Aşağıdaki alıntıyı, kadınların kapanması gerektiğini söyleyen, 2. sınıf insan oldukları fikrini taşıyan, kendi cinsel arzularına hakim olamadıkları için kadınların toplum içinde ön plana çıkmasını ayıplayan, kısacası türk kadınının tarihten gelen özelliklerini ezip arap kültürünün iğrenç düşüncelerine karıştıran ezik arkadaşlara armağan ediyorum.
-------------------
2000'li yıllardan beri Türk kadını ile ilgili yapılan tüm sosyal ve psikolojik araştırmalar Türk kadınlarının 21'inci yüzyıla birçok sorunla girdiğini ortaya koyuyor. Sorunların kaynağı ise ataerkil bir aile yapısının birçok bölgede hala etkinliğini korumasıdır. Günümüzde, kadınlarımız eğitimde, siyasette ve istihdamda toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ile mücadele etmek zorundadır. Kadın dendiği zaman aklımıza anne, ev hanımı, eş gibi kavramlar gelmektedir.
Öyle ki erkekler kadar kadınlarımız da kendini bu roller ile sınırlamakta ve bir bütün olarak görmektedir. Son yıllarda yoğun çabalarla ortaya çıkan tüm kampanyalara, desteklere, çalışmalara rağmen kadınların eğitim düzeylerinin erkeklerden daha düşük olması, çalışma hayatında gereğinden az yer almaları ve siyasete aktif katılımlarının ve temsiliyetlerinin artmamasının en önemli nedeni tanımlanan rolün dışına çıkılmamasıdır.
Halbuki insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşmuştur. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?
Tarihe baktığımız da Türk tarihine önemli bir kaynak teşkil edilen VIII. Yüzyılda dikilen Orhun Kitabelerinde Türk kadınından övgü ve saygıyla bahsedilir. Kitabelerde Devleti idare Eden Han ve Devleti bilen Hatun ibareleri geçmektedir. Han ile Hatun Türk toplumunda aynı yetkiye sahiptir. Osmanlı imparatorluğunda da kadınların söz hakkının, etkisinin ve zekasının payının ne kadar büyük olduğunu görüyoruz.. Kadınımız her ne kadar eve bağlı yaşamaya zorlansa da kendi iç dinamikleri içerisinde inanılmaz güçlere sahip olmuştur. Küçük yaşta padişah olan ve babasız kalan pek çok emsali gibi Fatih Sultan Mehmet de istanbul'u fethetmeye gitmeden önce, annesinden savaş stratejisi almıştır. işte Türk kadını böyle bir kadındır. istanbul'arı da fetheder, Osmanlı'ları da yönetir.
Aynı şekilde kurtuluş savaşı yıllarına baktığımızda görüyoruz ki dünyada hiçbir milletin kadını, "Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim" diyemez.
Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüs germekle düşman karışsında buldular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun zayıf kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin var olması imkânını hazırlayan kadınlarımız olmuştur ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, kurtuluş savaşında ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan hep kadınlarımızdır.
Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun ve keresteyi getiren, mahsulleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısı ile kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur.
Anadolu kadının büyüklüğünü yakın tarihimize baktığımızda aşağıda aktaracağımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Sakarya savaşından sonra yaşadığı diyalog da çok daha güzel anlayabiliyoruz. Ilık bir güz sabahı. Akşehir'in pazaryeri karınca yuvası gibi kaynıyor. Bin ağızdan bin ses. Bir aralık, ortalıktaki uğultu perde perde sönmeye başlıyor, pazar yerini bir tapınak sessizliği kaplıyor. Yalnız kulaktan kulağa bir fısıltı:
Gazi gelmiş, gazi.
Bütün gözler bakışlarıyla aynı yöne dönüyor; Gazi, o ölçülü güzel yürüyüşüyle yavaş yavaş ilerlemekte, ara sıra sergilerin önünde durup ilgilenmekte. Belli, alış-verişe çıkmış; ama O, başka bir şey değil yalnız gönül alıyor. Böylece gönül ala ala satıcı kadınların kesimine geliyor
- Nasılsınız bacılar?
- Sağ ol Paşam,
Kadınlar Paşalarına özlem dolu gözlerle kana kana seyrederken kendilerini tutamıyorlar:
- Yiğit Paşam
- Yiğitlerin yiğidi Paşam.
Paşa utangaç; bu sevgi haykırışlarını durdurmak için birine soruyor:
- Erin var mı bacım?
