bugün

georges perec'in pek ünlü eseri, türkçe adıyla uyuyan adam. hareketsizliği, umutsuzluk ya da umut diye tanımlanamayacak bir boşvermişliği, kayıtsız kalırken edinilmiş bir farkındalığı anlatan çok ilginç ve çok önemli bir kitap.
birçok insan kitapta perec'in kendi yaşamı ile paralellikler sezse ve özellikle küçüklük yaşamından gelen mevzubahis benzerlikler bu iddiaları kuvvetlendirse de, tek başına kimsenin olamayacak kadar garip bir yaşamdan kesittir.

çoraplar, leğen, kırık bir ayna ve günün çorbası.
"Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, her şey yeniden başlıyor, her şey devam ediyor. Düş gören bir adam gibi konuşmaktan vazgeç." diyen bir kitaptır, aynı zamanda Perec'in okunabilen en büyük eseridir. yaşam kullanma kılavuzu için biraz daha aşmak gerekmektedir.
yine boyle bir gunde, biraz daha once, biraz daha sonra, bir seylerin yolunda gitmedigini, acik konusacak olursak, yasamayi bilmedigini, hic bilmeyecegini, sasirmadan kesfediyorsun.

ilerlemekten vazgectin, ama zaten ilerlemiyordun ki, yeniden yola cikmiyorsun, vardin sen, daha uzaga gidip de ne yapacagini kestiremiyorsun..."

"işte şimdi, dünyanın isimsiz kahramanı...
tarihin, üzerindeki etkisini yitirdiği...
yağan yağmuru, gecenin gelişini sezemeyen kişisin.

Bildiğin kadar varsın şu hayatta:
Devam eden hayatın, aldığın nefesin, adımların.
Gelen, giden insanların, kalabalıkların ve nesnelerin...
bir araya gelip çözülmesini izliyorsun."

dehşet bir hayat kullanım klavuzu olduğundan oldukça şüpheliyim. tek amaç kayıtsızlık.
Romanından sonra Bernard Queysanne ve Georges Perec iş birliğiyle filmi de çekilen eser. Filmi kitap kadar iyi olmasa da izlenmesi gereken bir filmdir. Film bittikten sonra uzun bir süre "uyuyan adam" moduna girecek olmanız muhtemeldir.
"Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o bir kaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı..."
georges perec, ülkemizde de kemikleşmiş bir okur kitlesine sahip olsa da yine onun bilinen ve çok sevilen aynı adlı romanından uyarlanan un homme qui dort (uyuyan adam, 1974)’un varlığından çoğu kimse haberdar değildir. halbuki film vakti zamanında eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanmış ve yönetmeninin ilk filmi olmasına karşın ona jean vigo ödülünü kazandırmıştı. ne var ki filmin izleyici kitlesi o tarihten itibaren bir türlü genişleyemedi ve gel zaman git zaman derken unutulmaya başlandı. un homme qui dort’un genel sinema seyircisi tarafından dışlanması aslında pek de şaşırtıcı değildi. film, tıpkı georges perec’in kitabında kullandığı üslup gibi deneysel ve hatta kitaptan da çok daha zorlayıcı bir görsel anlatım mekanizmasına sahipti neticede!

filmle ilgili daha fazla bilgi ve eleştiri yazısı için böyle buyurun lütfen: http://sinemahzen.com/un-homme-qui-dort/
georges perec'in insanı kahreden kitabı. 2012 nisan ayında, sosi dolanoğlu'nun çevirisiyle metis yayınları tarafından yayınlanmıştır. kitap öyle güzel ki sayfaları birer birer koparıp ağzıma tıkmak, yemek istiyorum. bunun hemen ardından da kendimi burun deliklerimden içeri sokarak saklamak, kendi kendimi kaybetmek, yok etmek istiyorum. ne zaman böyle hissetsem, elbette bu mümkün olmadığı için, yatağın üstünde cenin pozisyonunda yatarken buluyorum kendimi.

ve son olarak bi ukalalık yapmak istiyorum. keşke kapağa yves tanguy'un yavaşlık günü'nü koyacağınıza salvador dali'nin uyku'sunu koysaydınız sevgili metis yayınları. işte o zaman belki bunları yazmak yerine dayanamayıp kitabı yiyor olurdum.
(bkz: un homme qui dort)
yalnızlık, çaresizlik ve doğduğun gezegende yabancı hissetmek; ''ölüm gibi bir şey oluyor ama kimse ölmüyor'' durumunun katıksız anlatımı var bu filmde.

edit: depresyondaysanız izlemeyin, ölesiniz gelir mutlaka.
georges perec'in uyuyan adam isimli romanı, kutsal kitabım.

-sen bulanık bir gölgeden, sert bir kayıtsızlık çekirdeğinden, bakışlardan kaçan nötr bir bakıştan başka bir şey değilsin. sessiz dudakların, sönük gözlerinle sen, bundan böyle su birikintilerinde, vitrinlerde, otomobillerin ışıldayan kaportalarında, yavaşlatılmış yaşamının geçici yansımalarını bulabileceksin.

-ölmedin. delirmedin. felaketler yoktur, başka yerdedirler. ufacık bir belâ seni kurtarmaya yeterdi belki de: her şeyini kaybederdin, savunacak bir şeyin olurdu, ikna etmek için, duygulandırmak için söyleyecek sözcüklerin olurdu. ama sen hasta bile değilsin. ne gündüzlerin ne de gecelerin tehlikede, gözlerin görüyor, ellerin titremiyor, nabzın düzenli, kalbin çarpıyor. eğer çirkin olsaydın, belki çirkinliğin gözalıcı olurdu, oysa çirkin bile değilsin, ne kambursun, ne kekeme, ne çolak, ne de kötürüm, topal bile değilsin.
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu. Ama bu sözcükler, boğazında takılıp kalan bu binlerce, milyonlarca sözcük, arkası gelmeyen sözcükler, sevinç çığlıkları, aşk sözcükleri, budalaca gülüşler, peki onları ne zaman bulacaksın yeniden?

Şimdi sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. Ama sen herkesten daha sessiz değil misin?