Kate Winslet her rolünde olduğu gibi bu rolününde hakkını vermiş. Yalnız filmin her bölümü, her dakikası beni etkilemedi. Ortalara doğru etkileyici olmaya başladı benim için. Kadının okuma yazma bilmediğini itiraf etmemesi ama daha sonra okuma yazma öğrenmesi etkileyiciydi. Aslında filmi anlamak için önce mantığını, konusunu kavramak gerekiyor yoksa film sıkıcı bir hale gelebilir. Bu arada genç Michael yerine daha tatlı birini bulabilirleri. Kate'nin yanına daha çok yakışacak birini...
adamı sabahın 8inde pencerenin dibinde 2 büklüm sigara içmeye itecek kadar efkarlayan ve titreten film. zaten uzun uzun yorumlanacak bir film değil, adamı bu kadar çarpan bir filmi nasıl yorumluyorlar anlamıyorum. sadece kalbi çalıştırıyor çünkü bu film, adeta beyni duruyor insanın. o derece sarsıcı ve etkileyici. ama bir konuya da takılmadım değil, sadece hanna, ölümsüz olan hanna; mıchel sanki filmde hiç yokmuş gibi yorumlar yapılıyor. bu aşkı ve filmi o noktaya taşıyan bence okuyucu çocuk maykıl dır. onun çabalarıyla hanna hapishanede 20 yıl daha yaşadı. karısıyla olan problemi ve ailesine olan mesafeli duruşu hep hanha içindi. oysa hanna o'nu terk etmişti, tabiri caizse hayatını sikmişti. adam bir tesadüf ile de olsa onu buldu ve hayatını bir kere daha sikti. adam bunun farkındaydı ve hanna yı içten içe cezalandırdı. onun okuma yazma bilmediğini bilen tek kişiydi ve bir an mahkemenin seyrini değiştirmeye niyetlendi ama ziyarete giderken hapishanenin bahçesinden geri döndü. gerçekten kalbi kırılmış bir adamın yapacağı en doğru hareketi yaptı. eğer görüşmeye gitseydi hanna yı kurtarabilirdi fakat hanna yı orada gerçekten bitirdi. filmin koptuğu nokta buradaydı, maykıl doğru olanı yaptı ve hanna müebbete mahkum oldu. bu yüzden filmin kahramanı okuyucu çocuk david kross yani maykıl dır. gerçek yaşamda olduğu gibi burada da herkes seçimlerinin sonucunu yaşadı.
kate winslet ablamızın ciddi bir oyunculuk sergilediği etkileyici bir film. hukuk- yargı-adalet ve insanlık üzerine dikkate değer ifadelemeleri ortaya koyan güzide bir edebiyat eseri uyarlaması.
film kısmen karanlıkta dans'ı fazlaca ise son yılların en nitelikli işlerinden başkalarının hayatı 'nı çağrıştırdı bana. dün izlediğim bu filmle ilgili çok fazla analiz yapmak istemiyorum. izletiyor kendisini, derdi imanı belli. fakat şu gizlenmiş bir hayata mal olmuş sır, utanma duygusuna ve onun içsel gelgitlerine o kadar yoğun ve hisli göz kırpıyor ki budur dediriyor insana. filmin vites büyütüşünü bir kare açıklıyor zaten. bir arkadaş gözden kaçırmamış ben farklı bir değerlemede de bulunacağım bu sahneye dair. yazalım şimdi.
--spoiler--
kadınla çocuk yemek yemek için oturuyorlar masaya. garson gelir, hanna menüye bakarken inanılmaz tedirgin ve ezik ruh halini o kadar iyi yansıtıyor ki (kate işte)... başta tedirgin sonra sıkılarak çocuğun söylediğinin aynısından istiyor. yan masadaki çocukların menüye gülerek eğlenerek bakıp seçim yapmaları hanna'nın ruh halini ve yaşadığı kompeksi vermekte o kadar başarılı ki. kişisel bir eksiklik eziklikle birbirini bütünlüyor ve iç burkuyor. aynı kare de bence biraz komikliğe oynayan bir uzantı var. garson hanna'yı çocuğun annesi olarak zikrediyor. çocuk bunun aksini hanna'yı öperek ispatlıyor. hoş bir uzantı... ve iç burkan detaydan sonra yüzde tebessüm bırakıyor.
--spoiler--
işin bonusu için:
--spoiler--
bir de o yıllar sonraki görüşme de ufaklık (büyümüş artık) hanna'nın hala yaşadığı yoğun sevgiyi el vererek göstermesine soğuk ve mesafeli biraz. belki geçmişe binaen bırakılıp gitme hırsı belki de zamanın alıkoyup değiştirdikleri... ama mesafe ve soğukluk hanna'nın yıllar sonra sevgisine karşılık istemediği şey...
--spoiler--
--spoiler--
hapishane ye almaya gelir berg, o sahnede kate in yüzüne bakarsınız, ölürsünüz..
salya sümük bitene kadar ağlatmıştır, bu kadar iyi nasıl rol yapılabilir cidden.