- Var Paşam, cephede.
- Ya senin?
- Kanı helal olsun, benimki Çanakkalee kaldı.
Gazi daha sonra soracak, soracak ama yüreği yanıklardan alacağı yanıtların çoğunu şimdiden biliyor; Çanakkale'sinden sonra Kafkas'ı, Kanal'ı, Galiçya'sı, inönü'sü, Sakarya'sı hep sıralanacak, hem de hiç kırgınlık taşımayan, hiç bir şey istemeyen, beklemeyen seslerle.
Paşa, gözleri buğulanmış, bir an düşünüyor ve hemen, bu kez, sakin adımlarla, geldiği yana yöneliyor, bir kuyumcunun sergisi önünde durduktan sonra elinde bir avuç yüzükle dönüyor.
O gün pazardan köye dönen bacıların parmakları, Gazi'nin armağan ettiği yüzüklerle süslü, yürekleri yaşantılarının övüncü ile dolu idi.
Daha 1923 yılında Atatürkün şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.Sözleri kadın haklarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyeti getiren, kadına seçme ve seçilme hakkını vererek açmıştır. Atatürk, kadınların sadece ana olmalarını, sadece evlerinin kadını olmalarını yeterli görmüyordu. Onların tüm sosyal hayata karışmalarını, erkeklerle eşit haklara sahip olarak yarınların aydınlık Türkiye'sini hazırlamalarını istiyordu. Doktor olmalıydılar, avukat olmalıydılar, milletvekili olmalıydılar, muhtar olmalıydılar, gazeteci olmalıydılar, polis olmalıydılar... Aklınıza hangi meslek geliyorsa ondan olmalıydılar. Havacı olmalıydılar. Ya asker? Türk kadını esasen asker bir ulusun asker kızıydı. Bunu Atatürk'ün de belirttiği gibi kaç savaşta ispat etmemiş miydi? Hele hele ulusal kurtuluş savaşında... O halde elbette ki, cumhuriyet ordusunda onunda yeri vardı... Bu nedenle de, günün birinde kadınların mutlaka asker olmaları için yasa çıkarmayı tasarlıyordu.
Tarsus'a bir gezisinde halk Atatürk'ü karşılamak için toplanmıştı. Kara Adile Çavuş isimli milli kahramanlarımızdan bir kadın ona saygısını göstermek için önünde yere yapandı, Atatürk onu yerden kaldırdı ve gözleri yaşlarla dolu olarak şöyle dedi. Kahraman Türk Kadını sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlarımız üstünde göklere kadar yükselmeye layıksın.Evet, Atatürk'ün de dediği gibi, Türk kadını, kadınlarımız omuzlar üzerinde yükselmeye layıktır.
Bir milletin güçlü bir millet olmasının en önemli gereklerinden biri o milletin kadınlarının güçlü olmasıdır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bunu sağlamanın gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini sağlamaktır. Bu sebeple kızlarımızı okutmalıyız, okutmalıyız ki bilim, teknik, edebiyat ve tüm alanlarda bilgi sahibi olsunlar önce kendilerini sonra ailelerini ve ülkelerini daha ileriye götürmek için çalışsınlar. Bunun için yapacağımız en önemli şey kızlarımızı okula göndermek ve kendine güvenli, meslek sahibi, akıllı genç kadınlar olarak yetişmelerini sağlamaktır.
elbette istanbul'da plaza kadinlari, universitede genc kizlar ile takilinca turk kadini algisi degisiyor insanin. ama turkiye gercegine dondugumuzde ortalama turk kadini sudur:
ve kadınlar,
bizim kadınlarımız.
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle,
anamız, avradımız, yarimiz.
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen,
ve sofradaki yeri,
öküzümüzden sonra gelen,
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız,
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki,
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda,
ışıltısnda yere saplı bıçakların,
oynak,ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar...
bizim kadınlarımız.
asalak erkeklerin parazitesinden kurtulmaya çalışan, dünyada ve türkiyede en çok düşünen ve yaratan, savaşı ve şiddeti kafası çalışmayan insanlara borçlu olup, bir gün gerçek hakimiyeti eline alarak bu karmaşaya son verecek olan kutsal kişilerdir.
