istanbul' un göbeğinde yüzlerce okulda sınıf mevcutlarının 50' nin üzerinde olması sanırım bu konuyla ilgili birçok fikir verir. Ayrıca sevgili Yılmaz ÖZDiL' in dediği gibi öğretmenimize 1000 lira maaş verip, çocuğumuza 1500 liralık cep telefonu alıyorsak, geri zekalı insan yetiştirmeye mahkumuz.
sorunu geneli düşünerek çözmek yerine bazı kesimlerin sorunlarını çözmeye odaklanmaktır. herkesin sorununu çözmek yerine bizim çocukların işini önce bi halledelim sonrasına bakarız mantığıdır.
ayrıca söylemek isterim ki sorunun başlangıcı (bkz: nimet çubukçu) dur. hukuk fakültesini bitiren hanımefendiyi eğitimin başına getiririz sonrası malum.
öğrencilere bakış açısı, yorum yapabilme kabiliyeti vermemesidir. ben ilkokulda iken hayat bilgisi dersinin büyük bir kısmı ezberdi. bugün bunu evde okuyun yarın gelin anlatın. gerçi lisede de bir farkı yoktu bunun. tarih dersinde bu savaşın nedenleri ve sonuçları nedir diye soru gelirdi. senin yorumun, fikrin nedir diye soru gelmez hiçbir zaman.
Öğrenciye zaman kaybettirmesidir. Meslek okullarının sadece meslek öğretmek yerine "her şeyi seçebilen nesil" yetiştirme tribidir. imam hatiplerden imam - hatip yerine her şey yetiştirme çabasıdır. Öğrencileri her mesleğe yönlendirmek yerine sadece doktor- mühendis- avukat ; kadın ise mimar-öğretmen gibi mesleklere yönlendirme tribidir. Sonra da neden bu kadar işsiz üniversiteli var deniyor. Ayrıca zorunlu dersler ve müfredat da can alıcıdır. Aynı konuları tekrar tekrar öğrenirsiniz. Sürekli değişen sınav sistemi de cabasıdır.
öğretmeyi bilen ve seven hocaların yetersizliği en büyük sorunumuzdur.
bu sorunu aynı sistem içinden yetişip gelmiş insanlarla çözmeye çalışmamız bizi yıllardır kısır bir döngünün içine sokmuştur ki orasını ne siz sorun ne ben söyleyim.
bilimi anlatırken atesit gibi anlatmaktır. sonra herşeyi bir tanrı tarafından yaratıldığını öğrenirler. sen sadece bilimi anlat. neden saf altın ile aliminyum folyo tepkime olmuyor yada oluyor?
süreklilik yoktur devamlı sistem değiştirilerek istikrar yakalanamıyor olan sistemi düzeltmek yerine toptan değiştiriyoruz o beğenmediğimiz osmanlı sisteminde bile her nesil dünya çapında az da olsa alimler çıkarılırken bizim modern eğitim sistemimizde dünya çapında sadece birkaç önemli insan yetiştirebildik...
her daim yönetici kadronun ve öğretim görevlilerinin haklı olmasıdır. öğrenci asla ağzını açıp tek kelime edemez. gerçekten olayı dışarıdan öyle algılamıyor olabilirsiniz ama gerçekten artık isyan ettirme derecesine getiren olayları görmemek için kör olmak gerekir.
tarih tekerrürden ibarettir derler ama tarih öğretmezler! okul hayatın boyunca basma kalıp şeyleri ezberler durursun...
Samsun'a çıktı, kongreleri topladı, meclisi açtı, düşmanı denize döktü... Bu kadar! evet bu kadarı yeterli görülüyor tarih eğitiminiz için okullarda... Apartman kapıcılığı ya da berber çıraklığı yapmak için daha fazla bilgiye de gerek yoktur değil mi?
tövbe, lisede falan, azıcık daha ayrıntısına girersiniz ders kaynamazsa... Amasya genelgesi, Kütahya-Eskişehir çarpışmaları falan. Hocanız anlatırsa.
Üniversitede bile, en "kofti" ders sayılan Devrim Tarihi'nde, savaş pek anlatılmaz. Daha çok iskilipli'nin nasıl zevkle asıldığı ve Orman Çiftliği'nin ne büyük bir öngörüyle kurulduğu gibi önemli konulara eğilirler! (Keşke eğilseler...)
Türk-Yunan savaşının ayrıntılarını merak etmezsiniz, öğrenmenize gerek görülmemiştir. (Hele Çerkes Ethem falan... Aman ha! Çocuklara ders öğretelim derken kafalarında soru işaretleri uyandırmayalım!)
Bu savaşın bir de "karşı cephesi" vardır.
O bizim hiç mi hiç umurumuzda olmamıştır.
Kahpe Yunan durduk yerde, hiçbir ilgisi olmadığı halde izmir'i almak istemiş (şu anda bizim Napoli'yi ya da Marsilya'yı ele geçirmek istememiz gibi bir şey), dersini de görmüştür.
Bizim yakın tarih doğru dürüst öğretilmiyor ki karşı tarafın yakın tarihi, özetle bile olsa öğretilsin!
Örneğin, Yunanistan'da 1920 seçimleriyle gerçekleşen iktidar değişikliğinin, savaşın gidişatı üzerindeki son derece önemli etkilerini Türk tarihçileri bile yeni öğreniyorlar...
Subay kadrosunun bu iktidar değişimi üzerine nasıl allak bullak edildiğini, genç ve yetenekli Venizelosçu subayların yürütülüp yerlerine beş para etmez kralcı heriflerin atandığını falan...
Türk vatandaşı daha Nurettin Paşa'yı tanımıyor ki General Viktor Dousmanis'i tanıyacak...
Peki, sıradan bir neferin, Sakarya muharebesinde bir Yunan çocuğunun anıları ilginizi çeker mi mesela? (Pantolon uyduramadıysak "human interest" yapalım.)
Anadolu'da yenildiği için 1922 yılının kasım ayında kurşuna dizilen Başbakan Ghounaris'in sıkıyönetim mahkemesi duruşmaları sırasında hasta olduğunu, tifoya yakalandığını ben tarihçilerden değil, başkalarından öğrenmiştim... Ayağa kalkacak hali yokmuş da, hapisanenin avlusunda bir su birikintisinin yanına diz çöktürmüşler, otururken vurmuşlar.
Yunan komünistlerinin Türk işçisi ve köylüsüyle dövüşmeyi reddettiklerini, siperlere kızıl bayrak çektiklerini duymuş muydunuz peki?
Biz mi yendik, onlar mı yenildiler?
Böyle şeyler ilginizi çekiyorsa, size üç kitap önereceğim. Biri, Michael Llevellyn- Smyth'in "Yunanistan'ın Anadolu Macerası ve Sonrası" isimli eseri. Sahaflarda bulunabilir. Yakın zamana kadar, konuyla ilgili tek eserdi.
ikincisi çok daha kolay bulunabilir; Nilüfer Erdem'in "Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekatı" isimli ve önemli, çok önemli, bol ayrıntılı eseri...
Bunu, Profesör Bilge Umar'ın "Yunanlılar'ın ve Anadolu Rumları'nın Anlatımıyla izmir Savaşı" kitabıyla birlikte okuyacaksınız. (Aynı profesörün "izmir'de Yunanlılar'ın Son Günleri" isimli temel eserini de okuyun.)
Okumayacaksınız tabii canım, boş konuşuyorum. ee ne olur? Beşiktaş yener mi bugün porto yu?