--spoiler--
içine kapanıklığın insanın bazen felaketi olabileceğini anlatıyor, türk filmleri gibi!! hanna nın o becerikli alman kadını tavrı çok, çok güzeldi, film de çok güzeldi.. ralph fiennes kötü bir adam, hicran nerdeyse o hep orda..
(bkz: the english patient)
filmin hemen başlarında sevişme sahnesi olmasa "bu ne amk" deyip kapatacağım türden bir filmdi...lakin sevişmeler, akabinde olayın yahudi soykırımına bağlanması falan sonuna kadar seyrettirdi...
lakin hanna abla sen hakikaten malmışsın yahu.
çıkıp "okumam yazmam yok" desen sıyıracaksın. değer mi ömür boyu cezaevinde yatmaya be ablacım?
bir de diğer nazi hatunlara uyuz oldum. nasıl da attılar suçu günahsız hanna'nın üzerine? şerefsizler ya.
2.dünya savaşı sonrası almanyasının güzel yansıtıldığı kahramanların farklı dönemlerinin işlendiği son aralar izlediğim en iyi senaryoya sahip güzel bir drama.
kate winslet a bir kez daha hayran olduğum film.
hayır filmden herkes çıksa otursak bu hatunu izlesek yine beğenirdim filmi.
çok iyi oynamış ya. david kross da döktürmüş.
konu zaten farklıydı. işleniş çok güzeldi. izlerken sevişme sahnelerinin bolluğu
bir an düşündürüyor. ama yerindeydi gerçekten. bu ilişki bundan başka anlatılamazdı heralde.
erotik sahnelerin çok olmasıyla birlikte başroldeki bayan oyuncu Kate Winslet'e en iyi kadın oyuncu dalında oscar ödülü kazandıran anlamlı bir film. genç bir çocuğun kendisinden yaşça büyük bir kadını sevmesi ve bir süre sonra ayrılmalarına karşın bu iki insanın farklı ortam ve statülerde tekrar karşı karşıya gelmesinin yanısıra yahudi soykırımına'da değinen etkileyici bir senaryo.
nazi dönemi almanyasında bir kadın ve bir çoçuk arasında geçen olayların anlatıldığı film. filmin sonunda etkilenmemek elde değil. oyunculuklara diyecek hiç bir şey yok. kate winslet bir kez daha kendine hayran bıraktı. filmi ve konunun aktarılışını çok beğendim. izlenilirliği yüksek filmlerden. ;)
dünya medya sektörünün yahudilerin elinde olduğunu gösteren filmlerden biridir. her sene beynimize kazımak amaçlı aynı konu, farklı senaryolar ve ünlü oyuncularla önümüze sunulur. evet soykırım korkunç bir durum, kabullenemez, bir utançtır ama sanki tarihte bir tek bu topluluk acı olaylar yaşamış gibi aynı konuyu milyonlarca defa önümüze sürmeleri bir zaman sonra bayıyor...
anlamadığım şey kızıl derililerin kökünü kurutanlar, afrika'yı sömürge yapan vs. bu ülkeler (topluluklar, dinler) soyunu kuruttukları topluluklar hakkıda neden hiç filim yapmıyorlar acaba? yeter aynı yemeği önümüze sundukları, biraz da başka soykırımlardan bahsetsinler...
amerika ve ispanya birlik olup bir nesli katletti ya, milyonlarca insan öldü, hollywood sıkıyorsa bunlar hakkında filim yapsın...
edit: siz de saf gibi her soykırım filminde zırlayın! önce kedi tarihinize bakın, ağlayacağınız okadar çok şey varki...
kate winslet'in rolünün hakkını filmin başından sonuna kadar verdiği filmdir. duygu yüklü bir film.
--spoiler--
hanna schmitz: it doesn't matter what i think. it doesn't matter what i feel. the dead are still dead.
--spoiler---
kate winslet ın oyunculukta coştuğu filmlerden biridir. film aslında leonu anımsatsa da kendine özgü bir havası yok değil. izlediğim en başarılı filmlerden biri.
az önce moviemax premier'da yayınlanan film. belki şans eseri yani beklentim olmadan izlediğim için bu kadar etkiledi beni. ikinci bölümü şaşkınlıklar ve hıçkırıklar içinde izledim. ufaklığın özenle hazırladğı kasetler, hanna'nın okuma yazma hevesi, yaşlanması, mektupları ve intiharı. harikaydı.
--spoiler--
ana eleman hanna nın okuma yazma bilmemesine rağmen neden söylemedi, sonuçta diğer 5 yalancı gardiyan işten yırttı 4 yılla, sevdiğine ömür boyu verdiler, sonuçta suçlu olsa da adil yargılanmadı.
