1940 yapımı, her devirde izlenebilecek ve ölmeden önce izlenmesi gereken filmlerden. Kendi vatanında mülteci muamelesi gören insanların dramı. Hikayenin işlenişi ve ilerleyişi son derece iyi, özellikle oyuncu performansları şahane. Politik sinemayı ve politik zırvaları sevmediğimden filmi biraz geç izledim ama sonu haricinde pek bir politik mesaj yoktu neyse ki.
babam 15 yaşındayken ilk baskılarından birini elime tutuşturmuştu. remzi kitabevine ait, rasih güran çevirisi, saman kağıdına basılmış bordo ciltli bir kitap. dünya klasikleri neden klasik, okuyunca anlamıştım.
Valla çok beğendim, gidip bi kafede saatliği 5 cente çalışasım geldi. Sonra kazandığım parayla domuz pastırması ve patates alırdım. Ateş yakıp bi köşede yerdim, sonra yarının gelmesini beklerdim.
Steinbeck'in sıçtığını zevkle okurum, öyle söyleyeyim.
Gazap üzümlerine gelince, o dönemi ve dönemin yaşam koşullarını etine kemiğine kadar anlatmış, hissettirmiş.
Karakterleri, olayları ve mekanları birbirine yedirmiş yine. Steinbeck'in sıklıkla yapmadığı bişey olarak psikolojik tahlil yapmak yerine dili kullanarak karakterin duygularını okuyucuda uyandırmış. Geçirmek istediği ideoloji ve tahlil ettiği durumu da göz önünde bulundurunca zaten kişinin cümlesini okurken ister istemez kapılıyorsunuz. Her zamanki gibi son dört beş sayfada da ters köşe yapıp bu kez beni onbin yıl önceki insanlık mertebemle baş başa bıraktı.
--spoiler--
Sure, cried the tenant men,but it’s our land…We were born on it, and we got killed on it, died on it. Even if it’s no good, it’s still ours….That’s what makes ownership, not a paper with numbers on it."
"We’re sorry. It’s not us. It’s the monster. The bank isn’t like a man."
"Yes, but the bank is only made of men."
"No, you’re wrong there—quite wrong there. The bank is something else than men. It happens that every man in a bank hates what the bank does, and yet the bank does it. The bank is something more than men, I tell you. It’s the monster. Men made it, but they can’t control it.
--spoiler--
açıp bakayım dedim yorumlara.
beyin özürlü müsünüz arkadaşım ? kitabın sonunu yazmış bir kaç arkadaş.
ulan bari spoiler kodu girin mına koduklarım.
sinirlendim öğlen vakti.
"Herkes aynı soruyu soruyor. 'Nereye gidiyoruz?' Bana öyle geliyor ki, hiçbir yere gittiğimiz yok. Hep böyle idik. Gidip duruyoruz işte. Neden kimse bunu düşünmüyor? Herkes hareket halinde. insanlar bir yerlere gidiyorlar. Nedenini ve nasıl olduğunu biliyoruz. Gidiyorlar çünkü gitmek zorundalar. işte insanlar hep bu yüzden giderler. Ellerinde olandan daha iyisini istedikleri için."
ı am the land, the land is me. when that land is taken away, the man lose part of themselves, their dignity and their self-esteem. gibi bir cümleye sahip olan kitap.
kitabın sonu epiktir. rose of sharonun bebeğini kaybetmesi yazarın insan oğlundaki umutsuzluğa bakışını işaret eder. ve rose of sharonun açlıktan ölmek üzere olan adamı emzirmesi ise yazarın az bir şeyde olsa hala umudu olduğunu vurgular. kitabın ana teması man's inhumanity to man kavramıdır kanımca.
hiç bitmesin istenen kitaptır. Kitabın sonu biraz yarım kalmış gibi görünmesi sebebiyle ikinci cildinin olması umudu doğmuştu ama malesef yaklaşık 700 sayfada bitmektedir.
Steinbeck gibi yazmak isterdim. Film izler gibi hissettim. Her sahneyi detaylı bir şekilde yansıtmış. Karakterleri yaşıyor sanki. Ve okuduğum en iyi kitap sonu yazan yazarlardan.
Eseriyle Pulitzer ödülü kazanan Steinbeck romanında, ABD'de yaşanan büyük bunalım dönemini anlatıyor. Kitap, John ford tarafından sinemay da uyarlandı.
john steinbeck'in yazdığı romandır. roman sayesinde pulitzer ödülünü kazanmıştır. kriz dönemini ve emekçi insanları konu almıştır. genel olarak dram içerikli olan bu kitap klasikler arasına girmiştir.
john ford'un şaheseridir. dikkat!: bu entry yoğun şekilde olumlu eleştiri içerir. şaheseridir dedim çünkü 1940 senesinde çekilmiş bu film günümüzden yarım asır geride kalmasına rağmen izleyiciyi ekran başında tutmayı başarıyor. john steinback'in ölümsüz kitabının ekrana aktarılış şekli kusursuz. özellikle de 1940 yılına göre! eğer siyah-beyaz filmlere son bir şans tanımak, kaliteli bir dram izlemek istiyorsanız gazap üzümleri izleyeceğiniz son ve en iyi siyah-beyaz film olacaktır.
hayatımda izlediğim en iyi eleştirel film. daha fazla sıfat bulmak mümkün ancak zorlanıyorum. film kitaba göre daha sade ve yüzeysel olarak anlatılmış diye bahsediliyor bazı kaynaklarda. Kitap daha acımasız bir üslup kullanmış diye belirtilmiş ancak bundan daha acımasızı inanın gözlerime dolan yaşları akıtmaya yeterde artardı. asla unutulmayacak bir film oldu benim için. Aynı zamanda bu filmi che nin hayatının bir kesitini anlatan motosiklet günlükleri filminden sonra izlemem iki filmi ister istemez karşılaştırmamı sağladı. ve o buhran dönemini biraz daha anlamama yardımcı oldu. motosiklet günlükleri filminde beni etkileyen bir sahnede bir çinli ve karısı komünist diye oradan oraya savrulurlarken che ile karşılaşmışlar ve bir ateş etrafında sohbet etmişlerdi. maden ocaklarına çalışmaya gittiklerini belirten çinli ve karısı hakkında che 'o güne kadar geçirdiğim en soğuk geceydi diyecekti' ve bu topraklarından kovulan insanlara bakışı değişecekti. aynı zamanda toprak sahiplerine olan bakışı da * değişecek ve che de değişen birşeyler olduğunun farkına varmaya başlayacaktı. aynı dönemi anlatan gazap üzümlerinde ise topraklarından kovulan bu aile üç kuruşluk iş için oradan oraya sürülecekti. acımasız kapitalizmin temellerinin atıldığı o dönemler son derece ilgi uyandırdı bu iki filmden sonra bende.
tatilde okuyup bitirdiğim hayat boyu unutamayacağım kitap. bir yandan ultra herşey dahil sistemde tabağı doldurup yarısını yemiyorken, bir yandan bu kitabı okumak oldukça tuhaf ve ironikti. kitap ilerledikçe tabağıma daha az yemek koymaya başladım. birgün o günlere geri dönüleceğini düşünüyorum. belki 50 yıl belki 100 yıl sonra ama birgün muhakkak. kaldı ki dünyada bazı ülkeler hala o günleri yaşıyor malesef.