu öyle bir kavram. bildiğin yoktu. bir insanı, bir kızı, bir kadını seks aklının taaa ucundan bile geçmeden sevmeyi öğretti bize. salya sümük ağlayacak kadar seviyorduk biribirimizi ama zikmek aklımızın ucundan bile geçmiyordu. çünkü biz de kimseden öyle öğrenmemiştik, öyle görmemiştik.
o kadar saftı her şey.
bizim çükümüz yok muydu aq... vardı... kalkmıyor muydu... kalkıyordu da... öyle bir kavram yoktu.
biri deseydi ki o kuşakta bize... kız arkadaşını 1 sene sonra öpebileceksin... aaa ne güzel lan falan derdik safca ve masumca... salakça değil.
onca zamandan sonra 1 tek öpücüğün kıymetini bilmeden... 3 gün sonra sevişmeye getirirsen aradaki o tüm duyguları sen kaybersin... bu ne aq böyle ilişki mi olur diyor ya içinden kimileri... sen kimi şeyleri birden öyle tüketiyorsun ki değeri yok gözünde.
hepimizin ilk aşkı güzeldi... adı üstünde ilk aşk lan... benim kuşaktır o, unutamadığı ilk aşkının adını çaktırmadan kızına falan veren. benim kuşaktır, kızdan arkadaşlarımız olduğu, bir şey olduğunda gidip onlarla konuştuğumuz akıl aldığımız.
daha 3 yaşlarındayken kum oynadığım bir kız vardı, babası mafyavari biriydi bende tabi o zamanlar zeki falan değilim kızı kovuyorum ağlatıyorum yanıma geri gelip hadi kum oynayalım diyor. yanılıp babasına ispiyonlasa burada olur muydum bilemiyorum ucuz atlatmışız.
tipi kaydıkça sosyal ortamlarda kendisini "havalı" tanıtmaya daha meyilli bir hale gelmiştir. evlidir, karısını tanırım, iyi kızdır ancak bence kendine yazık etmiştir. (bkz: büyüdükçe çirkinleşen erkekler)
aşk duygusunu ilk hissetiren kişi, ilkokul birinci sınıfta öğretmenin boy sırasına göre öğrencileri sıralara yerleştirdiğinde yanıma denk gelen bir kızdı. o da beni seviyordu ama karşılıksız değildi yani. ilkokul 3. sınıfa kadar hep yanyana oturduk, onun evi bizim evin yolunun üzerindeydi. okula giderken onların evinin önünde buluşur, okula öyle giderdik. okul çıkışında da beraber çıkar, onu eve bırakır, kendim de eve giderdim.
neden ilkokul 3'e kadar yanyana oturduk peki? çünkü 13 mart 1992 yılında, erzincan'da bir deprem oldu. depremden bir kaç saat sonra da bir araba gelip bizi gümüşhane'ye götürdü. 3 ay kadar filan orada kaldık. 3 ay sonra erzincan'a döndük. meraktan kafayı yiyorum, hemen onların evin olduğu sokağa koştum.
enkaz yığınını görünce, donup kalmıştım. kimseye de soramamıştım. eğitim dönemi tekrar açıldı, okulumuz da yıkılmıştı o yüzden okulun bahçesinde çadırda ders yapıyorduk. o kadar az çocuk kalmıştı ki, sınıfları birleştirmişlerdi. öğretmenim de depremde ölmüş, onun yerine derse gelen öğretmen bu haberi verdiğinde sınıf arkadaşlarımın hüngür hüngür ağladıklarını hatırlıyorum. ben ağlayamadım.
ilk aşk, tabi şimdi bunu kimya ile, hormonal değişim ile biyolojik miyolojik argümanlarla açıklamaya çalışan, sebepler dünyasında bir neden-sonuç ilişkisi ile anlatmaya çalışanlar olabilir. ama öyle olmuyor. insan olmanın güzelliklerinden biri bu, insanı insan yapan şeylerden biri. hani derler ya, insan teknik olarak bir memeli hayvandır ama bizi hayvanlardan ayıran şey düşüncedir diye... bir diğeri de aşktır. bu biyoloji ile açıklanamaz. bir yavru dünyaya getirip, genleri diğer nesillere aktarmak için insan böyle acıya katlanmaz.
hatırlıyorum hala yüzünü. ve asla unutmayacağım... allah rahmet eylesin, seni cennetine alsın.
