the golden bough

entry2 galeri0
    1.
  1. bir diğer deyiş ile; altın dal.

    george frazer'in eski çağ ayinlerini ve efsaneleri incelediği kitap.
    1 ...
  2. 2.
  3. nam-ı diğer "altın dal" efsanesi.

    bilici helenus, aeneas'a italya'ya ulaşır ulaşmaz, ileri dönük eylem planını isabetle düzenlemesi için ilk yapması gereken işin, cumae sibyli'nin mağarasını arayıp bularak, onun kehanetine başvurmak olduğunu söylemişti.
    cumae, napoli'nin 19 km. batısında bir yunan kolonisi idi. yunanca anlamı (sibylla)"kadın bilici, peygamber" demek olan ve öngörüsü tüm bilicilerin ötesinde çok üstün cumae sibyl'i, bu yörede bir mağarada yaşarmış. aeneas, biliciyi mağarasında buldu, öğütlerini dinledi.
    sibyl onun hades'e (yeraltına) gidip, troia'dan deniz yolculuğu sırasında ölmüş olan babası anchises'le görüşmesini, gerekli bilgileri ondan alacağını, yer altı yolculuğunda, kendisinin de ona rehberlik edebileceğini, önce ormana gidip üzerinde altın bir dal yetişen ağacı bulmasını, hades'in kapılarını açacak olan bu dalı koparıp alması gerektiğini söyler...

    aeneas, gene yanında sadık achates ile ormana yol alır.
    ancak, balta girmemiş bu ormanda altın dalı nasıl bulacaklarını bilmiyorlardı. birden karşılarına venüs'ün yolladığı iki kumru çıktı. kuşlar avernus gölüne kadar onları izlediler. sibyl'in yeraltına inileceğini söylediği mağara ağzına gelince etrafa yayılan kokulardan mideleri bulandı. o arada, kumrular yükselmiş, bir ağacın yaprakları arasında parıldayan sarı madenden dalı göstermişlerdi.
    aeneas, sevinçle bu dalı kopardı ve sibyl'in eline tutuşturdu.

    artık, yolculuk, sandıkları kadar korkulu olmaktan çıkmıştı. karşılarına çıkacak en belâlı yaratık cerberus'u da, psyche'nin yöntemi ile bir parça kurabiye vererek uysallaştıracaklardı.

    sibyl'e göre kasvetli gölün sahilindeki mağara ağzında, gece tanrıçası hecate'ye dört iğdiş edilmiş boğa kurban etmek zorunda idiler. böylece, hecate'nin çevresindeki kılıkdan kılığa giren "empusa" denilen ruh tarafından rahatsız edilmeyeceklerdi.
    kurban töreni bitiminde ayakları altındaki zemin sarsıldı, uzaklardan ürkmüş köpeklerin ulumaları işitildi. bilici kadın aeneas'a: "şimdi, tüm metanetini topla" deyip mağaraya daldı.
    yüreği pekişmiş kahraman onun peşinde idi. loş ortamda bir yol kavşağına geldiklerini gölgelerden fark ettiler. dehliz boyunca, ölüm nedenleri olan hastalık (morbus), cinayetlere yol açan intikam duygusu (vindicus) ve açlık (famina), öldürme mesleği savaş (werra mortalis), yılandan kanlı saçları ile arabozan (discordia) ve ölümlüleri dehşete düşüren bir sürü lânetli varlık sıralanmıştı.
    her hangi bir tacize uğramadan bu kasvetli geçidin sonuna, yaşlı bir adamın küçük teknesini gezdirdiği bir su haznesine geldiler. orada iç burkucu bir görüntü ile karşılaştılar. su kenarında, ormanlara dökülmüş ağaç yaprakları gibi sayılamayacak kadar çok, perişan bir ruhlar kalabalığı, ellerini uzatıyor, kayıkçıya kendilerini daha uzak sahillere götürmesi için yalvarıyorlardı.
    suratsız ihtiyar ise aralarında kendi seçtiği bir kaçını alıp, onları istedikleri yere sevk etmek üzere küreklere asılıyordu. sibyl, bunları merakla seyreden aeneas'a, şu anda iki ırmak kavşağına geldiklerini söyledi. bunlardan biri "derinden beddua"yı temsil eden "cocytus", diğeri asık suratlı kayıkçı charon'un, ölüleri ve diğer ziyaretçileri hades'e taşıyacağı acheron imiş...
    charon, usulüne göre cenaze törenleri yapılmamış kişileri teknesine kabûl etmiyordu. bunları yüz yıl boyunca, istirahat edecek bir yer bulamadan amaçsızca dolaşıp durmaya terk ediyordu.
    aeneas ve refakatçisini de reddetti, kayığa sadece gerçekten ölmüş olanların alındığını söyledi. fakat ellerindeki altın dalı görünce isteklerine boyun eğdi ve onları sandalına aldı.

    karşı kıyının belalısı cerberus yeni gelenlere meydan okumak üzere bekliyordu.
    fakat gelenlerin, uzattığı kurabiyeyi ağzına alıp kenara çekildi. yollarına devam eden ziyaretçiler, europa'nın oğlu minos'un, hades'in yeni yerleşimci adaylarını yargıladığı mehabetli avluya geldiler.
    minos, o günkü son oturumu kapamak üzere idi. hoşgörüsüz bir adaletin egemen olduğu yargılamadan bunalmış durumdaki ziyaretçiler "yaslar meydanına" sevk edildiler. burada intihar etmiş mutsuz aşıklar ikamet ediyordu. bunlar arasında, aeneas, dido'nun görüntüsünü yakaladı.

