bugün

Sana yakında ihanet etme girişimlerinde bulunabilirim, aramızda sır olmasın şimdiden söylüyorum. Çok fazla şey istiyorsun senin istediğin şarkıları dinliyor, senin istediğin filmleri izliyor, senin istediğin yerlere gidiyoruz, bana hiç alan bırakmadın, çok kıskançsın kimse ile yakınlık kurmama izin vermiyorsun, daha fazla yürütemeyeceğiz, sen çok güzelsin, yaşamaya doyulmazsın sorun sende değil bende sanırım. Ben seni taşıyamıyorum.
yaraları sarma sığınağı. sonra kalkıp tekrar canavarlarla savaşırsın. yaralanıp buraya tedavi için geri dönersin.
azı karar, çoğu zarar, ortası yarar.
yıllardır okunan eserler ortaya koymuş insanlar bu eserleri yalnızken üretmişler şüphesiz.. yalnızlığında kendince iyi yanları var.. kimi insanlar yalnızlıktan korkuyo yalnız kaldıklarında halının altına süpürdükleri dağ gibi yığdıkları sorunlarıyla uğraşmak ve onları düşünmekten endişe duyuyolar kuşkusuz..
insanın kendini tanıma fırsatı bulabileceği yegane şey..
şöyle bilmecemsi bir zen hikayesi anlatılır: ormanda bir ağaç tek başına gürültüyle yıkıldı. ama kimse onun sesini duymadı. o ağaç gerçekten yıkıldı mı?

önemli bir soru.

max brod, kafka'ya sadık kalsaydı ve "ben öldükten sonra bunları yakmalısın" diyen en yakın arkadaşı kafka'yı dinleseydi kafka yazmış olur muydu?

bu fotoğrafa dikkatle bakalım. bir yalnızlık haberinin öznesi iki insan var bu fotoğrafta.

üç dört sene öncesinden bir haber bu.

aylardır kendileriyle hiç kimsenin konuşmadığı seksen yaşlarında bir italyan çift, sonunda bir akşam yalnızlıktan bunalıp hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. yaşlı çiftin sesini duyanlar, şiddete maruz kaldıklarını düşünerek polisi arıyorlar. gelen polislere "çok yalnızız, bizimle aylardır hiç kimse konuşmadı" deyip hallerinden şikayette bulunuyorlar. polis onların evine gelip spagetti pişiriyor, beraber yiyorlar.

eğer bizim hikayemizi işitecek bir kulak, işitecek bir kalp olmazsa, varlığımızı teyit edecek bir öteki olmazsa bir anlamda yokuz demektir.

yokuz demektir! yokuz!

bazen insan yazısını okuyacak bir insan arar. bazen bir akşamüzeri balkonda bir satranç maçı yapacağı birisini arar. ona anlattığı hikayelerin yansımalarını izleyeceği bir öteki yüz...

ali ural yazdığı bir mektubun son cümlesinde dostuna şöyle soruyor:

"kitabımı okudun mu?"

çok önemli bir soru.

çok çok önemli.

bir hikaye anlatırız. bir hikaye yazarız. yazarız çünkü hikayemizi işitecek bir kulak ararız.

- kitabımı okudun mu?
- ...

işte böyle. ve sesi bir boşlukla yankılanan şair bir şiirle dile getirir yıkılan ağacını.

"yıkılan ağacını!"

bunun içindir ki şair valery böyle anlatmıştır şu dizesinde yalnızlığını:

"rüzgar uyandı... artık yaşama zamanıdır. kitabımı bir geniş meltem açıp kapatır."

"dört mevsimde de hafif bir rüzgar sakinleştirir kalbi."

demek valery "kitabı mı okudun mu?" diye soracak kimse bulamamış hayatında. demek hafif bir rüzgar sakinleştirmiş dört mevsiminde de kendisini. demek kitabını bir rüzgar açıp kapatmış.

çok acı bir gerçektir şu:
bir hikaye anlattığımız zaman kendimizi seyredeceğimiz başka bir yüz bulabiliyorsak varız!

aslında bi şeyi itiraf edeyim: bazen ilgi çekmeye çalışıyorum. tabi ki ilgi çekmeye çalışıyorum! siz bakmayın ilgi çekmeye çalışmıyormuş gibi görünmeye uğraşanlara. hepimiz bir hikaye anlattığımızda karşımızdaki insanın yüzünde kendimizi seyretmek isteriz. esasında bunu söyleyenin kendisi de "ben de buradayım" deme çabasındadır. zaten hayat bir "ben de buradayım" deme ve sesini duyurma çabasından başka nedir ki? yaşamamız bir anlamda kocaman bir "beni dinleyin" cümlesi değil midir? hepimiz hayatın bizi dinlemesini istemiyor muyuz? daima onun dikkatini çekmeye, kendimizi ona kabul ettirmeye çalışmıyor muyuz? kendimizi ona dinletemediğimizde sıkılmıyor muyuz? üzülmüyor muyuz?

birçok ihtiyaç sahibi yalnız var. birçok derdini anlatamayan insan var. muhtaç insan diyoruz ya aslında hepimiz hayat boyu muhtacız. insan yüzüne muhtacız. her birimiz başkasının yüzünde kendimizi seyrettiğimiz zaman varız. anlattığımız hikayeleriz. insan sesini bir insanın duymasını ister. kendi varlığını birileri duysun ister. işitilmek ister. var olmamızın yegane temeli bir insan yüzünden geçiyor. hepimiz aslında kendimizi hikaye etmek ve işitilmek için yaşıyoruz.

bir şair, supervielle!
bir şiirine şöyle başlamış:

"kendini bildi bileli
mum ışığında okumaktı bütün zevki
sonra da ellerini ikide bir
alevin üstünde gezdirirdi.
emin olmak için
yaşadığına..."

düşünsenize, başkasının yüzünde kendisini okuyamadığı için midir bilinmez, artık kendi varlığından, yaşadığından emin olmak için ellerini alevin üzerinde gezdirip acı duyup duymadığını yokluyor. ali ural da bir dostuna şöyle soruyor: " bir şairin yaşadığını anlaması için acı duyması şart mı sevgili dost?

peki ben de size soruyorum:

belli ki bir öteki yok o şairin hayatında. çektiği acıdan varlığını anlıyor.

peki ya kendi varlığını ayrımsayabileceği o mumun minik alevi de yoksa?
tercih edilen ve mecbur kalınan olmak üzere iki kısma ayrılır benim için. tercih edilen yalnızlık, dünyadaki tüm yüksek seslerden, acele işlerden, yozlaşmış ilişkilerden dolayı kendi iç benliğimin sesini duyamadığım zamanlarda yöneldiğim bir yol diyebilirim.
hızlı günler ve gecelerin sonunda eğer kendime bugün cidden sevdiğin bir şey yaptın mı? diye sormamışsam o gün sahiden boşuna geçmiş demektir.
büyük büyük şeylerden bahsetmiyorum aslında, sevdiğim bir yemeği yapmak bile kendimle temasta olmak, kendimi duymak anlamına geliyor. çoğu şeyin sahte olduğu bu dönemde en gerçekçi şey kendi iç sesim. umarım onu hep duyabilirim.
"Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi."
(Sezai Karakoç - Ve Monna Rosa)
'' kalabalığın ortasında, kadife bir yastık üzerinde oturmaktansa tek başıma bir bal kabağının üzerinde oturmayı tercih ederim '' demiş henry david thoreau. sessizliği ve geceyi sevenler için yalnızlık huzur verici bir hediyedir.
Mfö 'nün de dediği üzere (bkz: yalnızlık ömür boyu)

Ve devam eder;
"Birden sen gelsen aklıma
Seni unutsam bazı bazı
Meraklansam gizlice
Delice kıskansam seni
Hep yalnızlık var sonunda
Yalnızlık ömür boyu."
uyuşturucu gibi insanı bozan, çıkmazlara sürükleyen bir alışkanlık.
ona sordum:
— sen öldükten sonra senden ne kalacak?..
bir köşede pinekleyen, nasırlı ve çarpık ayakları-şeklini almış iskarpinlerini gösterdi:
— bunlar kalacak!..
ne kadar yalnızız, ne kadar yalnızız!.. (paskal)ın dediği gibi:
« yapayalnız ölürüz!»

