Tasavvuf, üzerinde çok yazılıp çok konuşulan ama manasına çok da nüfuz edilemeyen kavramların nerdeyse başında geliyor. Allah’ın rızasına ulaşmak için gösterilen her türlü çabayı bu kavramın içerisine sokabiliriz. Herkes farklı imtihanlardan geçtiği için rıza-i ilahiyi elde etme amacıyla takip elden yollar da buna bağlı olarak farklılıklar arz etmekte. Bu yüzden tasavvuf öncelikle yaşamı ilgilendirmektedir. Ancak temel meselesi hayatı düzene sokmak olan bu kavram üzerine zamanımızda çok konuşulması bunun aynı derecede hayatlara nüfuz ettiği anlamına gelmiyor maalesef. Amiyane tabirle ağzı olan herkes bu kavram hakkında konuşuyor ama bunu yaşam pratiğine dönüştürmede çok da fazla bir etki alanı oluşturulamıyor.
Peygamberimiz zamanında yaşayan bahtiyar insanlar, kaynağın yanı başında duruyor ve hayatlarının her anını bu kaynağa arz ederek yönlendirebiliyorlardı. Vahyi hayatlarına tatbik etmede herhangi bir sorunla karşılaşma durumu söz konusu değildi. Her şeylerini Yüce Elçiye danışıp onun yol göstericiliği ile menzillere ulaşabiliyorlardı. Hasılı rızaya ulaşmak konusunda çok şanslı insanlardı. Peygamberin vefat edip vahyin kesilmesi ile birlikte insanlar endişeye kapıldılar. Ancak Kur’an ve Pak Resulün hayatı bütün insanlığa yetecek kaynaklar olduğu için, her türlü durumda bunlara başvurmanın çözüme götürdüğünü de çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden bu iki kaynak üzerine müminler daha titizlikle ve yoğun bir şekilde durmaya başladılar. Eskiden her türlü hallerini kolayca arz ettikleri bir Elçi varken şimdi onun yerine bakılması gereken eserler vardı ve bu daha fazla çabayı gerektiriyordu. Vahyin indiği zamanlardan uzaklaşıldıkça, rıza-i ilahiye kavuşmayı kendilerine en büyük dert etmiş mübarek insanlar Kur’an ve Sünnete başvurdukça bunların sonu olmayan engin deryalar olduğunun bilincine vardılar ve her seferinde hayatlarını istikamet üzerine tutmanın yeni yeni yollarını aradılar. işte tasavvuf kavramı kulluk yolunda titizlik gösteren insanların bu çabalarına verilen genel bir isim olarak kabul edildi.
Tasavvuf alanında ölmez, abidevi eserler veren büyük şahsiyetlerin en önemli ortak özelliklerinin başında büyük alimler olmaları gelmektedir. Kur’an kaynaklı islami ilimlerde büyük derinlik kazanmış bu yüce insanlar bu ilimler ile iktifa etmemiş, zamanımıza kadar gelmiş yaşam öykülerinden okuduğumuz kadarı ile aynı zamanda Kur’an ve Peygamberin va’z ettiği prensipleri en dikkatli bir şekilde hayatlarına da uygulamışlardır. Bir Haris el-Muhasibi, bir imam-ı Gazali, bir imam-ı Rabbani, bir Süfyan-ı Sevri sadece eserler vererek veya insan yetiştirerek kendilerinden sonra gelenleri etkilememiş aynı zamanda Peygamberane hayatlar yaşayarak da bizlere muazzam dersler vermişlerdir.
ister ihya’ya bakın ister Mektubat’a isterse er-Riaye’ye, evvela göreceğiniz şey, Allah’ın rızasına ulaşmada ilk ve en önemli menzilin zahiri hükümlere en ince noktasına kadar uymak gerektiği olacaktır. Tasavvufta ulaşılan büyük makam ve mertebeler için mutlaka ama mutlaka şeriat denilen zahiri hükümlere eksiksiz bir şekilde uymak gerekir. Büyük evliyalar Peygamber’in her hareketine de kesin bir emir gözüyle bakar ve bir sünneti uygulamadıkları veya buna muhalif bir harekette bulundukları zaman günah işlemişçesine yana yakıla gözyaşı döküp tevbe istiğfar dilerlerdi. Tasavvuf erbabı arasında mesel olmuş bir söz vardır. Denmiştir ki, bir insanın uçtuğunu görseniz, yani uçacak derecede bu konuda derinlere nüfuz etmiş biriyle karşılaşsanız ama bu kişinin küçük bir sünnete ters bir hareketini görseniz, onu uçarken vurun, düşürün ve bilin ki onu uçuran güç meleki değil şeytanidir.
