üretim çılgınlığından da kaynaklanmaktadır. bir ürünün birçok üreticisi ve birçok farklı versiyonu olabilecekse üreticiler görevleri üzere bu versiyonları türetip üretirler ve piyasaya sürerler. insanlar ürünleri aldıktan sonra üreticiler karınlarını doyurup ölene kadar evlerine çekilecek değillerdir. bundan sebep ürünler daha kalitesiz yada geliştirilebilirliği olduğu halde eksik olarak üretilir, böylece üreticiler bir sonraki üretimin satılabilirliğini garanti ederler. giyimde moda bu sebeple vardır. tişörtler 10 yıkamadan sonra kesinlikle ilk günkü gibi olmazlar. kazaklar tiftiklenir. teknoloji gelişse bile biz insanlara tamamı bir anda iletilmez. telefonlar eskir ve bozulur. (yeni modelleri çıkar) bilgisayarlar gelişir. insan hayal gücünü kullandıkça üretimi arttıracak ve bunu gören diğer insanlarda aynı şekilde para kazanmak isteyecekler.
Jean baudrillard 'tüketim toplumu' kitabında tüketim çılgınlığının üretim fazlasından kaynaklandığını, aşırı tüketimin yapıldığı bir toplulukta kıtlıktan bahsedilemeyeceğini söyler. tüketim çılgınlığı sonucunda; üretime kattığı faydadan daha çok tüketen kesim ile üretime kattığı faydadan daha az tüketen iki farklı kesim oluşacağı ve toplumda bu iki zıt kesimin oluşmasının tek sebebinin kaynakların dengesiz dağılımı olduğunu belirtmiştir. *
çok daha önceleri ise joseph schumpeter 'sosyalizm, kapitalizm ve demokrasi' kitabında 'yıkıcı yaratıcılık' kavramını ortaya atmıştır. bu kavrama göre kapitalist sistem içindeki işletmeler devamlılığını sürdürebilmek için hep inovasyon yapmalı; ürün, hizmet ve süreçlerini yenilemelidir. piyasaya sürekli yeni ürün girişi; bir teknolojiyi eskitirken yerine yeni bir teknoloji getirecektir. bu sayede hep tüketicilerin elindeki teknolojiler eskiyecek ve tüketici yerine daha iyisini almaya yönelecek ve bu süreç devamlı tekrar edecektir.
ne yazık ki, tüketim formlarımız gün geçtikçe artmaktadır ve mutlaka artmaya da devam edecektir.
Baba bunu bana al. Baba bunu da bana al, bunu da bunu da bunu da yeeaaah this is spartaaa diye devam eder bu tüketim çılgınlığı. Ama ne demiş ekonomi büyüklerimiz (!) alın verin ekonomiye can verin.
şirketlerin taktikleri, reklama harcadıkları milyon dolarlarla başardıkları olaydır. insanın bilinç altından tutunda, sosyal statüsünü kabul ettirmesine kadar her şey sahip olduğu telefon, saat vb. bağlı olduğu için zorunludur.
doğrusu beni de çılgına çeviren bir hadise.
bir sürü manyak insan sabahın köründe "discount" yapacağı söylenen mağazaların önünde bekliyor, kapı açılınca da sığır sürüsü gibi içeriye dalıyor filan. o anlarda insanlığımdan utanıyorum. üstelik bu dünya çapında bir salgın ve insanı insanlığından çıkaran pis bir aktivite.
herşeye, ve herşeyin en güzeline sahip olma arzusudur.
şimdi kapitalizmin hayatta kalması için insanlara enjekte ettiği bir hastalıktır diyeceğim.
cevap olarak herşeyi kapitalizme bağlayan insan şeklinde yorum yapılacak.
ama ne yazık ki bu kapitalizm gerçeğini değiştirmeyecektir.
tüketilen önce paramız, sonrasında da değerlerimiz ve en sonunda ruhlarımız olacaktır.
insanları içine almış bitmek bilmeyen, giderek büyüyen çılgınlık.
replikleri şu şekildedir :
"aman tanrım kredi kartına 12 taksit"
ve sonra olaylar gelişir...
