Kendini kral sanar tıpkı işyerindeki müdürler gibi. Yalakalık yapmanızı beklerle sadece işini yapan eyvallahı olmayan biriyseniz ayağınızı kaydırmaya yolunuza taş koymaya çalışır bu kompleksli şerefsizler. O nedenle ne akademisyenler ne işyerindeki yöneticiler karar mercii olmamalıdır. Kurullar toplanmalıdır karar için. Gerçi bizde kurullar da koyun sürüsü gibi olduğundan adaletli kararlar alınması imkansıza yakın. Bu nedenle de ülke gelişmiyor.
küfretmeden kendilerinden bahsedemeyeceğim bilmem ne sürüsü. kendileri birilerini yalaya yalaya akademisyen oldukları için sürekli yalanmak isterler, dilleri hiçbir itte yoktur, pabuç gibidir.
makale yazmak adı altında, internetten buldukları makaleleri türkçeye çevirip 2-3 allayıp pullayıp yayın yapıyoruz diye sunmaktır.Sorsan herkes yılda bilmem kaç tane makale yayınlıyor ee nedne teknoloji hala bukadar geri ozaman?
en az bir elini cebinde bulunduran çoğunlukla egoist olan karakterlerdir. hayır, insanın aklına türlü türlü şey de geliyor, sınıfın ortasında tombala mı çekiyorsunuz? çıkan sonuca göre ünvan mı dağıtılıyor?
%90'ının solcu olması olabilir. çoğunluğu gerçekten solcudur. tabi sağcı hatta tarikatçı olanlar bile olabilir içlerinde ama benim bildiğim büyük çoğunluğu sol görüşlü olmalarıdır.
sırf ingilizce bilmelerinin hatrına, hiç bir ciddi bilimsel çalışma yapmadan, slaytlar hazırlayarak profesör olabilen, yetersiz ve kişiliksiz insan tipidir.
kimisi de avrupa nın dandik üniversitelerinde doktora vs yapıp gelip burada hava atar.
Slayttan okuyarak ders vermeye çalışan tip olmakla beraber öğrencilere vermiş olduğu notları dahi kendisinin hazırlamadığı bir akademisyen tipi olarak da bilinir . Bazıları müstesna diyerek bir dipnot bırakayım şuraya da haksızlık etmeyelim bilim adamlarına
Türkiye'deki akademisyenlerden nefret eder hale geldim. çünkü %95'i genellikle hayatta başarısız olmuş, ezik bir hayat sürmüş, gizli komplekslerle donatılmış kişilerdir. ve aslında bir balta'ya sap olamayacak kadar yetersiz olduklarından akademisyenliği seçiyorlar. o yüzden o iğrenç ego'ya sahipler. o yüzden dersin tamamını kendilerine ayırır, o yüzden tüm derste kendilerini anlatırlar; şurda bulundum, şurda şunu yaptım, şu otelde bulunurken yanıma şu adam geldi ve bana şöyle dedi vs vs, ulan bana ne bunlardan? bana ders anlat diyecem ama sen de o dersi bilmiyorsun o yüzden slaytları açıp ordan okuyorsun. ve o düz mantığınla slaytta gördüğün şeylerin ne anlama geldiğini dahi bilmiyorsun ama allah var çat pat okuyabiliyorsun. ahh bir de ingilizce olmasa ne güzel okursun(!). sayısal verilerle dolu bir dersi örnek çözümleriyle zenginleştirmek yerine onu şöyle, bunu şöyle, berikini de bunların üstüne ekleyin çıkar sonuç diyip ama asla söylediklerini uygulayamayan akademisyen gördüm ben. sınıftaki öğrencileri kafanda kodlamakta üstlerine yoktur. aslında hepsi birer gizli faşisttir bakmayın öyle herkese aynı mesafedeyiz ayaklarına. çoğu sosyal hayatı sıfıra indirgemiş sönük bir öğrencilik hayatı geçirdiği için öğretim üyesi olduğunda bunun acısını aktif bir sosyal hayatı olan öğrencilere karşı nefret besleyip bu nefreti derste göstermeye çalışarak öğrenciye düşük not ya da sınıfta bırakarak eskiye özlem hınçlarını ödetirler. her akademisyenin bir de yalaka bir grubu olur. doğal olarak onu pohpohlaması gerek bazılarını işte o bazıları kral ve soytarı misali padişahım çok yaşa nida'larıyla okulu bitirirler. vizyon sahibi kişiler hiç değiller. otursanız kendi alanları dışında iki muhabbet edemezsiniz. koca bir fakülte düşün belki 100 belki 200 akademisyen var ama biz sadece 3-4 hoca'yı sayabiliyoruz.