Ancak tasavvuf maalesef zamanımızda farklı bir boyut almaya başladı ve zahiri yönü tamamen koparılıp sadece batıni alana hapsedildi. Kitap okuyan, biraz araştırma yapan birçok kişi tasavvuf erbabıymışçasına hüküm kesmeye başladı. Böyle kişilerin tek bildiği kelime ise maalesef “aşk”. Bu yazar çizer kısmının eline soyut bir kavram geçmeye görsün suyunu çıkarana kadar o kavramı kullanmaktan çekinmez. Sanki büyük evliyalar hayatları boyunca sekr halinde yaşamış ve aşk denen o garip kavramı hayatlarının merkezine koymuşlar. Sekr ve cezbe halinin çok geçici ve istisnai bir durum olduğunu aslolanın sehv yani uyanıklık olduğunu görmek istemez bu yeniyetme tasavvuf yazarları. Büyük bir tasavvuf literatürü içerisinde bütün fikirlerini birkaç hikaye, menkıbe üzerine kuran bu insanların kaçının ihya’yı veya er-Riaye’yi okuduğunu gerçekten çok merak ediyorum.
islamın, batıni olarak anlaşılması mı, yoksa mistisizmle karışmış yeni bir din mi olduğu konusunda tartışılması yapılan. lakin herhalükarda çok seçkinci. anlamak için hem bilgi hem irfan hem de kalp gözü gerekirmiş zira.
"tasavvuf kiyl u kal e değil; açlığa yönelmektir. alışkanlıkları ve hoşa giden şeyleri bırakmaktır." şeklinde tarif eder ve sonra şöyle devam eder;
"tasavvuf sekiz esas üzerine kurulmuştur:
ibrahim aleyhisselam ın cömertliği,
ishak aleyhisselam ın rızası,
eyyup aleyhisselam ın sabrı,
zekeriya aleyhisselam ın işareti,
yahya aleyhisselam ın gurbeti,
musa aleyhisselam ın tevazuu
isa aleyhisselam ın seyahati,
efendimiz; nebimiz muhammed- sallallahu aleyhi vesellem- in fakrı."
islamiyet'in özünü dünya gözüyle yaşamanın en eşsiz yolu..bu yol öyledir ki hem semavi hem de semavi olmayan dinlerin öğretilerini, ritüellerini, şekillerini, farklı farklı yöntemlerini tek bir potada eriterek sadece öz'e odaklanmamızı sağlayan ve 'tek'i yaradılışımızda idrak etmemizi sağlayan yegane yoldur.
emperyalist ülkeler tarafından ülkemizde desteklenmektedirler. insanları direnmekten alı koyup teslim olmaları için tasavvufun yaygınlaşmasını isterler.
aşkın meslek haline gelmiş şeklidir. her meşrebe, her karaktere göre aşkın davranış biçimi olarak ayrı ayrı kanalize edilmesi için ayrı ayrı tasavvuf ekolleri kurulmuştur.
(bkz: ömer tuğrul inançer)
filozofi bir anlayış olmakla birlikte divan şiirlerinde ve bazı halk şiirlerinde kullanılır. misyonu mistisizm olup yaradılışı ve tanrısal işlevleri konu alır.
66.mutasavvıflar tarafından şu şekilde tanımlanmış:
maruf kerhî (öl. 200/815): hakikatleri almak, halkın elinde bulunandan ümidi kesmektir.
cüneyd bağdadî (öl. 297/909): sulhü olmayan bir savaştır. dağınık olmayan zihinle allah'ı zikretmek, sema ile vecde gelmek, sünnete uygun bir şekilde amel etmek, maddi şeylerden ilgiyi keserek allah ile beraber olmaktır. vakitleri muhafaza etmektir. hakk'ın seni sende öldürmesi, kendisi ile diriltmesidir. halka uyma kirinden arınmak, süflî huylardan ayrılmak, beşeri ve âdi vasıfları söndürmek, nefsanî davalardan uzaklaşmak, ruhanî vasıflar kazanmaya gayret etmek, hakiki ilimlere sarılmak, daima en uygun olana göre hareket etmektir. herkese nasihatte bulunmak, allah'a elest bezminde verilen söz üzerinde samimiyetle durmak, resûlüllah'a ve şeriatına uymak.
nasrabazî (öl. 307/977): kitap ve sünnete dört elle sarılmak, heva-heves ve bidatlere tâbi olmamak, şeyhlere hürmet etmeye büyük değer vermek, halkın özürlerini kabul etmek, vird ve zikre devam etmek, ruhsat ve te'villere göre hareket etmeyi terketmektir.
