bugün

uludağ sözlükte publish edeceğim novallam.

bölüm 1: bu ben değilim

en sevdiğim birkaç arkadaşımdan birisi karşımda acılar içinde kıvranıyordu. onu yaklaşık 8 yıldır tanıyordum. genel olarak sağlam adam olduğunu söyleyebilirdik. abartılı hareketlerden kaçınan hassas ruhlu insanlar bilirler ki birisine sağlam demek onun için yapılıp yapılabilecek en kıyak tanımlamalardan birisine denk gelir. ta ki son zamanlara kadar.

evde sarı loş müziğin altında oturmuş, geçmiş tarihli yabancı biraları indirimli satan tekelden aldığı hoergarden biraları içerken şaşkın şaşkın birbirimize bakıyorduk. konuştuğumuz onca şeyi bi bakışta anlatabilecek jestlerle bakıyorduk birbirimize; "bize ne oldu amına koyayım?" arkada david august'un ünlü berlin seti dönerken cigaramızdan ikişer kez daha çekip aynı anda başımızı geriye doğru, koltuğun üzerine atıp tavana bakmaya başladık, normalde esasında 5-10 saniye arası süren bu gibi anlar kafanız yüksek olduğunda nereden baksan 2-3 dakika gibi gelir insana. sessizliği böldüm; "ee şimdi ne diyosun yani?"

"boku yemiş durumdayım aga. kafam karışık. çok güzel keyfim yerindeydi, sonra saçma sapan ne oldu anlamadım, sik gibi bi ruh haline büründüm. herşey çok tatsız geliyor. hayatım boyunca bir daha hiç bir şeyden keyif alamayacağım gibi bi his. sanki içinde bulunduğum her an hayatım boyunca o ana kadar yaşadığım tüm anlar içinde en kötüsüymüş gibi, gittikçe de daha kötü olacakmış gibi. geçmişi düşünüyorum, şey gibi geliyor, "lan ben aslında baya mutluymuşum ha", en azından geçmişte yaşadığım kötü anlar net bir şekilde aklımda değiller. aslında biliyorum, geçmişte de kötü günlerim oldu ama şimdi o zamanları düşündüğümde üzerimde öyle pek etkili olmamışlar, onu anlıyorum. mutluluklar daha net görünüyor gözüme eskileri düşününce" dedi.

"olum sen dibe vurmaya doğru gidiyorsun galiba he. böyle acılı, sancılı bi duygu ama bi yandan da güzel, sakin kalabilirsen dibe vurup tekrar sektiğin o anı böyle çok ağır çekimde yavaşlatılmış bir şekilde izliyormuşsun gibi hissedip acayip tad alıyorsun o kısa zaman diliminden. yerçekimi gibi çekiyor şerefsiz, ama ne kadar dibe gidersen sekmeye o kadar yaklaştığını bildiğin için seviniyosun da bir yandan" diye karşılık verdim. uzun zaman sonra yakın arkadaşımla kartları birbirimize açık oynayacaktık belli ki.

kafamızın genelde iyi olduğu yaklaşık bir 8 aylık süreç yaşadık. ama genelde benimki daha iyiydi diyebilirim. düşündüğümde o dönemde sadece ama sadece kafamız iyiyse ya da iyi olmasını planlıyorsak bir araya gelmiştik. bir kez de oturalım bir kahve içelim, bi puba gidip iki bira çakıp muhabbet edelim gibi bir girişimimiz olmamıştı. sanki ayık kafayla beraber vakit geçirirsek birbirimize artık daha fazla tahammül edemediğimizin ortaya çıkmasından korkar gibiydik. bu uğurda bi nevi müptezel olmuştuk koyduğumun yerinde.

devam etti; abi ben hayatımda ilk kez kendimi bu kadar karaktersizmişim gibi hissediyorum. ne olduğumu, kim olduğumu hiç bilmiyorum lan, hiç emin değilim yani. hayatta şu olaylar karşıma çıkarsa böyle davranırım, şu olursa şunu yaparım gibi arkasında kesin bir şekilde durabileceğim bi tane prensibim, kuralım yok. hayat nereye savursa o yöne gidiyormuşum gibi bi his. dur da diyemiyorsun, bırakıyosun kendini çaya düşüp de debelendikçe dibe batan birinin kendini sırt üstü salıp suyun yüzeyinde kalmaya çalışması gibi.

bu yaşta karakter oluşturmaya çalışıyorum la. valla bak. bu amına kodumun karakterinin bu yaşa kadar çoktan oluşmuş olması gerekmiyo muydu acaba? eski radyolarda böyle yuvarlak bir düğme olurda sağa sola çevire çevire frekans yakalamaya çalışırsınya. aynı o şekil, bi sağa çeviriyorum, bi sola çeviriyorum, yok abi olmuyo. içime bi türlü sinmiyor.

neye göre çeviriyorum ama? toplum abi. toplum ne isterse, insanların benden ne istediğini düşünüyorsam ona göre vermeye çalışıyorum ayarı. insanın karakterini kesinkes emini toplum oluşturuyor bana göre. ama sonra bi zaman geliyor, bakıyosun senden ne istendiğine göre verdiğim ayar hiçbir frekansı almıyor. elinde kala kalıyorsun o tuşla. seni kendileri biçimlendirmiş mesela, sonra bir zaman sonra dönüp bir de "bu ne skim herif" diye seni yeriyorlar. bazen; "ulan bu zaten ben değilim ki" diye haykırmak istiyorum."

En sert kavgaların sonrasında bile kafamız iyiyken birbirimize kıyamazdık. gözümüzün önünde birbirimizin eriyip gidişini izlerken aslında kendimizi izlediğimizin farkındaymışçasına bir sempati içindeydik birbirimize karşı.

kalktık, aynı mahallede oturan başka bir arkadaşımıza gitmeye karar verdik. havadaki ağır havayı azaltırdı o. bir alt geçidin altında geçip avm'ye doğru döndüğümüzde yere çökmüş kaval gibi bir alet çalan adamı gördük. kaval sesinin iyisi nasıl olur pek bilmem ama adam kavalı pek çalabiliyor gibi değildi. normalde dilenciymiş de o sırada orada yerde bulduğu bi kavalı görünce alıp bari istediğim parayı hakedeyim diye düşünmüş gibi bir hali vardı. önünden geçerken adam kaval çalmaya ara verip seslendi; "abi allah rızası için yardım edin"...

"gidip elindeki kavalı alıp "bak hocam, o öyle değil böyle çalınır, şurdaki tuştan başlayıp şu tarafa doğru bemoller ve diyezlerle yavaş yavaş geleceksin" diye anlatsana. yardım edin dediği aslında oymuş, nasıl çalınacağını merak ediyormuş..." güldüm. o da güldü. iyi güldük o muhabbete. önünden geçmişken avm'ye girip bir kahve içmeye karar verdik.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar