Pelteleşmiş beyninizde
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi
hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.
Tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.
Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar, onu trampete yükler.
Fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
Öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!
Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.
Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...
ister misiniz
ten kudurtsun beni,
- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!
inanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...
Bağırırlar şaire:
"Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki..."
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
işim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
ikisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
iş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!
Bilirim gücünü sözcüklerin, o çınlayan sözcüklerin ben;
onların değil, o yığınları coşturan, kendinden geçiren,
başka sözcüklerin gücünü, çıkarıp ölüleri topraktan
tabutları meşeden adımlarla götürenlerin her zaman.
Gün olur okunmadan, basılmadan atılırlar da sepete,
bir çıktıları mı oradan gemi azıya alırlar elbette,
gümgüm öterler yüzyıllar boyu, tırmanıp gelen trenlerdir
öpüp yalamağa nasır tutmuş ellerini şiirin bir bir.
Bilirim gücünü sözcüklerin. Esip geçmiş de bir rüzgâr
bir halayın topraklarına düşmüş taçyapraklarıdır bunlar.
insandır bütün ruhu, dudakları ve bütün iskeletiyle.
Dumanlar içinde mavi olmayı unutan
gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım
ordular
gürültünüzü!
Siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
dinleyin !
Ve çıkın artık siperlerden:
bitirmeseniz de olur
savaşı..
Ne en korkunç dövüşlerin,
ne de
kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini!
Bilmez olur muyum hiç
sevgili Almanlar!
Dudaklarınızın ucunda hep
Goethe'nin
Gretchen'i var...
Ama o,
yüzyıllardır sayıkladığınız
tombul
pembe tenli kız,
neme gerek benim!
Seni söylüyorum türkülerimde
şimdi ben,
makyajlı
kızıl saçlı sevgilim!
Bu kasatura uçları gibi
sivri
günlerden,
yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
kalacak olan
sensin yalnız!
Bir de ben...
o kentten
bu kente...
senin ardında!
Londra'nın
kalın
sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
gece lambalarının
gene de uzanır
öperim..
............................................
Dalgın
ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
"Aşağısı da güzel" diye düşünerek,
"Ve ölmek
de belki güzeldir !" diyerek,
bil ki benim
köprünün altında akan,
benim la Seine,
benim çağıran seni
çürümüş dişlerini göstererek..
...............................................
Güçlüyüm ben,
gerekliyim çünkü onlara.
"Sıran geldi!"
deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
vurulsam:
Kan değil
adın fışkırır
yırtık dudaklarımdan..
ister
taç giydirsinler,
ister -
se Sainte - Hélène 'e sürsünler:
Hayat fırtınalarının dalgalarını
gene de
ben
mühürlerim!
Ellerim
kelepçelidir evet
ama evrenin
tahtıdır yerim!
Siz
ürkek çocukları
hüznün,
ve siz
gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar!
Dinleyin artık
susun da!
Belki de
son
aşkıdır
bu
gökyüzünün:
onulmaz yarası
kanar da kanar
veremli ciğerlerimin dokusunda.
Hepinize!..
işte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele dedi-
kodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. iş değil
bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem),ama benim için başka bir çı-
kar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet Yoldaş! Ailem : Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve
Veronika Vitoldovna Polonkaya' dan ibarettir. Yaşamlarını sağlar-
san, ne mutlu bana..
Bitmemiş şiirleri Brik'lere verin, ne lâzımsa onlar yapar.
"Bir varmış bir yokmuş"
derler hani :
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına
kafa tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
Acıları
mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
h a t ı r l a m a y a b i l e d e ğ m e z :
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
yeter.
kesinlikle insan değildir arkadaş. yok böyle bir adam nasıl oluyor da... gerçi herhalde o zamanın ruhu çok farklıydı. bu şekilde açıklanabilir dahi şairin neden devrim peşinde koştuğu..
omurganin kavali
dumanlar içinde mavi olmayı unutan
gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
sevinç çığlıklarımla bastıracağım
ordular
gürültünüzü!
siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
dinleyin !
ve çıkın artık siperlerden:
bitirmeseniz de olur
savaşı..
ne en korkunç dövüşlerin,
ne de
kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini!
bilmez olur muyum hiç
sevgili almanlar!
dudaklarınızın ucunda hep
goethe'nin
gretchen'i var...
ama o,
yüzyıllardır sayıkladığınız
tombul
pembe tenli kız,
neme gerek benim!
seni söylüyorum türkülerimde
şimdi ben,
makyajlı
kızıl saçlı sevgilim!
bu kasatura uçları gibi
sivri
günlerden,
yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
kalacak olan
sensin yalnız!
bir de ben...
o kentten
bu kente...
senin ardında!
londra'nın
kalın
sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
gece lambalarının
gene de uzanır
öperim..
............................................
dalgın
ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
"aşağısı da güzel" diye düşünerek,
"ve ölmek
de belki güzeldir !" diyerek,
bil ki benim
köprünün altında akan,
benim la seine,
benim çağıran seni
çürümüş dişlerini göstererek..
...............................................
güçlüyüm ben,
gerekliyim çünkü onlara.
"sıran geldi!"
deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
vurulsam:
kan değil
adın fışkırır
yırtık dudaklarımdan..
ister
taç giydirsinler,
ister -
se sainte - hélène 'e sürsünler:
hayat fırtınalarının dalgalarını
gene de
ben
mühürlerim!
ellerim
kelepçelidir evet
ama evrenin
tahtıdır yerim!
siz
ürkek çocukları
hüznün,
ve siz
gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar!
dinleyin artık
susun da!
belki de
son
aşkıdır
bu
gökyüzünün:
onulmaz yarası
kanar da kanar
veremli ciğerlerimin dokusunda.
"Şu memur zihniyetini
bir kurt bir kuzuyu paralar gibi
paralamak isterdim,
ve en ufak bir saygı duymadım
bu cinsten belgelere
ömrüm boyunca
ve cehenneme kadar
yolu var
tüm evrakların derdim.
Ama bu... bu başka...
Ve daima
gururla çekip çıkaracağım
ceplerimden
pasaportumu:
Iyi okuyun sayın baylar:
ve gıpta edin:
Yanılmıyorsunuz evet
Sosyalist bir ülkenin
Yurttaşıyım ben."
...ağzı hiçbir bıçağın,
bakışların kadar senin
kesemez beni.
yarın unutacaksın
seni taçlandırdığımı,
ve yakıp tükettiğimi
çiçeklenmiş bir ruhu
aşkla.
ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı
dağıtacak
sayfalarını kitaplarımın.
sözlerimin kurumuş yaprakları mı
durduracak seni
çırpınan soluğuyla?
bırak hiç değilse
son bir sevgi dalgası sereyim
beni bırakıp giden adımlarının altına. mayakovski
bağırırlar şaire:
"bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
şiir de ne?
boş iş.
çalışmak, harcınız değil demek ki..."
doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
ve eğer
bacam yoksa
işim daha zor demektir bu.
bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
kütükten kafaları yontarız biz de.
ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
ikisi de.
yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
iş başına!
canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
unculuğa!
değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!
ozanım ben. şiire verdim kendimi. bu nedenle yazıyorum. sevmem, kumarcılığım, kafkasya'nın güzellikleri - bütün bunlar sözcüklerin birikip dibe çökmesinden gelir.
"babamın ölümü. bir parmağını delmişti (kağıtlar iğnelerken). kan yangısı. o günden beri ödüm kopar iğnelerden."
"mapushanede Sanin ( Artzibaşef'in açık saçık bir romanı) okuma fırsatı geçmişti elime, şaşakalmıştım. nedendir bilmem, her mapushanede var bu kitaptan. ruhun kurtuluşuna yarıyor anlaşılan."
"öyle çıtkırıldım olurum, öyle incelirim ki
çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta!"
sinemayla da yakın ilişki içerisinde olan şair. sinema ve sinema adlı kitabında, sinema ile ilgili olarak şunları söylemiştir kendisi:
--spoiler--
sizin için sinema, bir gösteri. benim içinse neredeyse dünyayı kavrama biçimi. sinema, devrimin taşıyıcısı, yazının yenilikçisi, estetiğin yıkıcısı, yüreklilik, sporculuk ve düşünce dağıtımcısıdır. ama bugün sinema hastalıklı. kapitalizm, gözlerini altınla boyadı. kurnaz girişimciler, elinden tutup, istedikleri yere sürüklüyorlar onu. gözü yaşlı küçücük konularla yürekleri titretip ceplerini dolduruyorlar. bu sona ermeli artık. komünizm, sinemayı madrabaz bekçilerin elinden kurtarmalı. gelecekçilik, yavaşlığı buharlaştırmalı. yoksa yalnızca amerika'dan ithal edilmiş step dansları ya da mosjukin'in bitip tükenmez yaşlı gözleri kalacak bize. ve bunların ikisi de birbirinden sıkıcı.
--spoiler--
belli başlı sinema çalışmaları:
1913- şan şöhret peşinde (senaryo)
1914- 13 numaralı fütürist kabarede dram (oyuncu)
1918- para için doğmamıştı(senaryo), (jack london'un martin eden uyarlaması)
1920- cephede(senaryo)
5 yıl önce okul kütüphanesinde takip ettiğim dergilerin birinde rastlamıştım o şiirine. bende yeri çok çok ayrı olan, hayatımın dönüm noktasında bana ışık tutmuş şiirin şairidir.
" her şey bitti, her şey bitti, her şey bitti!
yanıt ver şimdi,
yalanın bin çeşidiyle
yoruldum artık
(nasıl geriye dönebilirim bu durumda?)
yeni açılan iki mezar gibi gömülü yüzünde gözler.
mezarlar genişliyor
dibi yok derinliğin.
inanıyorum
düştüğüme günlerin tribününden.
bir ip gibi gerdim ruhumu uçuruma,
ve dengeliyor onu, oynuyorum sözcüklerle. "
Düşünceniz
Sünepe beyninizde yatar ya miskin miskin
Yağ bağlamış bir uşak yatar gibi pis bir yatakta
Çileden çıkararak kanlı paçavralarıyla yüreğimin
Alaya alacağım onu, hınzır ve hayta
Ne gönlüme tek bir ak düştü,
Ne ihtiyar bir sevecenlik başımda!
Tuttu bütün dünyayı sesim, o korkunç gümbürtü;
Yakışıklı yürürüm şimdi
Yirmi iki yaşımda.
Siz çıtkırıldımlar!
Kemanlara geçirenler sevdayı.
Siz geçiren hamhalatlar dümbeleklere.
Derinizi kolaysa tersyüz edin benim gibi,
Ortada baştan aşağı dudaklar kalsın bir kere!
Gelin de görün
Melekler takımında görevli bir hanım var salonda,
Keten gibi düzgün.
Ahçı nasıl çevirirse yemek kitabını
Dudaklar çeviriyor yollu yordamlı o da.
isterseniz
Ben çılgına dönerim tenden,
-ya da renk değiştiren bir gök gibi ufukta-
isterseniz öyle çıtkırıldım olurum öyle incelirim ki
çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta!
inanıyorum çiçekler içindeki bir Nise!
Yine herkes benim yüzümde tafra sahibi,
Bir hastane gibi köhne erkekler de,
Yıpranmış kadınlar da bir atasözü gibi.
Bağırırlar şaire:
'Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki...'
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
işim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
ikisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
iş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!