türk sinemasında ortalamanın üstünde yer almasına rağmen olmamış filmdir. neden derseniz ana karakterimizin derinliği ve travması yeterince verilememiş ve karakterimizi bugününe getiren süreç aktarılmamış. ana karakterin travmaları ve kaybolmuşluğunun nedenleri varoluşsal bir sürece benzemediğinden , ana karakterimizi bu çarpık kimliğe ulaştıran süreç gösterilmeliydi. ayrıca ana karakterimizin aşık olduğu esrarkeş kadının tekrar tekrar uyuşturucu aldığı sahneler yerine daha belirli ve kesinleştirici bilgiler verilmeliydi. yönetmen ne yazık ki filmin çoğunda aynı güzel resimleri kullanmış ve filmi gerçek zaman düzleminden uzağa taşıyamamış.
dışlanmışlığın öyküsü.ayrıca ayşen aydemir'e hayran bıraktıran filmdir ,kimmiş bu kadın diye araştırdığınızda filmden 3 yıl sonra 35 yaşında öldüğünü görüp insanı üzer.
ölümle yan yana yürürken, şeytan sana gülerek yaklaşır.
herkesten daha çok yük taşırken, hayallere yürümek zorlaşır.
kapıyı kapat, ışıkları söndür. burası sakin karanlık ve rahat...
fırtına tüm gücüyle kopuyor, farkında değilsin dışarda kar çok sert.
kimsenin bilmediği yolda yürüyenler,
kimseden bir şey istemezler.
izlemeyenler okumasın ağır spoiler içerir
--spoiler--
güzel film de adam tavus kuşu gibi bi kaç kuşu alıp götürüyodu falan oraları tam anlamadım. bide araba çalıyodu sonra geri getiriyodu. saçma .
--spoiler--
çok küçükken izlemiştim. beni psikolojik olarak gerçekten etkileyen ilk türk filmlerinden biridir, bunu yıllar sonra tekrar izlediğimde anladım. üstüne çok düşündürdü, çok şeyin tahlilini yaptırdı nedense. bir gemide'yi nasıl bu kadar göklere çıkardığımın, ilk izlediğimde yazı tura'nın nasıl unutulmaz şekilde ağzıma sıçtığının, bir ağır roman'ı nasıl bu kadar kutsallaştırdığımın sebebinin küçüklüğümde izlediğim bu film olduğunu anladım.
istemediğim o adama büründüğümde ve yalnız kaldığımda arada izlerim, her defasında kendimden çok şey bulduğum film olmuştur.
bir çok kişinin varlığından haberdar olmadığı, istanbul'un işlendiği en güzel filmlerden biridir. arkadaşlarını kaybettikten sonra mezarına içtikleri şarabı ters dikmeleri inanılmaz etkileyici bir sahnedir. mutlaka izlenmesi gerekir.
çok küçükken izlediğim bir filmdir. o zamanlar bana çok karışık gelmişti ama geçenlerde tekrar izledim ve aslında değeri bilinmemiş olan harika bir film olduğunu farkettim. kesinlikle izlenmesi gereken bir film.
--spoiler--
tavus kuşunu yeme girişiminin haberini izleyen arkadaşların reklam arasında seni yerim sosis pınar sosis reklamını görmesi güzel bir türkiye eleştirisi olan filmdir.
--spoiler--
uçurtmayı vurmasınlar , duvar , ağır roman , gölge oyunu filan gibi bi film.. masumiyet , kader kadar iç daraltıcı değil.. uzak ya da üç maymun kadar moral bozucu değil ama , hani şu baba film denen türk filmleri gibi..
yeşilçamın bütün o saçma gelecek kadar iyimserliğinden , mutlu sonundan uzak yeni dönem türk sineması.. sanki ne kadar iç burkucu film yapılırsa o kadar iyi olacakmış gibi.. belki de hayatın kendi böyle diye bilemiyorum..
bu film her baba türk filmi gibi , az bilinen , iç sıkan , sigara yaktıran bi film.. fazla gerçekçi..
futbolda rövaşata atmak için belirli şartlar vardır. topun iyi gelmesi. alanın geniş imkanların iyi olması gerekmektedir. yani imkan meselesidir. tabutta rövaşata imkanları kısıtlı bir grup insanın imkansızlıklar içerisinde yapacak oldukları rövaşatanın olmama ihtimali çerçevesinde geçen günlük hayatlarından önemli kesitler sunmaktadır. güzel filmdir.
hep merak ettiğim ve bugün sabahın köründe izlemeye imkan bulduğum film. filmin başından sonuna kadar kendimi sürekli dayak yiyen, hırsız, imkansız aşklara kapılan biri olarak gördüm. sonra birden film bitti. sıcacık evimdeyim meğer ahmet uğurlu'nun oyunculuğu sayesindeymiş. mükemmel bir senaryo, mükemmel bir oyunculuk, mükemmel bir film.. *
1996 yılı yapımı derviş zaim in yazdığı, yönettiği ve ezel akay la birlikte yapımcılığını üstlendiği bir film. Hani müzikler de olmasa bağımsız film de denilebilirmiş. 1996 yılında altın portakal ödüllerinde dört ödül birden kazanan filmin konusu kısaca şu şekilde;
kışın ortasında buz gibi istanbul havasında inşaatlarda ve sokaklarda yatıp kalkan mahsun arasıra da araba çalmaktadır. bir kahvenin daimi müşterisi olan bir kadınsa eroinin pençesinde ömrünü çürütmektedir. mahsun bu kadına karşı içinde karşı konulamaz bir hisle başaçıkmaya çalışırken bir yandan da dışında olduğu hayata tutunmaya gayret etmektedir.
keşke film sesli çekilmiş olsaydı, dublaj o bitik havayı iyi yansıtamamaış. müzikler ise ayrı bir güzeldir.
filmin jenerik müziğini babazula yapmıştır. parçanın adı "tavus havası" dır. Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul adlı belgeselde de geçmektedir. izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.