tren, sadece bir ulaşım aracı değil; tren bir seyyar penceredir. size hayattan manzaralar sunar. kendine has bir romantizmi vardır.
samimidir. (bkz: ankara ekspresi)
bundan 2-3 sene evvel..
çoğunluğun tren sevgisinden hareketle hayatında otobüs dışı bi ulaşım aracını kullanmamış olan şahsım bir değişiklik, bir macera, bir de ekonomik boyutu yönünden ilk ve son defa treni seçti. gerçi ekonomik boyutunu söyleyip olayı dramatikleştirmek istemiyorum çünkü gittiğim şehirler arası, otobüsle 10-12 tl iken trenle 7.5tl idi, neyse. bilet alırken adama pencere kenarı olsun notumu düştükten sonra elime aldığım bilette bi koltuk numarası göremememle olaylar gelişmeye başladı. hala anlamam mavi tren dedikleri böyle mi oluyor yoksa banliyö mü yoksa posta treni miydi. 75 dakikalık yolu 180 dakikada gidecektim lakin ezik ve asosyal olduğumdan mütevellit bu bana sanki interrail yapıyorum duygusu yaşatmaya yetiyordu. heyecanlı bekleyiş sona ermiş tren gelmişti. kalabalık denebilecek bir grubun trene hücum etmeye başlamasıyla irkilip doğru zamanın da geldiğini düşünerek kendimi o yöne doğru yönelttim. vagonlar arası yerde yazın sıcaklığının bünyemde bıraktığı uyuşukluk, serin sulara kendini atma isteğiyle beklemeye koyuldum. ben bekliyordum çılgın kalabalığın bir an önce yerlerine oturup dağılmasını içimden pencere kenarı olmasa da olur diyordum lakin çılgın kalabalıktan bi kaykılma bi ileri gitme çabası göremedim. gerçeği anlamam çok uzun sürmedi. vagonlar arası kazana düşmüş hissi veren yerden kafamı uzak diyarlara yan taraftaki klimadan gelen esintiye çevirdim. evet oraya gitmeliydim. çılgın kalabalığı yarıp kendimi yan taraftaki serin yere attım kalabalığın şaşkın bakışları arasında. evet çantama ve kendime bi yer bulmuştum artık rahatça yolculuk yapabilirdim. mutluydum lakin mutluluğum çok uzun sürmedi. aralarda tek ayak üstünde durup havadaki ayağımı dinlendirmeye çalıştım. 150 dakika sonra bi kaç koltuk boşaldı. kendime oturmayı yediremedim, buraya kadar ayakta gelmişim zaten. geri kalan yarım saati de ayakta geçirdim ve bir daha trenle yolculuk yapmamaya ant içtim.
masum ve mavi şeylerdi yaşadıklarım.
kurulan mavi hayallerdi bunlar, çok değil mavi olmasıydı istediğimiz.
içinde biraz balık, biraz yosun birkaçta sıcak dosttu istediğimiz. aslında ne çokmuş meğer.
güzel zamanlarmış yaşanılanlar. en tatlı şaraplarmış o zaman içilen ucuz şaraplar.
en güzel şarkıları mırıldanmışız. en tatlı dostluğu yaşamışız.
daha güzel olması için biz çok çalıştıkça.
çirkinleşmiş dünyamız. biz istemesekte belkide hiçbir zaman yaşayamayacağımız güzellikleri yaşamıştık.
uzak ve ortasından tren geçen o şehri ve maviyi çok özlesekte peşinden koştuklarımız oldukça uzak istediklerimize.
"ilkel" olduğu inancıyla çoğu arkadaşımın kullanmayı tercih bile etmediği ulaşım türü. hatta içerisinde trenin hala o eski "çuf çuf tren" olduğunu sananlar dahi var. benimse, geçen sene boyunca otobüsten daha hızlı ve ücreti makul olduğu için kullanmayı yeğlediğim toplu taşıma aracı.
trakya hattında uzunca bir süreden beri çalışmayan alettir.
an itibarıyla bundan 6 ay önce yağan bir yağmurun oluşturduğu arıza nedeniyle 3 ay önce seferler iptal edilmiştir.
yani yağmurun oluşturduğu hasar 3 ay sonra? tespit edilebilmiştir!
hadi bu normal diyelim, peki bunca zamandır bu arızanın giderilememesi, araştırma yapılmaya kalkıldığında ise 1 yıl gibi bir onarım süresinden bahsedilmesi, bu da yetmezmiş gibi bölgede * tek otobüs firmasının faal olması ve otobüsleri hınca hınç doldurup normalin üzerinde bir para alması ne kadar normaldir diye merak ediyor insan.
oyy türkiyem oyy!
tdk'nın türkçeleştirmek için, "alttan ittirmeli üstten tüttürmeli çok oturgaçlı götürgeç" ismini buldukları araç.
edit: ben yazarken yoruldum, söylerken nolur bilmem.
trendeki birini hep kıskanmışımdır. çünkü treni hem sevmişimdir hem korkmuşumdur ondan... beni ya da sevdiğim birini çoğunluk uzaklara götürmüştür, bu güzeldir ama içimde "ya dönmezse" korkusunu da besleyip durmuştur. gerçi tam da dönememe riskidir onu gizemli ve çekici kılan. her neyse, kıskandım yine bir trende oturan ve gözünde uzaklar olan yolcuyu...
"sanki trendeyim de başka bir tren gibi
geçti yanıbaşımdan hayat"