bugün

güzel ötesi bir jülide özçelik şarkısı.
julide özçelik'in jazz istanbul volume 1 albümünden güzel bir şarkı.

sıradan bir gün
yürüyorum yolda
çaresizlk var bakışlarda
herşey anlamsız
çabalar hep boşa
dönüyorsun bak sen hep başa
herkes kaybolmuş
yaşam kavgasında
nefes almak yok
çalış durma
çocuğum sorar
bu nasıl karmaşa
anlamlarımız
güler sana

dön sen dön
hiç düşünme
doğduğun ana dön
dön sen dön
hiç düşünme
en saf haline dön

alıp başını düşersin yollara
aklın hep kalır uzaklarda
uzağı boşver
yakınla yetin sen
kaybedersin hep çok istersen

kaygılarım var
yaşarken öldüren
umutlarım var gülümseten

bazen dilersin
birşeyi çok içten
gerçekleşir bak vazgeçmezsen

dön sen dön
hiç düşünme
doğduğun ana dön

dön sen dön
hiç düşünme
en saf haline dön...
dinleyelim:
canlı hem de. of.

http://www.youtube.com/watch?v=XIEJGcWZXMI
bugün beni serviste tripten tribe sokan jülide özçelik şarkısı. üstelik güneş batıyordu, gökyüzü kızıldı. çokgzeldi arkadaşlar. bu şarkıda bir şey var.

http://www.youtube.com/watch?v=W9Agh7qVqdE
“Bunu bir tiyatro oyunu olarak düşün,” demişti irem. “Sen metin yazarısın. Hem yazar hem de yönetmen. Tek kişilik bir oyun yazıyorsun. Belli konulara yoğunlaşmış biri olarak düşün kendini. Ama her seferinde istediğin gibi sahneliyorsun oyununu.

istediğin dekorda, istediğin ışıkla. Şöyle bir ses düzeni istiyorum diyorsun, ânında oluyor. Kostüm böyle olsa daha iyi olur diyorsun, pat diye halloluyor. Bu konuda hiçbir bütçe sıkıntının olmadığını düşün.”

Heyecanlanmıştı. Arada ayağa kalkıyor, arada oturuyor, soluklanmak için şarabından iri bir yudum alıyor. Sonrada elleriyle havada daireler çizerek anlatmaya devam ediyordu.

“Ben bu oyunun yapımcısıyım. Sen bana şunu istiyorum diyorsun, ben hemen hallediyorum. Sahneyi bulmak, seyircileri ayarlamak, paranın peşinde koşmak falan hep benim işim. Elimizde harika bir oyun var, benim sorumluluğum da bunu doğru yerlere satmak. işin orasına sen hiç karışmayacaksın.”

Ne yalan söyleyeyim, öylesine büyük bir coşkuyla anlatıyordu ki, izlerken büyülenmiştim. Tiyatro oyunu benzetmesiyle beni ânında avucuna almıştı. Sedat ayağa kalkana kadar irem’in sözlerinin hiçbir noktasını sorgulamamıştım.

“Bu oyuna bir de oyuncu gerekiyor,” derken abartılı bir hareketle kollarını iki yana açmıştı Sedat. “O noktada da devreye ben giriyorum. Sahne, ışık, hareket, replikler ve perde…” irem’in alkışları arasanda selamını verip gururla bana bakmıştı.

Sedat’ın şaklabanlığıyla kendime gelmiştim. “Bu dediklerinizde ciddi değilsiniz değil mi? Böyle anlatınca oldukça eğlenceli ama gerçek hayatta karşılığı yok bu oyunun.”

“Ben gayet ciddiyim,” demişti irem, “denemekten ne çıkar? Sedo’dan bir kişisel gelişim uzmanı yaratabiliriz. Sen yazarsın, ben pazarlarım. Sahneye ondan daha çok yakışacak birini düşünebiliyor musun?”

“Saçmalama irem. Ben ne anlarım kişisel gelişimden? Hem kim inanır Sedat’ın anlattıklarına?”

“Bütün gün bana anlattıklarını yazsan yeter. insanların kendilerini iyi hissettirecek hikâyelere ihtiyacı var."
Yekta kopan’ın son kitabı. Kitabın karakterlerinin isimleri akrabalarımın isimleriyle aynı. Evet saçma evet komik ama güzel ve gerçek olmasına engel değil.