15 Şubat 1949: ilkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece
"Millete mal olmuş inkılaplarımızı saklı tutacağız"
diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953: Yasa değişikliği ile "siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.
1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955!te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor:
"Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz."
Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken "ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.
13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor:
"Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "istanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kabe yapacağız."
14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957: `Kayseri'de halka yaptığı açıklama Menderes,
"DPnin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların istanbul'a davet edileceğini"
26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "imam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır."
17 Mayıs 1967: imam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 - 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
Kahramanmaraş'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara Allah için savaşa, Müslüman Türkiye& sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti:
"Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz."
12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor:
"Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?"
4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın" diyerek solun kalesi diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingte yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu:
"Dinsiz devlet yıkılacak elbet", "Şeriat gelecek" "Laiklik dinsizliktir" "Ya şeriat ya ölüm" "cihada hazırız"
Ve 12 Eylül 1980: Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalılar'ın "bizim çocuklar" dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekün bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı biriki üzerinden silindir gibi geçildi. Bu satırların yazarı bile bundan payını alarak 92 gün işkence gördü.
Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül'ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada
"Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz"
diyordu.
"Gerçekte" der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur"
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle imam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra ismet inönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatı'nın üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal'ın, "Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik" biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.
Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir:
"Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok."
"Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."
1989: TCK'nın Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, imam-Subay başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993: Sivas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 3. gününde gericiler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Otel'ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı:
27 Mart 1994: yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve istanbul'daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan;
"Refah iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek."
diyordu.
5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken "son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizmin sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
"Bu törenlere için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."
diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri taktirde çarşafı, Arap alfabesi'ni, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.