hasan kazzaz: üç şey üzerine kurulmuştur: zaruret olmadıkça yememek, uykuya mağlup olmadan uyumamak, mecburiyet olmadan konuşmamak.
ibn nüceyd: emir ve yasaklar altında sabretmektir.
ruveym b. ahmed bağdadî (öl. 303/915): kendini allah'ın murat ettiği şey üzerine bırakıvermen, o'nun iradesine mutlak olarak teslim olmandır. üç esas üzere kurulmuştur: fakr: allah'a muhtaç olma esasına yapışmak, bezli, isar ve cömertliği gerçekleştirerek bunu kendi vasfı haline getirmek, allah'a teslim olarak itiraz ve ihtiyarı terketmektir. canını bağışlamaktır. bunu yapamadınsa sûfîlerin hezeyanlarıyla hiç uğraşma.
semnûn muhib (öl. 297/909): hiçbirşeye sahip olmaman, hiçbirşeyin de sana sahip olmamasıdır. cömertlik, fakr ve hürriyettir. nefse kul şeytana zebun olmamaktır.
muhammed b. ali kassab: şerefli bir zamanda, şerefli bir insandan şerefli bir toplulukta bulunurken zuhur eden şerefli huylardır.
ebu bekir şıblî (öl. 334/945): karşılıklı dostluk sevgidir. hiçbir kaygı duymadan allah ile beraber olmaktır. yakıcı bir ateştir. duyu organlarını zapetmek ve ruhun üfleyişlerine kulak vermektir. tasavvuf şirkdir, ortaklıktır. çünkü tasavvuf kalbi masivadan muhafaza etmektir. halbuki masiva diye bir şey yoktur.
ebu hüseyin nurî (öl. 295/907): makamı yaymak ve kıyama hazır olmaktır. nefsin nasibini terketmek hakk'ın nasibini aramaktır. hürriyettir, fütüvvettir, cömertliktir. ünvan ve bilgi işi değil, ahlâktan ibarettir.
cerirî (öl. 311/923): güzel ve iyi olan bütün huylara sahip olmak,çirkin ve âdi huyların hepsinden sıyrılmaktır. halleri murakebe etmek, edebe sıkı bir şekilde sarılmaktır.
mümşad dineverî (öl. 299/911): masivadan uzak durmak, bilinmeyeni tercih etmek, hayırlı olmayan şeylerden sakınmak.
ebu amr dımışkî (öl. 320/931): âlemi noksan görmektir. hatta âleme karşı gözü kapatıp noksan olmayan varlığı müşahede etmektir.
ebu hafs haddâd (öl. 285/878): edepten ibarettir. (her makamın ayrı bir edebi vardır)
ebu ali ruzbâri (öl. 322/933): baştan sona ciddiyetten ibarettir. ona şaka nevinden hiçbirşey karıştırmayınız. kovsa dahi sevgilinin kapısı önünde eğilmek ve ona riayettir.
ebu bekir sulukî: itirazdan vazgeçmektir.
amr b. osman mekkî (öl. 291/903): kulun, her vakitte, o vakit içinde yapılması en uygun olan amel ve ibadetle meşgul olmasıdır.
seyyid şerif cürcanî (öl. 816/1413): şeriatın zâhir ve bâtınını, ahkâm ve âdabını bilip yaşamaktır.
ali b. sehk isfehanî: o'ndan başkasına boş vermektir. hakk'ın gayrından uzak, masivadan ıraklıktır.
ahmed b. mesruk tusî (öl. 298/910): uzaklaşılan şeyden sırları ayırıp, yaklaşılan şeye gönül bağlamaktır.
muhammed mukrî (öl. 378/988): hallerin, hakk ile aynı istikamette olmasıdır.
ebu hasan sayrafî (öl. 359/969): yaratıklara bağlı kalmayı tamamen ortadan kaldırmaktır.
ibn ata (öl. 369/969): hakkla beraber irtirsaldir (kayıtsız şartsız teslim olmaktır).
ebu yakup nehrecorî (öl. 330/941): beşeri vasıflalrın yok olmasıdır (adi duyguların son bulmasıdır).
ebu said arabî (öl. 340/951): fuzuli işleri terketmektir.
ebu bekir tamestanî (öl. 341/952): bir ızdıraptır, rahat ve sükunun bulunduğu yerde o bulunmaz.
ebu ishak kazerunî (öl. 426/1034): iddiaları terk, mânaları gizlemektir.
gazalî (öl. 505/1111): kalbi hakk'a bağlayıp masiva ile ilgiyi kesmektir.
