Steven spielberg in iyi filmlerinden biri. Hem senaryosu hem işlenişi, hem de çekim teknikleri ile tam bir Spielberg filmi olmuş ve zevkle kendisini izletiyor. Yönetmenin aile filmleri ve savaş filmlerinin bir harmanı gibi adeta. Bu ikisini o kadar iyi bir araya getirmiş ki süresi uzun olmasına rağmen bir çırpıda bitiyor. Hem savaşın şiddetini hem de bir atın dostluğunu sonuna kadar hissediyorsunuz. Film ingiletere ve Avrupa kırsallarında geçince aklıma binlerce atın öldüğü verdun geldi. işte film savaş anlarında o atmosferi en gerçekçi şekilde bize aktarıyor.
2011 yapımı 6 oscar adaylığı olan harika bir steven spielberg filmi. 146 dakikanın tek bir dakikası bile insanı sıkmıyor, kadrosunda sevdiğim iki aktörü(tom hiddleston ve benedict cumberbatch) bulundurmasından ötürü filmin seyir zevki katlanarak artıyor. Baş roldeki jeremy irvine, albert karakterinde harikalar yaratmıştır, kısaca bir at hakkındaki en hüzünlü ve güzel filmdir. imdb puanı her ne kadar 7.2 olsa da çok daha fazlasını hakediyor https://galeri.uludagsozluk.com/r/1624886/+
Genel olarak biraz ağır ancak son derece etkileyici bir film. Steven Spielberg faktörü atmosferi derinden etkilemiş.. Bu kadar basit bir konu ancak bu kadar yukarıya çekilebilirdi. Çoğunlukla savaş filmlerinde alıştığımız şeylerin dışında buna bir at da katılıyor. Yoksa normal bir hayvan sevgisinden doğan bir yapım olsaydı bu kadar dikkat çekeceğini sanmıyorum. 6 dalda oscar adaylığı var. işte sırf bu yüzden..
Atları seven bir insanım ben.. At yarışı izler, atlara binerdim. Film beni belki de bu yüzden duygusallaştırdı. Gerçekten derinden hüzünlendiğim sahneler çok oldu. Spielberg savaşta sadece insanların ölmediğini kanıtlar nitelikte bir filmi izlettiriyordu. 'Sadece hayvan' gözüyle bakanlara onların sadece bir hayvan olmadıklarını ve duygu yüklü, akıllı, çalışkan birer yaratık olduklarını gösteriyor film.. Aşk sadece iki insan arasında olacak değil ya. Yeter ki iki varlık birbirlerine sıkıca bağlansın, gerisi zaten geliyor. Öyle içine çeken bir öykü ki bu atın savaş yolculuğunda yaşadıkları, çektiği acılar buram buram ediyor izleyenleri. Öyle ki bir an önce mutlu son olsun diye bekletiyor. Her ne zorluk çıkarsa çıksın sizi seven birinin olduğunu bilmek, ona o enerjiyi yollayabilmek güçsüzü bile o değerli ana kadar güçlü yapıyor. Sevgi herşeyden önce temiz bir duygu, bunu bilmek bile güzel..
Filmi izlediğiniz de gerçekten biraz ağır gelebilir. Ya da konuya ne kadar geç giriliyor diyebilirsiniz.. Ama film bittiğinde eminim buna değdi diyeceksiniz..
çok güzel bir filmdi, kurgusu ve hayvan sevgisi sanırım bukadar güzel işlenebilirdi.Atlardan çok korkardım bu filmi izledikten sonra hayran oldum. Duygusal sahneler yoğun.IMDB puanına aldanmayın derim.
1. dünya savaşı dönemini birçok açıdan ele almış ve o duyguyu gayet iyi yansıtmayı başarmış bir yapım. son dönemde izlediğim en etkileyici ve izlenmeye değer filmlerden biri.
albert ın atla kurduğu duygusal bağ, verdiği eğitim sırasında yaşanan bazen komik, bazen duygusal, bazen de dramatik anlar gerçekten harikaydı.
emillie nin joey e engelden atlamayı öğretmeye çalıştığı fakat başaramadığı sahne de bayağı bir tebessüm ettirmiştir. filmin sonunda kavuşurlar dedim ama yanıldım.
ayrıca filmin çekimlerinde teknolojinin nimetlerinden faydalanılmış bir atın bu kadar zeki olabileceği ihtimaline pek inanmıyordum biraz araştırınca işin altında yatan gerçeği öğrendim. joey tamamen stüdyoda canlandırılmış bir at. maket bir ata filmin detaylarında yer alan etkileyici sahnelerde kullanılacak anlar birkaç kişi yardımıyla istenilen şekilde yaptırılıyor ama yine de güzel. ben gerçek farz ederek, benim de böyle bir atım olsa diyerekten izledim ne yalan söyleyim*.
film de en etkilendiğim diyalog da albert in anne ve babası arasında geçen bir konuşmadan sonra, annenin söylediği şu kelimelerdi;
"senden daha çok nefret edebilirim ama daha az sevemem."
iki kişi arasındaki ilişkinin boyutunu tek cümlede özetlemeye yetiyor. harika hakikaten.
neyse izlemenizi tavsiye ederim. biraz uzun ama filmin başında zaten akıntıya kapılıp sürükleniyorsunuz.
bir atın doğumundan itibaren yaşadıklarını konu alıyor. önce ingiliz ordusu için alınan at daha sonra almanların eline geçiyor, daha da sonra tekrar ingilizlerin eline. tabii ki sadece at izlemiyoruz. 1. dünya savaşı sahneleride muazzam. görsel efektler gerçekten harikulade.
her ne kadar filmin ana konusu olmasa da Albert'in annesinin kocasına duyduğu sevgi ve yaşadıklarına duyduğu saygı şapka çıkartmalıktır.
--spoiler--
senden daha çok nefret edebilirim ama daha az sevemem.
--spoiler--
savaş denen deliliği bir atın gözünden yansıtan bir yapım. joey'nin iki siper arasında tellere takılıp kaldığında onu kurtarmak için gelen ingiliz ve alman askerleri arasındaki konuşmadan sonra savaşın ne kadar anlamsız bir şey olduğunu daha iyi kavrıyor insan. benzer bir diyalog joyeux noel filmindeki ingiliz, alman ve fransız komutanların yaptığı konuşmalarda da vardı.
işte sıradan bir amerikan filmi. 10 üzerinden 6.5.
bu arada her atı görenin, atı gördüğü an "bu at mucizevi" demesini de biri gelsin-beri gelsin bana anlatsın.
spielberg'den yeni bir "er ryan" bekleyenler için hayal kırıklığı olabilecek ama diğer yandan hayvan sevgisi ekseninde savaşın duygusal boyutunu oldukça iyi ele alan bir film.
sinemada reklamlarla 3 saatinizi alacağı kesin ama gidip izleyin gönül rahatlığıyla.
oscar mevzusunda ise belki 6 dalda aday oldu (ki çoğunluğu teknik dallar) ama hiç ödül de alamayabilir. notum 7,5/10.
bursa kent meydanı avşar sinemasında en küçük salon ayrılmış olup, en büyük iki salonun ise berlin kaplanına ayrıldığını gördükten sonra koyayım sinema zevkinize diye düşündürten film.
basit bir bakış açısıyla film sıkabilir diyebilirsiniz ancak uzun süresine rağmen bir kez bile sıkmayıp, hüzünlendirmiş, keyiflendirmiş, hissettirmiştir. atların ne kadar hisli canlılar olduklarını, esas hayvanın ise bizzat insanlar olduğunu gördük bir kez daha.
bugün koca sinema salonunda 4-5 kişiyle beraber izlediğimiz filmdir. öncelikle the artist filmini izlemeye gitmiştik temelde. sağolsunlar nasıl bir sinema sistemi varsa kafam girsin ona demek istiyorum buradan. yahu 10 dalda oscar adayı olmuş, vizyona girmesinden 15 gün geçen bir film nasıl olur da eskişehirde hiçbir sinemada olmaz yahu. işte biraz da bunun siniriyle yeni bir film baktık. war horse'u gördük. oscar adayı olması dışında hiçbir bilgim yoktu film hakkında ve konusuna dair en ufak bir şey bilmeyerek önyargısızca izlemeye karar verdik.
yalnız filme girerken bildiğin "at,avrat,silah" üçlemesi üzerinden baya bi saçma espriler çıktı, siz de deneyin *
film 2 saat 40 dakika ama inanın en ufak bir sıkılma belirtisi olmuyor ve film akıp gidiyor. hiçbir bilgim olmadığı için canımız ciğerimiz sherlock'umuzu * ve midnight in paris'teki scott fitzgerald rolündeki temiz yüzlü abimizi * görmek hoş bir sürpriz oldu benim için. super 8 ve terra nova facialarından sonra steven spielberg'e güvenim azalmışken doping gibi geldi bu film. çok harika sahneleri vardı. özellikle atın üzerindeki dikenli telleri kesen iki askerin muhabbet ettiği sahne on numaraydı. asker psikolojileri ve savaşın işe yaramazlığı, beyhudeliği harika alt metinlerle anlatılmış.o at belki cgi olabilir ama eğer gerçekse söyleyecek kelime bulamıyorum. the artist'teki köpekle kapışırdı eğer kendi dallarında bir ödül olsaydı.
6 dalda oscar'a aday bir steven spielberg şaheseri. an itibariyle imdb'de 7.3 puanda olsa da çok daha fazlasını hakettiği kesin. film oldukça uzun olmasına rağmen bir dakika bile sıkmıyor. başroldeki jeremy irvine, doğal oyunculuğu ve ingiliz aksanıyla zaten insanın gözlerini ekrandan ayırmasını engelliyor. bence 'en iyi film oscarı'nın en büyük adayı.
--spoiler--
filmin en güzel sahnesiyse; bir ingiliz ve bir alman askerinin siperlerinden çıkıp, atı kurtarmak için birbirlerine yardım ettikleri ve atı alacak kişiyi de son derece medeni bir şekilde belirledikleri sahneydi.* ülkeler savaşa girse de halkların tam olarak düşman olmayı beceremediklerini ve bazı durumlarda önceliklerin değişebileceğini gösteren bir sahneydi.
--spoiler--