7 yıl sevdiğim bi çocuk vardı. çocukluk aşkımdı. yılan balıklı havuzumuz var falan derdi inanırdım. en son gittim seni seviyorum dedim. ben seni arkadaş olarak görüyorum dedi amk.
Şu an yapacağım itirafı belki yadırgayacaksınız; ama masum bir sevginin hiç bir koşulda kötü bir yanı olamaz. Bu yüzden cesurca itiraf etmekten çekinmiyorum. Fotoğrafta gördüğünüz, benim hayatımın ilk aşkı; Messerschmitt me 262.
Hayal kırıklıkları ve umutsuzluklarla dolu bir savaşın sonlarında çıktı sahalara me 262. Bahtı kara doğdu bu koca yürekli yiğit kadın. Ardı ardına bombalanan Alman fabrikalarına, ele geçirilen askeri ikmal bölgelerine, hayatını kaybeden binlerce pilot ve hava personeline rağmen sahalara çıkmayı başarmış ve müttefikleri şoka uğratmıştı... Çünkü bu, dünya tarihinde görülmemiş bir dehşetti; savaşta kullanılan ilk jet motorlu savaş uçağıydı o.
O doğduğunda ne uçuracak yakıt, ne kullanacak pilot ne de uçuşa hazırlayacak personel kalmamıştı. Almanya’dan kalanlar gibi, Luftwaffe de kan ağlıyordu.
Çok kısıtlı imkanlara rağmen bir düzinesi havalandığında, bir filo avcı ve bombardıman uçağına karşı kahramanca savaşıp düşmanına ağır kayıplar verdirebilmişti.
Ama ne yazık ki bir çoğu üretim aşamasında fabrikalarında, bir kısmı da pistte henüz havalanamadan yok edildi.
Fotoğrafta trajediyi tamamıyla yansıtan bir perspektif görüyorsunuz. Ona iyi bakın; yalnızlığın, dehşetin, trajedinin karesi o. Gökyüzünde korku salan bu yalnız dişi kartal, bir yarasa sürüsüne yem olmuş ve tüm asaletiyle son süzülüşünü ölüme doğru yapıyor.
Çekirdeği çayı alın yamacıma gelin anlatıyorum beyler.
Sene 1992 çok ücra bir köy okulu. Yalnız köy O kadar ücra ki devletin ismi cismi hiçbirşey yok. Senede bir devletin ete kemiğe bürünmüş hali olan mehmetçik köyün içinden intikal ediyor orada görüyorsun. Bu arada yanlış anlaşılma olmasın köy karadenizde.
Neyse köyün jeopolitik konumsuzluğunu siktir edelim. Konumuza dönelim. Birinci sınıfa gidiyoruz. Sınıf mevcudu 4 kişi. Biri kız. Kız olanın babası okul müdürü. Bizse fakfukara çiftçi-hayvancılıkla uğraşan ailelerin çocuklarıyız.
Kız çok güzel lan. Gözleri petekteki bal gibi. Kirpikleri upuzun. Saçları güneş vurunca hareleniyor. Ama dedim ya kızın babası okul müdürü. O çocuk Halimle bile aklım kesiyor denk olmadığımıza.
Kız da zaten tam anasının gözü. Cin mi cin amk. işi gücü bizle maytap geçmek.
işte günlerden birgün yerli malı haftası yapıyoruz. Herkes kendince bişeyler getirmiş. Bu kız da un kurabiyesi getirmiş. Gözleri ışıl ışıl yüzünde gülücükler bana un kurabiyesinden uzattı. Ömrümde ilk kez un kurabiyesi yiyorum. Öyle güzel ki tam ortasına da fındık koymuşlar.
Kızın bu jestine karşılık ben de hemen bir kompliman yapayım dedim. Hay elim ayağım kırılaydı da yapmayaydım amk. La senin neyine.