atılan e-maile işleri dolayısıyla geç cevap verip bu cevabında durumunu açıklayıp özür dileyen ve egosu yerlerde gezinen bazı şeyleri aşmış bilim adamları-kadınlarıyla, yazdığı iki makale (hatta birkaç da kitap yazdıysa) ile övünüp duran burnu kaf dağında egosundan ölecek kıvama gelmiş insan müsveddelerini bi ayırmak lazım.
ulan bi yard doç vardı bizim bölümde, adam ders boyunca sapık gibi yazdığı kitabı makaleleri övüp övüp giderdi. bi de profesör olsa siker heralde yazdığı kitapları.
edit: bak aklıma geldi bi başka doç dr vardı. adam yazdığı kitabı sınavda sorup anlattırdıydı bize lan. kitabın önemini belirtin gibi bi madde de vardı. adam yazdığı kitabı sapık gibi övdürtmüştü bize.
burada anlatılanlar akademisyenliği, bilim insanlığını yanlış anlayanlara ithaf edilmiştir. yani olması gereken değil, kendilerine bilim(!) yaratanların hikayesi. ötekiler üstüne alınmasın.
ne iş yaptıklarına dair zerre fikir sahibi değiller. kimliklerinin farkında değiller. evvela "üniversite nedir?", "üniversitede ne yapılmalı(nasıl olmalı)?" gibi soruların cevaplarını bilmiyorlar. yani akademik iklimden uzaklar. zaten yetişme tarzlarında ezber vardır. kendilerine yol açmazlar. kuzu kuzu, ezber yapa yapa etliye sütlüye bulaşmadan ilerleme(!) kaydederler. an gelir dersleri bilimden ziyade, din, milliyetçilik, kendi doğruları ekseninde anlatırlar.
kendilerini geliştirmezler. çünkü maaşları her ay düzenli olarak yattığı için buna gerek yoktur. koltuk telaşına önem veriyorlar. yani yaptıkları çalışmalarla değil; kurdukları siyasi bağlar, rektör ve dekan gibi üstleri ile sıkı ilişkiler içinde kalarak yerini sağlamlaştırmaya çalışırlar. işte bu noktada içlerinden bir partizanlık doğuyor. sonuç olarak facebook ve twitter gibi sosyal ağlardan (...) partisini övme çalışmaları, diğer siyasileri kötüleme, hiçbir dayanağı olmayan düşünceleri savunmak, bilimsellikten uzak açıklamalara neden oluyor. zaten kadrolaşma işine ehemmiyet oligarşinin tunç kanunu adım adım işliyor. bu işlerin içinde olmasan bile rektör, dekan, bölüm başkanı gibi şahsiyetler seni çekerler. katılmazsan düşman ilan edilirsin.
türkiye'de her yıl yüksek lisans, doktora, doçentlik alanında (hatta prof olmadan önce kitap yazma da dahil edilebilir) dünya kadar tez yazılıyor ve kitap basılıyor. iyi de kaçı etkili? Atıf Sayısı(Cites) yani Bir yayının başka yayınlar tarafından kaç kere referans gösterildiğini anlatan sayı kaç? yazıyorsun ama boş. çöp yazılar. oradan bir parça berikinden bir parça; yazılanlar yine bilgi yığını oluyor. anlatılmak istenen belli değil, sonuç yoK! literatür bilmezler. yapılan çalışmalar göre değil, unvana göre saygı beklerler.
en büyük sorunlardan bir tanesi intihal(plagiarism). şu ülkede akademisyenlere "gelin intihal ile mücadele edelim." diye çağrı yapılsa neredeyse kimse yanaşmaz. çünkü biliyorlar ki işin ucu kendilerine de dokunacak.
