bilmem kaç milyon yıllık evrenin sonsuz boşluğunda ufacık bir toz tanesi kadar değersiz, savunmasız, minicik hissetmektir. öyle bir miniciklik ki ilk varoluştan bu yana yaşamış tüm insanların, yedi ceddin, ataların, soyun ve sopun 500 milyon yıl önceki ilkel korkularıyla yüzleştirir. hepsinin kalp atışı göğüs kafesine baskı yaparken o kara deliğin orta yerinde çırılçıplak bekletir. dehşetten ve çaresizlikten dizler tutmaz, ana rahmine geri dönmek için tavan gibi boğucu gök kubbeye yalvarır insan.
nemalanmasını bilene mükemmel bir histir. gerçeğinizi, yalanınızı görmeye, kalbinize sağduyuyla bakmaya yardımcı olur. bazen kalabalıktan kalp gerçekten ne diyor duyamayız el etek çekilince duyarız sesini.
hayatım boyunca bilinçsiz olarak en çok gerçekleştirdiğim, gerçekleştirmeye itildiğim eylem. bazen etrafınız birçok insanla doludur ama kendinizi onların dünyasına ait hissetmezsiniz. onların hırsları, yapay gülücükleri, dünyevi amaçları sadece midenizi bulandırır. acıları, mutlulukları, bunları dile getiriş biçimleri o kadar yabancıdır ki size gösteriş merakları sizi hayrete düşürür. kendinizi anlayacak bakışlar ararsınız fakat sizi garipseyen bakışlar görürsünüz. önce sadece izlersiniz, sonra uzaklaşmaya başlarsınız fakat kaçamazsınız o bakışlardan. hayat bulunduğunuz ortamları seçme hakkı vermez her zaman. işte o zaman siz de onları taklit etmeye başlarsınız. bazen açık verirsiniz ama fark etmezler. dışarıdan onlar gibi görünürken içinizde en çok hissettiğiniz şey yalnızlıktır. her gün ne işim var benim burada derken içten içe, günler akar gider ancak yalnızlık hissi içinizden gitmez çoğu zaman.
"insanlar insanların içinde insana hasret yaşarlar." demiş ya şair aynen öyle oluyor siz birisini seviyorsunuz ve fark ediyorsunuz ki aslında yaşadığınız şehir tek kişilikmiş.