necip fazıl kısakürek - o ve ben
insan uzun süre yanlız kaldığında hayata bakışının sığlaştığını düşünüyorum.En azından çıkın tek başınıza bir kahve veya çay için.
Etrafınızda olmasını istemediğiniz insanları tahammül bile edemediğiniz mecburi
Çaresiz kalmaktır, Yalnızlık.
1948'in mayıs ayı.
1 sayılık ömrü olmuş meydan dergisi'nin gönderilen şiirler" kısmında, orhan veli'nin de bir şiiri var, yalnızlık içün yazılmış.

bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana,
insan nasıl konuşur kendisile,
Nasıl koşar aynalara
Bir cana hasret,
Bilmezler.
Bir yere kadar huzurdur. Bir yerden sonra zulüm gibi gelmeye başlasa da insan yalnızlığından vazgeçemez.

Yalnızlık uyuşturucu gibidir bağımlılık yapar.
“Hayır, onun hiçbir yararı olmaz. insanları bilirsin, ‘Hey, Cuma akşamı, ne yapacağız? Burda kös kös oturacak mıyız?’ Evet, kesinlikle. Çünkü yok dışarıda bir şey. Aptallık sadece…” diyor bukowski..

yalnızlık güzeldir.

Bildiğim en iyi eğlence kendimim. Biraz daha şarap içelim! diye de bitirir.

eylül 1987.
Kuru kalabalıkların arasında olmaktan yeğdir.
Ben tanri'nın yaknız adamıyım.
Birkaç gündür bütün arkadaşlarım ile iletişimi kesmek ve telefonu da kapatıp kafayı yemek istiyorum. Gerçekten bunu istiyorum. Yalnızlıktan delirmeyi.. Beynimi susturmak yerine delirmesine izin vermek.. Kendimi yalnızlaştırıp, hatalarımı sürekli sürekli düşünüp mutlak delirmeye ulaşmak.
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
Su olsan kimse içmez,
Ölür de susundan
Yol olsan kimse geçmez,
Sarp kayalara uğratır da yolunu
Elin adamı ne anlar senden?

Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun
Tellersin pullarsın
Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün
Bir de bulutları görürsün
Köpürmüş gelen bulutları
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı
Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı!
ulan bu çok tuhaf bir hadise. yanında insan oluyor yine yalnız kalabiliyorsun. hatta insan sayısı artıyor iyice yalnız oluyorsun. mantıksız bir durum işte.
iki tanedir. ilkinde kendi isteğinle kapıyı kilitler, insanlardan uzakta kafa dinler, sevdiğin şeyleri yaparsın.
ikincisinde kadınlar tarafından bol bol reddedilir, hep başkalarıyla mutlu olmalarını seyreder, hak etmediğin bu tip yalnızlıktan ötürü üzüntü ve öfkeden kurtulamazsın.
ilki kendi tercihimiz, ikincisi başkalarının tercihidir.
iki farklı yalnızlık yaşıyoruz. ilki huzur veriyor, ikincisi haksız olduğu için çıldırtıyor.
Gırgır yapacağım, gezip alkol kahve içeceğim arkadaşlarım var ama kötü hissettiğimde problem anlatabileceğim, aklına güvenip arayabileceğim bir kişi bile yok.
date uygulamalarında dilenci gibi sürünmektir. anca eskortlara talimim gibi duruyor ve insanlar çok egolu. kötü bir hal bence yalnızlık. gerçeği bırak sanalda bile yalnızım. bu çağın büyük vebası da bu. eğer sanal bir kimlik oluşturamadıysanız ve gerçekte de çevreniz yoksa birine ulaşmanız pek mümkün değil. benim gibi düz mantık insanların harikalar yaratması da söz konusu değil herkes için sıkıcı biriyim. insanlar birlikte nasıl eğleniyor ne konuşuyor hiç anlamıyorum ben kimseyle kolay kolay sohbet edemem.