(bkz: intihalin suç olmaktan çıkarılması) kitapsız profesörler var. yani allahsız demek değil. 1980 sonrası yök'ün emriyle bir gecede prof olanlar.
yök'e karşı sesleri çıkmaz. statükonun hep yanındadırlar.
asistanları her şeyidir. amele gibi çalıştırırlar. ego tatmin edilir, sınavlara sokulur, sınav kağıtları okutturulur, derse sokulur(çünkü kendisinin möhüm işleri vardır). asistanı kadar yabancı dil bilmez. haliyle ona nasıl yol gösterecek? yazdırır asistana makaleyi, giderler sempozyuma, kendisi yazmış gibi hava basar. kabahat varsa tabi ki suç asistanın. öğrencilere ders anlattırıp baştan savmaları da olur.
garip kuralları var. dersler pürdikkat dinlenecek, soru sormak yok, odaya gelmek yok, itiraz yok. ondan adeta korkulmalı. otoritesi asla bozulmayacak. kibri her şeyin önündedir. hele sınıfta aykırı biri görsün(küpe takan erkek, piercing, dövmeli, şapkalı, uzun saçlı erkek, şort giyenler vs\vb) onlara kafayı takarlar. eleştiri yağmuruna tutarlar. geçmişte türban meselesi vardı.
öğrenciler ile ilişkileri oldukça zayıftır. bir menfaat varsa kuvvetli olabilir. cemaat, teşkilat, örgüt bağlarından seçimlerini yapabilirler. sınıfa katılım neden az diye kafaya takanlar bile var. sanki kendisi çok bir şey anlatıyor ya. nice hocalar vardır, çok aksi saatte bile sınıfları 100-150'yi geçer. hatta bu ders gönüllü olarak cumartesi bile olsa. işte dersine az katılımı olan hocanın pratik fikri vardır: yoklama almak. üniversite ve yoklama çok acı bir olay.
bir sınav yaparlar ki, maksat öğrenciyi nasıl düdükleriz? ne anlattın da ne istiyorsun? notu kıttır. yoksa bol verse maazallah kötü hoca derler. not verme konusunda bile kompleks var. (bkz: akademik trip)
ders anlatımları facia. bazılarında türk usülü powerpoint sunumu taktiği var. kopyala yapıştır yapmış, sanki kendi hazırlamış gibi takılıyor. derste tek bir kitaba saplantı gibi takılı kalırlar. onların mukaddesidir. sanılır ki o kitabın üstüne yoktur. genelde kendilerinin yazdığı, zırva şeylerdir. kitabı alan öğrenci en iyi öğrenci. kitabını fotokopi falan çektirmiş olan varsa onun vay haline. sor bakalım neden alamadık? ama ne gerek var. illa alınacak ! kütüphaneden ödünç alınmış olmasına bile burun kıvıran var. kitabını satmak için sınava konu ekleyen hoca profili yaygındır. devlet üniversitesinde kalmak ister. çünkü özelde foyası ortaya çıkabilir.
yabancı dilleri yerlerde sürünür. %90'ı ingilizce olarak görür yabancı dili.(kaynak götüm) 2. bir dil bilmek mi? o da ne? abstract bile yazamazlar ama yds'den zoraki 65 aldım diye sevinirler. zaten bulmaca çözer gibi hazırlanıyorlar sınavlara. işte ezberci zihniyet iş başında. dil bilmeyince dünyadan bihaber oluyorlar. yurt dışında böyle hocaları pek sallamazlar. göstermelik çıkanlar (rektör\dekan yalakası olan) var oradan biliyorum. neler yaptınız deseniz, söylemezler. facebook, instagrami, twitter'a fotoğraf yüklemekle meşguller.
