"bir türkü barda tanıdım mehmet’i ben. onu tanıdığım türkü barın da sahibiymiş. bir hafta sonu öğretmen arkadaşların ısrarıyla eğlenmeye gitmiştik. içimizden birinin de samimi arkadaşıymış mehmet. eskilerdenmiş, eski hızlı solculardan. gecenin ilerleyen saatlerinde öyle yanımıza geldi. tanışma faslından sonra masamıza oturdu. ilk başta kaba saba ayının biri gibi geldi bana pek ilgilenmedim onunla ama bütün gece gözlerini bana dikmiş bakışlarıyla yiyordu beni sanki. ve sonra göz göze gelince de bakışlarını kaçırıyordu benden. uzun bir saat sürdü böyle. bazen inadına gözlerimi ona dikiyordum. bakışlarını benden kaçırmak için gösterdiği o tuhaf çabayı görmek için. neyse o tuhaf oyun sürerken içkiler su gibi akıyordu. hepimiz dut gibi sarhoş olmuştuk. böyle en çok da ben. önüme ne konsa içiyordum böyle ayakta duracak hâlim kalmamıştı. içtikçe sürekli çişim geliyordu. böyle tuvalete gitmek için masadan kalktığım anlarda bir iki kere bunun üzerine düşer gibi oldum. kıpkırmızı olup beni tutmaya çalışarak düşmemi engelliyordu. içimden ayı bilerek üstüne düştüğümü sanıyor diyordum. ve doğruydum herhalde çünkü artık bakışları pervazsız bir hâle geldi. beni soymuyor bakışlarıyla yiyordu, düzüyordu sanki. neyse, ne kadar oturduk bilmiyorum. artık iyice sarhoş olmuştum. böyle ayakta duracak halim kalmamıştı ama ancak oturmayı becerebiliyordum. böyle saat iyice ilerledi. bir türkü geldi aklıma. sözlerini de melodisini de tam çıkaramıyorum, mırıldanıp duruyorum türküyü. neyse, bu saat iyice ilerledi müşteriler gitti. bizim grup iyice sarhoş oldu. böyle küçük kavgalar, kıskançlıklar çıktı ama bu hepsini ayırıp barıştırdı. kimse bize gidin de diyemiyor. patron masada ya. neyse, ben hâla o türküyü mırıldanıp duruyorum. sonra bir an böyle sen ne mırıldanıyorsun dedi. türkü dedim. sözlerini de melodisini de çıkaramıyorum. biraz mırıldan dedi, mırıldandım. içeriden garsonlardan birine seslendi. garson bunun yanına koşarak geldi. çocuğun kulağına eğildi bir şeyler söyledi. koşarak gidip sahneden bağlamayı getirdi buna. içimden, ayı hâla hava atıyor diye geçirirken benim o mırıldandığım türküyü çalmaya başladı. bak sen ayı bağlama da çalabiliyormuş dedim. neyse, ardından türküyü de söylemeye başladı. o türküyü söylemeye başlar başlamaz onun sesini duyar duymaz bir an da başka bir zamana geçtim. böyle büyülendim. bütün gece hatırlamaya çalıştığım türküyü o kadar güzel söylüyordu ki. masadaki herkes ağlamaya başladı, ben dahil. o kadar güzel türkü söyleyip o kadar güzel bağlama çalan bir adam çok iyi biri diye düşündüm ve o an içimden bu adam benim olmalı dedim. ben de onun. öyle de oldu. biz o gece birlikte olduk. ertesi gün çekti gitti. bir gecede aşık olmuştum ona. kendimi kaptırmıştım. böyle yiyemiyor, içemiyor böyle kendimi derslere veremiyordum. istanbul sokaklarında ruh gibi dolaşıyordum. ama ortalarda yoktu, aramıyordu da. neyse bir gece böyle delirip onla tanıştığım türkü bara gittim. yoktu. çalışanlara sordum ama bana nerede olduğunu söylemiyorlardı. böyle delirecek gibiydim. bütün aklım onunla doluydu. kendimi unutmuştum. böyle ailemi, işimi.. nedensiz ağlama krizlerine giriyordum. böyle işte otobüste, okulda. bir gün okuldan çıkmış eve gidiyorum böyle vazgeçtim. sokaklarda amaçsız dolaşmaya başladım. çünkü eve girdiğim zaman yalnızlıktan onu daha çok düşünüp daha kötü oluyordum. ne kadar dolaştım bilmiyorum. mağaza vitrinlerine, sinema afişlerine baka baka uzun bir zaman geçirdim. en son uyuma vakti geldi diye eve döndüğümde onu kapıda beni bekler buldum. delirdim, vurdum ona. öptüm, yeniden vurdum ona, yeniden öptüm. ağladım, güldüm.. onunla hayatımın en güzel bir haftasını geçirdim. ama bir hafta sonra yeniden gitti. artık delirecek gibiydim. öküzler gibi bağıra bağıra ağladım. içim çürüyordu. böyle organlarım büzüşüyordu. yok dedim bu böyle olmayacak, unutmam lazım bunu dedim. terapistlere gittim unutamadım. başka erkeklerle flört ettim unutamadım. böyle her gece sarhoş oldum unutamadım. unutamadım. en son izimi kaybettirmek için işte geri döndüğünde beni bir daha bulamasın diye bu mahalleye taşındım. unuturum dedim, unutur gibi oldum ama yeniden çıktı karşıma. ben onu ne kadar çok sevdiğimi yeniden anladım. ve o yeniden gitti. neden gidiyor bilmiyorum. onu tanıdığımı sanıyorum sonra hiç tanımadığıma karar veriyorum. bu sefer onu çözdüm diyorum sonra bir bakıyorum ona ben hiç yaklaşamamışım bile. bunu fark ediyorum. ve her gittiğinde deliriyorum. ve bulamıyorum onu. ve merak ediyorum. ve özlüyorum.. ama bu kez unutacağım onu. geldiğinde kapıyı açmayacağım ona. ona kucağımı açmayacağım. onu yatağıma almayacağım. dokunmayacağım ona. koklamayacağım, onu öpmeyeceğim. ve unutacağım onu. unutacağım."
''bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı'da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder.... dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlıyacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagora kesikmiş. zagorda kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar'a benim içimde bi sıkıntı... işi anladım tabii: zagoru ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor'a, sonra komalık. ankara'da oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornavida yemiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. orhanın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor'a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, "nasıl?" diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bi inandım orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor'a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu tınmıyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına.gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor'a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. ne yaptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul'a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi.bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, oh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişey demiyo. sinop'ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul'a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o halinle kalk git sen diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden.sonra çocuğu doğuruyo. durum hemen anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır'a, zagor'un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor'un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır'a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır'dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişey demedik.
o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını,usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte. ''
Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti..Durursam bir daha kurtulamam..Ziyanı yok, gülüşü yeter bize..Yüreğim kaydıysa günah mı?..Çamura saplansam yardıma gelir misin?..Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elindeymiş gibi..Elinden tutuversem benimle gelir mi?Seninim işte, alıp götürsene beni..Elveda asya, elveda selvi boylum al yazmalım, elveda..Bitmemiş türküm benim..
Hayatta yaptıklarımız kefaret vermek demekdir
Onurunuzu güçlendirin
Size ne olacağını düşünün
Ve Hayal Ettiğiniz gibi olun
Kendini yanlız kalmış bulursan
Yeşil bir tarlada,Yüzünde güneş
Ve ata binerken düşün
Hiçbir zaman endişelenme
Çünkü Zaten hepimiz ölüyüz.