Kızın anası memur karısı ya. Kitaplardan mitaplardan güzel güzel şeyler yapmış. La senin başında anan bile yok. Nenen katmer kete yapmış. Katmer keteyle jest mi olur.
Kız keteyi görünce önce Bi gülümsedi. Sonra Türk filmlerindeki kötü kadınlar gibi kahkaha atmaya başladı. Hahaha köylü müsünüz kete ne yha dedi amk. işte beyler 30 seneyi devirdiğim hayatımda özgüvenimi böylesine siken başka bir an yaşamadım. Evlerden ırak.
işte o seneden sonra üniversite bitene kadar o kızı hiç görmedim.
Neyse millet aradan yıllar yıllar geçti. Üniversite bitmiş. Ben askere gittim. istanbul'da çalışıyorum. Bu kız da doktor olmuş istanbul'da. Arada facebooktan karşılıklı bir iki profil fotosu beğenmişiz o kadar başka bir muhabbet yok.
Gittim en güzelinden un kurabiyesi aldım. Şimdi pastane ismi söylemiyim. ibnenin biri çıkıp heheohehao sübliminal meşaz demesin.
Neyse beyler öğle arasına yakın koltuğumun altında kurabiye tık tık kapısını çaldım. Açtı.
La Bi de ne göreyim kız aynı kız ama Nur yerlitaş gibi profilde hep otururken görmüşüm ya faceden. Eni boyu bir bişe olmuş. Bırak omuzumu belime ancak çıkıyor.
Neyse beyler hastane bahçesinde bir çam ağacının altında otobüs durağının dibindeki büfenin bayat çayıyla kurabiyeleri gömdük. Üstüne sigaralarımızı içtik. Benim esas niyetim bu kurabiyelerle ilkokulun intikamını almaktı. Lakin işte kanımızda ibnelik yok ya hahahahihiho tadında geçiştirdik.
Vakit geldi ayrıldık. kız bunu saymam ayaküstü oldu böyle dedi.
Aradan günler geçti arada bazen aradı. Konuyu hep müsait olduğunda görüşelimlere getirdi. Hatta bir seferinde olmazsa akşam bize gel dedi. Gitmedim lan. Gözlerinden başka hayalimdeki halinden eser kalmamıştı.
Gel Zaman git Zaman evlendik. Başka kişilerle tabi. Uzunca Bi Zamandan sonra bigün aradı. Kocam beni dövüyor dedi. Yanlış anlaşılma olmasın dert yanmak için değil işim gereği akıl almak için. Tamam dedim hallederim.
Aradım kocasını, biraz da kızla aynı köylü olmama, babasını tanımama filan güvenerek "la götoğlanı senin hayatını sikerim" dedim. Bu ilkin benimle bu şekilde konuşamazsınız filan dedi. La beyaz yakalı adamın atarlanması da çok komik oluyormuş amk. Gülerek bak senin şeklini sikerim lan ibne dedim. Durumun ciddiyetini o zaman kavradı.
O yıl içinde boşandılar zaten. En azından bir daha hiç dayak yemediğini öğrendim. Bir kadının dayak yemesi çok onur kırıcı birşey çünkü.
Abimin arkadaşıydı. Birazcık uzun sürdü 6 sene kadar. Zaten platonik asklar kısa sürmüyor nedense pek. Zaten çocuğun ilk 4 sene haberi bile yoktu. Minyon olduğum icin aramızda 2 yaş olduğu halde beni baya küçük zannediyormuş. Sonra çıkarcı olmaya çalıştı ama neyse.
Suan ise evli bi ust sokakta oturuyor. Ama az ibne değilmiş he 10 yıl oldu hala cilveli bakış atıyor. Iyi ki çekimser bir insanmışım.