ibn cellâ: bir hakikattir. resmi ve şekli yoktur (şekil ve kıyafet onun aslında yoktur).
ebu abdullah b. hafif (öl. 331/942): kadere sabır, hakk'ın verdiğine rıza, hakikatleri aramak için dere tepe dolaşmaktır. kalbi, beşeri işlerle içiçe olmaktan tasfiye etmek, tabiî huylardan ayrılmak, insanî sıfatları söndrmek, nefsanî iddialardan uzak durmak, ruhanî sıfatlarla bezenmek, hakikat ilimlerine bağlanmaktır.
bundar b. hüseyin şirazî (öl. 353/966): ahde vefa etmektir (elest bezmine sadık kalmaktır).
ebu hasan buşencî (öl. 347/958): emeli bırakıp amele devam etmektir.
sehl b. abdullah tusterî (öl. 203/896): az yemek, allah'ın huzurunda rahata kavuşmak, insanlardan kalben uzaklaşmaktır.
ebu said miheni: vasıtasız olarak kalbin hakk ile kaim olmasıdır.
kuşeyrî (öl. 465/1072): birsam hastalığına benzer. evveli hezeyandır, sonu sükundur. temkin haline ulaşılınca dilsiz olunur.
ebu muhammed murtaiş (öl. 328/939): işin güçleşmesi, karışık hâl alması ve nihayet gizlilik kazanmasıdır.
cafer huldî (öl. 348/959): şerefli bir ahlâka doğru yükselmek, kötü ahlâktan yüz çevirmektir.
fazlullah b. ahmed (öl. 404/1048): ubudiyete nefsi terketmek, rububiyetle kalbi bağlamak, bütünüyle allah'a bakmaktır.
ebu necip suhreverdi (öl. 563/1188): başlangıcı ilim, ortası amel, sonu mevhibedir.
ebu bekir kettanî: ahlâktır. seni ahlâken geliştiren tasavvuf, kalp safası yönünden de geliştirmiş olur.
ebu hasan nurî (öl. 295/907): ahlâktır. şekil ve ilim değildir.
tasavvuf konu bakımından felsefenin alanlarına girmektedir. ancak tasavvuf bir felsefi ekol değildir. bazı insanlar tasavvufun ilhama dayalı olduğunu ileri sürse de tasavvuf aklın reddettiği bir şey değildir. tasavvuf aklı yalnızca maddi dünya için bir delil olarak kullanır. ancak metafizik alemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğunu iddia eder. çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren düşünme ve tasavvur etme, algıya yani duyu organlarının çevre ile etkileşimine dayanır. algılardan soyutlanmış bir tasavvur olamaz.
Kanımca insanın haddini bilmemesidir. Toplumiçi hayatta güzel, hoş değindikleri şeyler var bu felsefe türünün lakin iş Tanrı'Yı tanımlayacak kadar terbiyesizliğe gidince olmuyor o iş işte.
Yani düşünüyorum da insanım lan ben altı üstü, Tanrı'ya göre gücüm kudretim sıfıra yakınsarı bırak sıfır yani allahın kudretini sonsuza bölseniz bile ben çıkmam. Haliyle oturup terbiyesizce Tanrı üzerine felsefe yapmak insanlığı haddini aşar, yakışmaz. Tanrıyı "tanımlamak" tanımlama sözcüğü bile Tanrı deyince ne kadar yavan kalıyor. Tanı-tanımla-tanımlamak. haliyle insan Allah yolunda ilerlemez kendi uydurduğu felsefesinin yolunda ilerler o kadar allah yolunda ilerliyorum diye.
3-5 sinir hücresinin birleşip impulslarla oluşturduğu insan bilinciyle Tanrı'ya ulaşmayı, Tanrı'yı tanımayı, Öteki dünya'yı tanımayı hem de elde hiçbir somut delil yokken uğraşmak kendini bilmezliktir.
Kaldı ki bunun yeri zaten islamda da yoktur, bütün felsefi yöntemlerine bakılıp incelenince birçok saçmasapan dinden, düşün türünden esinlenme, doğrudan kopyalanma görürsünüz.
Ama tabi bunları anlatıyorum da insanlar nereden anlayacak. Anlamazlar. ama vücutlarının herhangi bir yerinde derin bir bıçak kesiğiyle sadece ve sadece bu dünyada etten kemikten varlık olduklarını acziyetlerini ve sonsuzluğu anlama çabalarının boşu boşuna olduğunu, sonsuzluğu ancak maddesel formdan kurtulup o boyuta girince belki anlayabileceklerini görürler.
Diğer türlü uyduracakları her türlü geyik afyonlanmaktan öteye gitmez.