    (not: dido, aeneas'a aşık olan kartaca prensesidir, aeneas'a kartaca'da kalmasını, kendisine eş olup ülkeyi beraber yönetmeyi teklif etmiş, lakin aeneas truvalılara yeni yurt bulmak için bu teklifi istemeyerek de olsa kabul etmemiştir.)

    gözlerinden yaşlar boşanarak yanına koştu. onu, isteği dışında terk etmek zorunda kaldığına yeminler etti. dido ona yanıt da vermedi, yüzüne de bakmadı. bir mermer sertliğinde soğuktu. yanından süzülerek uzaklaştı. aeneas uzun süre tıkana, tıkana ağladı.

    sibyl onu yatıştırıp yollarına devama ikna etti. nihayet bir yol çatalına geldiler. sol kanattan, dehşet verici feryatlar, uğultular, inlemeler, yabanıl esintiler ve zincir şakırdamaları duyuluyordu. aeneas itidâlini kaybetmişti. sibyl ona metanet ve altın dala sımsıkı sarılmasını tavsiye etti.
    sol tarafdaki bölmelerin, europa'nın, günahkârları cezalandırma yetkisi olan öteki oğlu rhadamanthus egemenliğinde olduğunu, sağ yönün ise, kendilerini, aeneas'ın babası ankhises'i bulabilecekleri "elysium bahçeleri" denilen cennet köşelerine götüreceğini anlattı.
    bu yola girdikten sonra gördükleri her şey, filizî yeşil çayırları, insanı ozan yapacak derecede romantik koruları, nefis taze havası, tüm çevreye erguvan renkli bir ışık dağıtan güneşi ile huzur verici ve gönül okşayıcı oldu. buralarda, insanlara unutulmaz iyilikler ve hizmetler yapmış kahramanlar, ozanlar, rahiplerin soylu ruhları dolaşıyordu. sonunda ankhises ile karşılaştılar.
    baba-oğul nihayetsiz bir coşku ve sevinçle kucaklaştılar. uzun söyleşiden sonra, aeneas, ölüler aleminde yeterince mutlu bir ortam içinde bulunduğu babasından, idealleri uğruna ayrılmayı göze alacak gücü kendisinde buldu. anchises, oğlunu "lethe"ye götürdü. yukarıdaki dünyaya dönmek durumunda olanların, kesin bir unutma, nisyan hâletine girmeleri için bu ırmağın sularından mutlaka içmeleri gerekiyordu. anchises, oğluna, ilerde yeniden dünyaya gelerek kendi zürriyetleri olacak ruhları da gösterdi. bunlar zamanı geldiğinde bu ırmağın nisyan suyunu içerek hades'i terk edecek; dünyanın efendisi olmaya aday roma'nın görkemli ordusuna katılacaklardı. onları teker teker tanıttı.
    italyada nasıl yerleşip eyleme geçeceği, önündeki engelleri nasıl aşacağı hakkında oğluna öğütler verdi. ve vedalaştılar. aeneas ve sibyl yeryüzüne döndü.

    ertesi sabah, aeneas gemilerini hazırlattı. troialılar, kendilerine vaat edilen yurda doğru yelken açtılar...

    notlar;
    ---------------
    "palinurus" sözcüğü de dümen kırmayı, ileri-geri gezindirmeyi ifade ediyor. yunanca "palinoromos" geriye dönme; "palinodia" ya da "palieftia" şarkıda ya da şiirde baştan alma ya da eski fikrinin aksini savunma anlamlarına geliyor; buna moden batı dillerinde "palinode" deniyor. gene batı dillerindeki “palindrome” soldan da sağdan da okunduğunda aynı olan sözcük ya da ibare anlamına gelir ("madam" gibi, "anastas mum satsana" gibi).

    charon , daha önceki bazı mitlerde gördüğümüz üzere, ölmekte olan insanları acheron irmağından hades'e taşıyarak ölüm formalitesini tamamlayan bir cindir. antik mitologiada az görünen bu kişilik, malatyalı lukianos'un, ölüm üzerine felsefî diyalogların yapıldığı "öbür dünyada konuşmalar" adlı eserinde, bu konunun açılımında anahtar rolü üstlenmiştir

    lethe: unutulma ormanı.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük