üzerinde kahve yazmasına rağmen en ufak bir kahve aroması kokusu, tadı almıyorsunuz, ne ilginç değil mi? içtikten sonra midemden 50 kere özür diledim, umarım kabul etmiştir, bozulmaz.
haa bir de; görüntüsü, üstüne su katınca betona dönecekmiş hissi veriyor.
konserlerdeki ayrıcalıklı kesimin biletinde ya da konser alanına girdiği kapıda dana kadar yazan ibare.
Rolling Stone'da geçen hafta yayınlanan makaleye göre bunun bir kapitalist sistem kandırmacası olduğu ileri sürülüyor.
Kendisini bir seferlik bile olsa ayrıcalıklı olmak isteyenler büyük birkaç saat için binlerce lira veriyor.
Oysa konserin aurası en arkadakini bile sarıyor. Üstelik konserde sınıfsal ayrılıklar yaşanması bana kalırsa çok adice.
Geçen hafta %100 fest için göt kadar küçük çiftlik park normal-golden-diamond olarak üçe bölündü. komik "müsade" de vardı.
diamond üç bölüme girebiliyor, golden kendi alanı ve normallerin bölümüne girebiliyorken normaller olduğu yerde kalıyor.
kaiser chief'in solisti ricky bu durumu görünce koşarak normal denilen kısma giderek sitem etti ve 20 dakika orada şarkı söyledi.yakışıklı piç. öhm neyse...
sevgili çok önemli insanlar sadece dolandırılıyorsunuz demek istiyorum, o kadar.
1) "çok önemli kişi" anlamına gelen ingilizce vip kısaltması.
2) bir turizm acentasının ismi.
3) bim hedesinde -nedendir bilinmez- kakalanmaya -pardon satılmaya- çalışılan sözüm ona hazır kahve markası.
ben havaalanlarının o özel salonlarını hiç sevmem. iki fincan beleş kahve ve de iki lokma domatesli peynir ekmek uğruna hiç tanımadığım insanlarla ayaküstü memleket meselelerini tartışmaktan hoşlanmadığım için... kaldı ki işim gereği patronumla oraya buraya gitmek zorunda kalıyoruz sık sık ve kendisi bir nevi "sonradan görme" olduğu için (sözde burjuva da diyebilirsiniz) ya vip olacak ya da o uçağa asla binmez...
çevresi geniş bir adam. ee tabi tanıdıklarıyla ben de tanışıyorum, sonra başka bir gün tekrar falan... Birileri tarafından, hem de genellikle sabahın köründe "esir alınmayı" sevmiyorum üstelik.
Salonuna girmem ama uçakta paraya kıyıp "önde" gitmek konforlu, beleş ikramlar uğruna değil, yanım yörem boş olsun da rahat edeyim diye. götüm büyük değil ama konforuma düşkünüm...
O beleş kahve uğruna sekiz takla atanlar vardır. O salonda "görünmek" için dokuz takla atanlar vardır. Böylece "varolduklarını" ve diğer insanlardan üstün olduklarını hissederler.
VIP... Very important person... Ya da CIP... Commercially important person... Nereden çok önemli kişi oluyorsun birader, bu sene bilmemkaç milyon lira ciro yaptın diye mi?
"Devlet büyükleri" bu kapsamda. Bir de "devlet sanatçıları"...
neyse konu o değil de aklıma eski bir haber geldi... türkan Şoray ile alakalı. türkan Hanım uçağa geç kalmış, VIP kapısına yönelmiş, geçirmemişler.
"Ben devlet sanatçısıyım" demiş, "nereden bilelim" diye bir cevap almış.
Türkan Şoray da devlet sanatçısıymış meğer. (Devlete büyük hizmetleri dokunmuş olmalı.)
Sinirlenmiş, çantasında "devlet sanatçısı kimliği" varmış, inadına göstermemiş. (o nasıl bir şey gerçekten bilmiyorum)
Türkan Şoray bu devlet sanatçılığı saçmalığına razı olduysa otuz sene evvel, "ayrıcalıklı muamele" istemekte haklıdır. Fakat adı yetmeli, bir de kart göstermek zorunda bırakılmamalıydı.
türkan hanım'ı çok iyi anlıyorum. Ama devlet sanatçısı kimliğine sığınmamalıydı, "benim adım Türkan Şoray, bu ülkede yaşıyor ve tanımıyorsan senin öküzlüğün" diyebilmeliydi.
Öyle ya, Gülriz Sururi için "o kadın vaktiyle tiyatrocuymuş, doğru mu" diye sorabilen pırıl pırıl beyinsizlerin yaşadığı bir ülkede... Devlet sanatçıları devlete mi hizmet etmişlerdir? Hadi Devlet Tiyatroları'ndan emekli olanı anlayalım da...
Sanata hizmet etmişlerdir, topluma hizmet etmişlerdir, insanlara hizmet etmişlerdir, insanlığa hizmet etmişlerdir, devlet nereden çıkıyor?
1971 yılında, faşist cunta döneminde, faşizme uşaklık eden bürokratlar tarafından icat edilmiş bir "bürokrasi ödülüdür" bu. Devletle bir sorun yaşamamış, suya sabuna dokunmayan, yerleşik düzene çıkıntılık, aykırılık etmeyen, yani "solcu molcu olmayan", bir zamanlar çok güldüğümüz bir deyimle "pasaport alabilen" sanatçılar böylece maaşa da bağlanmışlar, daha da ehlileştirilmişlerdi.
Sanatçı olsaydım, "devlet sanatçısı" ünvanını reddederdim. Belki ağzımı da bozardım.
Tıpkı koca bir sanat anıtı olan Ara Güler'in vakti zamanında yapmış olduğu gibi.
"Ancak komünist ülkelerde devletin sanatçısı olur" demişti...