çalışkandır, zekid... pardon, bu burada değildi. buldum, beni türk kadınlarına eman.. yok bu da değil.
türk kadını en asil du..
her neyse,
türk kadını iyidir güzeldir, şarap gibidir. yıllanmayla alakası yok. bir kadeh tamam, ama fazlası mide de bulandırır, baş da ağrıtır. benden demesi.
internette karakterlerini sergileyen tiksinç yaratıkları da içinde bulunduran güruh.
yazık. kompleks. uu.
çok gördüm, bizzat kendim gördüm. benim gibi bir abazanın bile midesi bulandı dostlar. anasının babasının arkadaşının olmadığı, özgürce at koşturabileceği yerlerde açık açık "orospuyum ben" diyen kızlar gördüm. yemin ediyorum, kalıbımı basarım abi. gözünüzü seveyim bunun üzerine bana "kadınlar çiçektir" hikayesi anlatmayın, bir değil iki değil, korkuyorum. gerçekten artık "karım", "sevgilim" diyebileceğin, "seviyorum ben bunu" deyip aşık olabileceğin insan yok. sonra yok efendim der meister öküzmüş, der meister önüne gelene geçiriyormuş, artık sağlıklı ilişkisi olmalıymış... der meister ne yapsın lan, siz söyleyin der meister ne yapsın? türk erkeği ne yapsın? "çocuğun adı marco" deyip gözümün önünde arkadaşımı terk eden kıza ne diyeyim ben? bu mu yani türk kadını dediğin, türk kızı dediğin?
erkeği kadar olamayan kadındır. zaten erkekleri kadar olsalar, cihan şu an bizimdi. çok sinikler. özellikle 80 sonrası doğanları çöpe atsak bir şey kaybetmeyiz.
soframızda yeri öküzümüzden sonra gelen, MiT' e göre "ajan olmaz" denilen MEB'e göre "en belirgin özelliği konuşma" olandır.
ah be Türk kadını biz sana hangi ara aşık olduk hangi ara anne dedik...
kadın dediğin
Her gün kim bilir kaç kadın görüyorum...
Sokakta, vapurda,okulda, kuaförde, orda, burda...
Ama olmuyor hanımlar, olmuyor!
Kadınlar kadınlığı unutalı daha kaç on yıl oldu ki?
Solaryuma girmeye, çıplak gezmeye, kariyer hırsıyla
yüzlerini buruşturmaya başlayalı kaç on yıl oldu?
Çevremde gördüğüm kadınlardan bazılarının bir takım özelliklerini seçtim.
Bunlara, dizilerdeki, filmlerdeki, romanlardaki kadınların
hoşuma giden özelliklerini ekledim.
Gözlerimi kapadım, Osmanlı zamanından kalma,hani şu afet-i devran
denen kadınları düşündüm.
O nasıl bir cazibedir ki, peçelerin ardından bile erkekleri aşık eder.
Bir Fransız kadınının zarafetini düşündüm.
Sonra bir ispanyol kadınının ateşini ve
bir Türk köylü kızının tazeliğini. Kadının güle benzemesi gerektiğine
karar verdim sonunda.
Kadının hası güle benzer.
Rengiyle, kokusuyla, dikeniyle.
Açın televizyonu,
bir tane gül görüyor musunuz?
Kadının hası...
Kadının hası yumuşak başlı olmaz, ama ağırbaşlı ve sıcak olur.
Ağırbaşlılıktan kastım, sıkıcılık değil elbet.
Şımarıklığın da hakkını verir.
Ağırbaşlı tebessümleri olur bir de.
Kadın yüzü dediğin mahkeme duvarına benzemeyecek.
Bu tebessümler sevgidir.
Yumuşacık bir sevgi olur kadın yüreğinde.
Kim olursa olsun, ne yaşamış olursa olsun.
Erkeğini dizine yatırıp saçlarını okşamayı bilir gerçek bir kadın.
Kadının hası nerede, nasıl davranacağını bilir…
insanların içinde kapris yapmaz, hır çıkarmaz; ama gerçek bir
Osmanlı kadını gibi,adabıyla, raconuyla istediğini alır.
Dırdır etmez.
Çok konuşup, baskı yapıp erkeği bezdirmez.
Yüz göz olmaz kadının hası.
Bazen öyle bir bakar ki, hele bir de bazen öyle bir susar ki,
bin tümceye bedeldir bu bakmalarla susmalar.
Bu kadın üzülmeyi de bilir, ağlamayı da,kızmayı da.
Ama üzmemek lazım, ayrıca kızdırmaya da gelmez.
Gerçek bir kadın ezik durmaz.