--spoiler--
kate iyi tamam ama sadece iyi. film ise son zamanlarda izledigim filmlerin en kotusu. tutulur yani yok. tamam ufak bir mesaj var, lakin film icin yeterli degil. son derece sikici.
etkileyici bir filim. kadindan cok adamin (michael'in) hali etkiliyor insani. bir kere sevmek boyle bir sey olsa gerek. bir problem cozuyorsunuzu duunun ama sonucunun yanlis oldugunu bile bile cozdugunuzu saniyorsunuz, duygularinizin icinde debeleniyorsunuz sadece.
baska biriyle sevisiyor adam filimde ama her zaman hanna'nin hatirasi var aklinda. sevistikten sonra sarilip yatamamasi gibi detaylar kadin seyircileri ozellikle etkiliyor diyebiliriz....
insanın zayıf noktalarının, onu nasıl uçuruma sürüklediğini anlatan güzel bir film. bir eksikliğin varsa ve bunun bilincindeysen, toplumdan bunu saklaman gerektiğini düşünürsün. bazıları ise bunda o kadar başarılıdır ki, zayıf noktasının utanılacak bir durum olduğunu düşünüp, ömrünü feda edebilir.
okumayı bilmeyen yetişkin bir kadının, kitaba olan aşkı ve öğrenme arzusu için ergen bir erkeği seks ile kendine bağlaması ve devamında da hayatlarını birbirlerine bağımlı olarak yaşamalarını anlatıyor. etik olarak bakıldığında bir kadın, bu yaştaki bir genç ile cinsel ilişkiye girmesi, hatta ona seksin nasıl yapıldığını öğretmesi kabul edilir şey değil, özellikle bizimkisi gibi kapalı toplumlar için gerçerli bu. bir de bu kadın, seks öğretimi karşılığında gencin kendisine kitap okumasını istiyor. fahişelerin yaptığından çok frklı değil genel olarak baktığınızda. fahişeler ergenlere bacaklarını açar ve ilk seks deneyimini yaşalarını sağlar karşılığında da para alır. ama bu kadın kitap okunmasını istiyor. yani karşılaştımada bir bedel var. lakin izlerken buna takılmıyorsunuz. kadın da genç de başlarda öyle tutkulu sevişiyor ki, tüm olumsuzlukları görmezden geliyorsunuz. fakat film içinde ilerleyen zamanda seks için şartın kitap okunması olunca etiksel olarak değerler giriyor devreye ve kadın artık eskisi gibi tutkuyla genç adama yaklaşamıyor.
bir sırrı ömrünüz bıyunca saklamak zordur. anlaşılmasına sebep olacak olaylara karşı koyamıyorsanız, söylemesiniz de açığa çıkabiliyor. filmi izledikten sonra iki kare aklımdan çıkmadı. birincisi, kadın ve genç bir bisiklet gezisinde yemek yemek için gittikleri bir yerde masaya otururlar ve yanlarında öğrenciler oturmaktadır. garson gelip ne yiyecekelrini sorar ve onlar menüye bakarlar. kadın da bakar ama ne yiyeceğini bilemez, çünkü menüyü okuyamamaktadır. genç adamdan bir yemek seçmesini ister ve bana da aynından der. bu zaten okuma-yazma bilmemenin ezikliğini yaşayan kadın için bir darbedir, psikolojik olarak bunu hissederken yanlarında yemek seçmeye çalışan çocuklara öyle bir bakar ki, çektiği acıyı o an izleyici olarak hissedersiniz, içiniz acır. yetişkin kadın karakterini canlandıran kate winslet'ın bu sahnedeki oyunculuğuna değer biçilemez. biçilmemeli.
bir de, duruşma salonunda tutanağı yazanın bu kadın olduğu konusundaki ispat sahnesi. kadının önüne bir kalem ve kağıt verilir. kadın donup onlara bakar buğulu gözlerle, mosmor olmuş vücudunu hareket ettiremez. o an hayatının dönüm noktsıdır ve kadın o yaşına kadar ezikliğini yaşadığı şeyi itiraf edemeyecek kadar güçsüzdür. kendini hapsettiği karanlık kuyuya ölmek için dalar bu kez ve "ben yazdım" deyip, ömür boyu hapis cezası alır. kadının o anki duruşu oyunculuktan çok fazlası.
filmle ilgili daha söylenecek çok şey var. ama ne zaman filmde geçen bu iki kare aklıma gelse, kendi kuyumda ölmeyi diliyorum. kelimelerim sukuta bürünüyor.
yönetmeninin yiğenine seni kate winslet la sikiştircem olum diyerek çektiği filmimsi. bu ne lan? yarısını bile bekleyemedim çıkmak için. her fırsatta winslet ın memelerini, götünü göstermek mi yönetmenlik? sözüm sana değil kate, sen yapmışsın bir cahillik oynamışsın, sözüm o sapık yönetmene, herhalde yönetmen kate in resimlerine bakıp mastürbasyon yapan bir insandı da yönetmen olunca soyun bakalım kate ciğim dedi.