bugün

hobi sahibi olmanın lüks olduğu, hobi sahibi olmaktan daha ciddi başka sorunların var olduğunu hepimiz ön kabul olarak aldığımız için öncelikle doğru olduğunu düşündüğün önerme. mutluluk tanımını insanın kendini bilmesi, hoşuna giden işleri yaparak zamanını sürdürmesi ile değil, ev, araba, aile sahibi olması, düğün dernek yapması, çoluğa çocuğa karışması, hepsi varsa da yat, villa sahibi olup lüks mekanlarda takılmasıyla yapan bir toplumun hobileri olması ne kadar mümkün allahaşkına? ama sırf bundan da değil. zaten hobileri olmadığı için hayata bakışını farklılaştırma ihtimali yok, bu esnekliği yoksa ve zihnini boşaltamıyor, birikmiş sinir ve stresini uğraşlarına aktaramıyorsa; kendi hayatından nefret eden, hayatındaki sorumluluklarını yük olarak gören, yerinden kıpırdamamayı marifet sayan bir insan tipine evriliyor çoğu kişi. şehir hayatında uzun çalışma saatleri ve ev-iş mesafesinden kişisel zamanının kalmaması bundan; ama ben burada bir tavuk-yumurta paradoksu görüyorum. kaç tanemiz, hayatımızı yaşamaya zaman kalmıyor diye evini işine yakın taşıdı veya bunu önceliklendirecek adımlar attı ki, gelip burada çalışma hayatının zorluklarından bahsediyoruz. ekonomik olarak ikamesi olmayan tek kaynak zaman iken, lafta kariyerini düşünür, çok para kazanır bilmemne diye dünyanın bir ucunda olsa işyerlerine gidip, en boktan imkanlara baştan razı oluyoruz ya, orada teslim olmuyor muyuz arkadaş?

hobilerden nasıl buraya geldik derseniz.. kendine düşünme zamanı kalan, biraz estetik kaygısı olan insan kendine ve sosyal alanına da dikkat eder. göt göte hiçbir toplu taşıma aracına binmez mesela. tost olacağını bile bile iki kişinin sığacağı yere 20 kişiyi arkasında bırakıp, 10 kişiyi ezip, beş kişiyle balık istifi binmez.

bu arada hobiden bahsederken bile, yine en idealini düşünen, üçüncü kişilerin tek bir laf edemeyeceği düzeyde hobisini yapmadığı durumu hobiden saymayanlarınız var, muhtemelen farkında da değilsiniz. üzülüyorum size. düz kitap okumak bile hobiden sayılmaz. sen o kitapları düzenlemeye, sıralamaya, bakımlarını yapmaya zaman ayırmıyorsan, ayracıydı kalemiydi azıcık özenmiyorsan, kitaplarla ilgili notlar tutup görüşlerini başka insanlarla paylaşmıyor; bunlara bağlı okuma tercihlerini kendin belirlemiyorsan o kitap okuma şekli de bir hobi değil canım kardeşim. ilk aklıma gelenleri yazdım, hakkıyla uğraşan birine sor anlatsın. sen bu kafayla kaç kitabın olduğunu, en son çıkan kitabın kütüphanende olup olmadığını takip eder, aldığın kitapları doğru düzgün okumazsın bile. yağlıboya pahalı, kurs pahalı, malzeme pahalı. e pahalı tabi, sen yedi göbek ev sahibi olmaya kenetlenmişken böyle ülkede kaç ressam var da kimin aklına yağlıboya üretimine girmek gelecek? paso ithal edersin. ülkenin binlerce yıllık geleneğinde işine geleni yok sayarsın, kendi yerli enstrümanlarını bile çinlilerden alırsın, telini aksesuarını zaten onlardan alırsın.

hobi sahibi olmak, uğraşını sürdürdüğün işi çok boyutlu olarak yapmaktır kardeşim. pahalıysa ucuzunu aramak, işçiliğe para veriyorsan kendin yapmayı denemek, paran yetişmiyorsa neye yetiştiğine bakıp paranın yetiştiğini geliştirmektir. pul alamıyorsun da taş koleksiyonu da mı yapamıyorsun örneğin? kolonyalı mendil de mi toplayamaz bir insan? toprak türlerine bakıp kendi kil yapmayı da mı deneyemez? karakalem eskizini herkes mükemmel mi yapıyor da hemen yağlı boyaya ve tuvale atlamak istiyorsun?

aralara serpiştiremedim, buraya yazıyorum. internete ulaşamadığını kimse söylemesin bana. evet bu kadar yoğun bilgi içerisinde doğrusunu seçmek esas zor olan, bugünlerin mücadelesi ihtiyacın olanı seçebilmek üzerine. bu dünya, dinlediği tek plakla evini terk edip hayatını riske eden müzisyenler, sadece zihnindeki hayalin peşine düşen hayalperestlerin tarihiyle dolu. boyası yoksa boya yapan, elindeki malzemeyi boya ve tuvale ne şekilde olursa olsun dönüştürenlerle dolu. yaşadığımız hayatın zorlukları var ve en yakınlarımız dahil sürekli bir mücadele ve bitmeyen gerekliliklerle bizi işlemeye çalışıyor, ben zorlukları küçümsemiyor veya reddetmiyorum. sadece hobilerle uğraşılan zamanın, insanın kendisine dönebildiği zamanlar olarak görüyorum ve bu seçimi mutlaka yapmakta olduğumuzu işaret etmek istiyorum.
bu ülkede spor bile lüks. 90 milyonluk bir ülkenin olimpiyatlarda 1 altın madalya alması zaten içler acısı bir durumdur. bu ülke de temel gereksinimler bile lüks kabul ediliyor. insanlar buna razı oluyor zengini fakiri. tabi ki de bir hobi edinmek lüks olacak ülkemizde. en kötü spor salonun fiyatı 200 tl olmuş. aslında sebebi basit ekonomik durumla alaklı.

ülkenin yüzde 60 hizmet sektöründe çalışıyor. kapitalist gelişmeyi tam gösterememiş bizim gibi ülkelerde hizmet sektörü eşittir kölelik olarak görülür. günde 8 saat bile çalışsanız 5 kişinin yapması gereken işi 1 kişiye yaptırırlar. günde 8 saat çalışmış olsan bile mesai bitince eve gitmeye dermanın kalmaz. eve gitsen direk kafayı vurur uyursun. hep derim türkiyede çalışmamak çalışmaktan daha mantıklı ve karlı şuan.
Bence eninden cücüne herkesin var, int. Cep tlfn. Diğerleri çöp hükmünde.