Kambur yürümez, dimdik durur.
Kendine saygısı, güveni vardır.
Erkeğine can yoldaşı olur,destek olur, onu dinlemeyi bilir.
Bazen utangaç olur, bazen ürkek.
Soğuktan ya da yalnızlıktan korkabilir kadın.
Aptal olmaz gerçek bir kadın.
Bön bön bakmaz adamların suratına.
Hülyalı bakışları da olsa, zihni uyanık olur.
Hüznü, gökten deli deli yağan yağmur gibi olur, saçlarından akar.
Neşesi ise öyle renkli, öyle dağınık; saçları savrulur.
Kahkahaları vardır bu kadının, çın çın eder odaların duvarlarında.
Sesi güzel olur kadının, biraz buğulu...
Arada bir pencereye yaslar başını,sokağa dalıp gider, bir şarkı söyler.
Olgunluğuyla şaşırtır erkeği.
Bazen de öyle çocuk olur, öyle sağlam saçmalar ki,
yine, yine şaşırtır onu.
Sıkmaz kadın,
bunaltmaz, yaşa yaşa bitmez.
Huzur verir varlığıyla.
içmesini de bilir kadının hası.
Bazı akşamlar anason kokulu tüter sofrasının sıcağı.
içli bir türkü dinler bazen, üşür, sırtına hırkasını alır.
Konuşurken insanın yüzüne bakar kadın.
Kibirli olmaz.
Kültürsüz olmaz. Bomboş olmaz kafası.
Dünyanın, ülkenin olaylarını bilir,anlar,
söyleyecek sözü vardır.
Kişiliklidir. Beceriklidir.
Tırnağı kırılınca üzülür, üzülür işte,
profesör de olsa, sultan da olsa,
boksör de olsa üzülür.
Gerçek bir kadın hiçbir zaman reklam panolarındaki kızlara benzemez.
Etini teşhir etmez. Fosforlu bir taş gibiliği yoktur onun, loş bir cazibesi vardır.
Albenisi metrelerce öteden çarpar adamı.
Ne kadar örtüneceğini, ne kadar açılacağını, yerine ve zamanına görebilir.
Gerçek bir kadın Paris podyumlarında yürüyen,
17. yüzyılın vebalı kadınları gibi mankenlere benzemez.
Uzun saçları vardır kadının.
Yumuşak olur, güzel kokar.
Kadının hası saçlarını ne zaman toplayacağını, ne zaman salacağını bilir.
Kadına yaraşmaz soğukluk.
Gerçek bir kadın göbek atmayı, gerdan kırmayı, iyi becerir;
ama öyle her yerde masaların üstüne çıkıp oynamaz.
Havasında oldu mu, bir oynadı mı, herkes onu izler.
Kadın korunmayı sever, ama korunmaya muhtaç olmaz.
Erkekler korumayı severler, ama yine de güçsüz, zavallı kadınlardan hoşlanmazlar.
Güçlü kadından ise çekinirler, ona yanaşamazlar.
Kadının hası bu dengeyi kurmayı bilir;
gücünü erkeğin gözüne gözüne sokmaz.
Has kadına naz da yakışır, kapris de.
Öyle tatlı, öyle kıvamlı naz eder ki,
onun nazını erkek zevkle çeker.
Gerçek bir kadın şiir gibi olur,
mey gibi olur,
ömür gibi olur.
erkeğini hiç bir şartta yalnız bırakmayan, cephede düşmana baş kaldıran köylüsü tarlada,kentlisi bürolarda ekmeğini kazanan dünyanın en şerefli kadın toplumudur.
çeşit çeşit damgaya maruz kalmış, türk milletine mensup bağyan kişisi.kimilerine göre 10 tanesi bir adet rus kızı etmeyen, kimilerine göre şişman, çirkin, dırdırcı...
günümüzde gençliğin sorunları veya yanlışları üzerinde durulmaksızın sürekli eleştirilen taraf..
geleceğin türk kadınları, geçmişin anaları..
manidar vefakar ve fedakar olandır.
bir kadını ağlatırken dikkat edin
çünkü allah gözyaşlarını sayar.
kadın erkeğin kaburgasından yaratıldı , ayaklarından yaratılmadı.
öyle olsaydı ezilirdi,
üstün olmasın diye başından da yaratılmadı.
ama göğsünden yaratıldı eşit olsun diye
kolun biraz altından,
korunsun diye.
kalp hizasından sevilsin diye.