Üst kat komşumuzun kızıydı. Biz taşındık seneler geçti, bu arada ciddi anlamda seneler geçti 32 yaşıma girdim fakat hala unutamadım. Facebook sayfası açmış buldum onu. Hala iki-üç ayda bir bakarım ne yapmış, neler paylaşıyo falan diye. Profil fotosunu değiştiriyo bazen. O da biliyo o'nu sevdiğimi işin güzel yanı, zira fazlasıyla belli etmiştim çiçekler falan alarak. Seneler içinde o evlendi birde erkek çocuğu oldu. Ama hala takipteyim. Sanırım ölünceye kadarda takip edicem.
Mahallenin öbür ucundaki beyzaya aşıktım. o zamanlar ben 5 sınıftım o 3 tü.kendimi sübyancı gibi hissederdim * tam açılacak iken babasının tayini çıktı gittiler.
unutamadığındır. seni yaşamaya ve direnmeye devam ettirendir. yüzünde tatlı bir tebessüm oluşuyorsa ne ala bir aşktır. çok büyük duygulardır çok...düz yazı ile anlatamazsınız. mutlaka şiir desteği almanız gerekir ondan bahsederken.
Lisedeyken olan bir durum. Adı Gizem. Dershanede beraber okumuştuk ve o zaman ben başka biriyle çıkıyordum. Fakat gözüme takılmıştı. ilk başlarda bana havalı geldi çünkü yaşadığım şehrin merkezinde Türkiye'de adı olan bir tatlıcı dükkanları vardı. Lisedeyken telefon numarasını buldum baya zorlu oldu ve mesaj attım. Başlarda normal olarak konuştuk daha sonra ben tabiki ondan hoşlandığını söyledim beni nerdeyse 2-3 ay peşinden koşturtturdu.Sonra msn den yazışmaya başladık ve oda benden hoşlandığı söyledi ama ilk önce konuşmamız lazım sesi ve konuşmaya çağırdı.O zaman ne oldu bilmiyorum kaba tabir ile götüm kalktı sanırım gitmedim konuşmaya.Gitmeyişimde sonum oldu zaten. Bir daha ne o beni tanıdı ne ben onu. Bazen aklıma gelir pişman olurum.Hala görüyorum onu hala değişmemiş ve hala güzel. Ara sıra girerim profiline bakarım. Nede olsa ilk hoşlandığım kız.
ilkokulda murat diye bir çocuğa aşıktım, çok iyi arkadaştık su sızmazdı aramızdan ama bir tuhaflık vardı yani hiç erkeklerle takılmazdı. daha sonra murat başka bir okula geçti. konuyu çok uzatmayacağım, aradan zaman geçtikten sonra çocuğun erkekler arasındaki lakabını öğrendim ki: "kız murat."
daha sonraki ergenlik yıllarını ağır bir emo olarak geçirdi, şu ansa ciddi anlamda bir moda ikonu. ama aklımda hep kız murat olarak kalacak.
Yazlıktaydım. Havuzda tanışıp 1 2 muhabbet etmiştik sadece. Her ne kadar etkilensemde misafir olarak geldiğini ve yarın gideceğini öğrendiğimde hemen kendimi çekmiştim. Saçma hayaller kurmak istemedim ama içimde bi burukluk oldu. Ertesi gün sabah otobüse binip gittiğini gördüğümde boğazım düğümlenmişti.
Bir hafta kadar geçmişti üzerinden, evimize misafirler gelmiş ve bakkala gitme görevi bana verilmişti. Poşetleri kolumdan destek alıp üst üste dizmiş eve doğru giderken poşetlerden yolu zor görüyodum. Hemen yanımdaki durağa otobüs yanaştığını sadece sesinden anlamıştım. Dengede gitmek için özen gösterirken arkamdan 'leaaa' diye bi ses duymamla dünyanın en sıcak kollarının boynuma dolanması bir oldu. Poşetler yerdeydi ve suratımda elimde olmayan bi gülümseme vardı.
2 yıl sevgili kaldık. Ayrıldığımızda birbirimizden ölesiye nefret ediyorduk...
anaokulunda ki betül. daha sonra hiç olmadı. hatta onla bile tam değildim. anaokulunda müdürün odasına gidip çay içiyor, bisküvü dolaplarını karıştırıyordum. sonra ailem anaokulundan aldı beni sözlük... adımız anaokulu terke çıktı anasını satayım