türk sanat müziği gibi aşık olmak istiyorum. bir bahar akşamı rastlayıp size bir demet yasemenvermek istiyorum, siz diye hitap etmem samimiyetsizlikten değil farklı oluşunuzdandır. zira bu kadar güzelliğin tek bedene sığdırılabilmesi mümkün değil.
yaş kemale ermemiş olsa da, çakkıdılar kanımızı kaynatıp, zamane dizeleriyle üç beş aylık aşk yanılgılarımıza ağlasak da, türk sanat müziği dinlemek arındırır bizi milenyum çirkeflerinden. gururlu ama anlayışlı, mağrur bir baba gibi nasihat eder şehirden, dostluktan. ama aşktan en fazla. on gün önce mektupla tayin edilen buluşma yerlerinde olan tayyörlü "huysuz ve tatlı" hanımların ve bostonlarıyla yürüyen robdöşambrlarını çıkarıp takım elbiselerini giyen bayların sonsuz sadakatlerini anlatır türk sanat müziği. ve denir ki dinlenince şarkılar; aşk elde edememektir belki de.
bana hep istanbulu anlatır nedense. türk sanat müziği değilde istanbul sanat müziği gibi. zeki mürenleri, özdemir erdoğanları, müzeyyen senarları, emel sayınları vs vs daha niceleri. eski istanbulu çok bilmesem de bunları dinlerken zihnimde o güzel istanbul canlanır sanki. bu müzikleri dinlerken kendimi anadoluda hissedemiyorum nedense. anadolunun ise havası belli. neşet ertaş deyince hemen bozlak. onu dinlerken de istanbul canlanamıyor gözümde anadolu canlanıyor. velhasıl kelam çok güzel şeylerimiz var her branşta aslında. değerlendiremiyoruz sadece maalesef.
kültürümüzün zenginliğidir. sanat gibi yaratış ve etkinliğin olduğu her praksis alanlarında, o zenginliğin hakkını vermiş toplumlarda, zaman ve tarih bilinci diğer toplumlara nazaran daha gelişmiş olur.