öyp zihniyetinden gelenlerin çoğu olayların farkında değil. hızlı bir şekilde matematik ve türkçe sorularını çözen(ales) bir kişi akademisyen olma şansı yüksek. gerek yüksek lisans, doktora gerek öyp'de kıstas olarak ales'in etkisi %50-60 arası. bu şekilde konu hakkında(seçeceği bölüm) en ufak bir bilgisi olmayan kişi araştırma görevlisi oluyor. sonra da bölüme, okula sövüyor; durumdan şikayet ediyor. bu işte olmayın madem. sizi kim zorluyor? eee ülkedeki işsizlik malum. 25 yaşını geçkin nice işsiz var. bu durumdan dolayı kör topal yapıyor mesleğini.
yüksek lisede\tabela üniversitelerinde rahatları iyidir. kendilerinden başarılı olanları bir şekilde ezmeye çalışırlar. çünkü kendi tembellikleri ve yeteneksizlikleri ortaya çıkmamalı. mini bir game of thrones çevirirler. iş yapmaya çalışan, gerçekten bu işe gönül verenlerin ayağı kaydırılır derdine düşerler.
bol kompleks var. üretim yok. küçük hocaların büyük egoları birçok genci üniversiteye küstürüyor, lanet ettiriyor, hevesini kırıyor!
üniversite yaşamı boyunca hocasının getir götür işlerine koşmuş, bolca ezber yapmış ve eş dost ilişkileriyle üniversiteye kapağı atma derdine girmiş olanlarının yanına kibrinden yaklaşılmaz. işleri güçleri birbirlerini çekiştirmek ve kahve içmektir. çünkü tek amaçları üniversiteye kapak atmaktır ve bunu başarmışlardır.
birebir derslerde, öğrenciyi saatlerce odasının kapısında bekletir. akademisyenimiz bir saat sonra, elinde nescafe kupasıyla bir diğer akademisyen arkadaşının odasından, laflamayı bırakarak çıkar. '' aaa ben seni unuttum cınııııım. '' der. telefonla ararsınız, çıkışır. aramaz ve ders saatiniz dolunca ayrılırsınız kapısından, '' niye beklemedin?! '' der.
derslerde ya türkçe kaynaklardan okuyarak ya da ingilizce kaynaklardan çatpat çeviri yaparak konu anlatır. üzerine azcık yorum yapar, yapabilirse. sıkıştığı yerde, '' bunu da araştırma konusu veriyorum. '' der.
derslerde zeka ve çalışma yönünden sivrilen öğrencilerden hoşlanır gibi görünseler de, kimileri bu öğrencilerin gizliden gizliye altını oymaktan hoşlanırlar. hiç olmadı, öğrencinin şevkini kırmaya çalışırlar. aldırış etmeyin.
ve gelelim gerçekten de bilim dünyasına bir şeyler katmayı amaçlamış, kendine has fikirleri ve çalışmaları olanlara. sayıları çok değildir ve asalak akademisyenler tarafından kıskanılırlar. verdikleri derslere hazırlıklı olarak gelirler. ders saatlerini genelde aksatmazlar ve her türlü konuda dersi destekler nitelikte tartışmalara girmekten keyif alırlar. eleştirilere, asalak akademisyen arkadaşlarına göre çok daha açıklardır. mümkün olduğunca birikimlerinden yararlanmak, bolca fikir alışverişinde bulunmak gerekir.
çakma tezlerle akedemisyen olurlar. hepsi genelde yurtdışından çeviridir. üniversitede görevli veya rektör,dekan ,dekan yardımcısı vs vs. akrabaları vardır. bunların da sayesinde biryerlere gelme çabasındadırlar. herzaman burunları beş karış yok yok hatta on karış havadadır. ne çekmişlerse ne yaşamışlarsa öğrencilerden intikamını alma çabasındadırlar.milyarlar alsalar bile üniversitenin iki odalı pis lojmanlarında ömürleri geçer. pintilikte üstlerine yoktur. unutmadan bir de özenti top sakal vardı da son yıllarda şükür kesmeye başladılar. yakışsa neyse de tövbe tövbe...