(bkz: tüketim toplumu)
kapitalist düzenin son yıllarda türkiye'yi de pençesine aldığı zararlı bir alışkanlıktır. tasarruf meğilimiz japonya kadar olmasa da avrupa ülkelerinden yüksekti. ancak son yıllarda kredi kartlarının özendirilmesi, magazin programlarında ve tv'lerde özendirilen şaşalı yaşamlar vb. gibi faktörler ile insanların para harcama konusunda alışkanlıklarını değiştirmesi ile meydana gelen hadisedir. sosyal çözülmeye etkileri bilim adamlarınca saptanmış istatistiki verilerle sabit bir unsurdur.
tüketim çılgınlığı, kapitalizm denen iğrenç görüngünü tüm insanları ittiği bok çukurudur. paranız varsa tüm paranızı, yoksa gelecekte kazanacağınız metayı harcamakla yetinmez; bütün hayatınızı ve düşnceleriniz,, duygularınızı, aşklarınızı, cinselliğinizi, anne-baba, aile seviginizi, kısacası her şeyi bu tüketim çemberine alırsınız. aşık olamaz ve bağlanamzsınız. yeni bir aşk bulur, bir gecelik ilişki yaşarsınız. dahası hayatta ki tek başarı ve tüm mutluluk arzularınızı para ile tatmin edebileceğinizi düşünürünüz. para ile mutlu olacağınızı düşünürsünüz anca muluta tükeneceği için müthiş bir tatminsizlik ve dolaylı bir keyifsizlik yaşarsınız.
artık hiç bir şeyin tadının eskisi gibi değil lafını sürekli sarfeden birilerinin olmasının nedeni budur. bu kadar iletişim olmasına rağmen hiç bir şeyi paylaşamıyoruz. her şey o kadar çok ki yalnızca elimizin altında olmayanları yani geçmişi özlüyoruz. eğer bu çağa doğmuş zavallı çocuklardan iseniz vay halinize... sığınacak anılarınız bile yok demektir.
üretim fazlası ile alakalıdır. üretimin devamlılığı için sermayedarlar bunu refleksif( fakat bilinçli bir refleks, biyolojik bir refleks ile karıştıtırılmaması şart) olarak gerçekleştirir.
serbest pazar döneminde sermaye ilkel bir biçimde birikirken, üretimdeki fazlalılık göz ardı edilir bir biçimde artıyordur. fakat biri aritmetik olarak artarken, diğerinin geometrik artışı tüketimi karşılayamaz düzeye getirdi. pazar döneminden bir üst evreye geçişteki bu kriz aşaması kapitalist düzeni sürekli krizlere sokar hale geldi. sermaye ihracı ve tüketimin başka pazarlarla karşılanması sayesinde bu düzen bir dönem aşılsa bile üretimdeki sürekli artış, fazlalığı doğuruyordu. sömürgeler ile ana kıta arasındaki tüketim farklılıklarının doğal sonucu olarak bu yeni emperyal düzende kendi arasında çatışmaya girer oldu.
kurtuluş reçeteleri içinde modern kapitalizmin tüketimi arttırıması ve kendi ülkelerinde dahil olmak üzere, gelişen pazarlarıda yadsımamaması gerekiyordu. işte bu sınıfsal bir bilinç olan tüketicilik toplumun tamamına yayılan bir olgu haline geldi ve üretim fazlasının doğal bir sonucu ama karşılılı etkileşimi olarak çıktı.
tüketim ve üretimin sonsuzluğu olmadığından gene orantısız artışlara neden oldu. doğal kaynakların tükenmeye başlaması, nispi artı değerin ve temel artı değerin sonsuzluğu olmadığından üretim süreci yeni bir paradoksa tutuluyor. bu tutulma ile tüketim aynı anda gerçekleşmediğinden modern zamanlarda finans sermayesinde krizler daha sık ve etkili olup toplumu etkilemektedir. tüketim-üretim ilişkisindeki bu küçük sıçrayış büyük pazarların birbirleriyle karşıya gelmesinin azlığını gösterir.
tüketim ilişkisi ekonomik bir indirgemeye çalışmak mekanikleşmeye ve dogmatikleşmeye yönelmektir. bu nedenle bu ilişki yalnızca altyapısal değil üstyapısal bir olgudur. yani ekonomik bir altyapısı olmasına rağmen kültürel bir olgudur aynı zamanda. kültür ve sınıf bilinci tüketim çılgınlığını bizlere daha rahat açıklayacaktır.