bugün

dün gece bir iki fikir fukarası dışında, eğlenceli ve verimli bir sözlükle sabahladıktan sonra, yüreğini ve beynini ifade edebilmiş bir fert olarak sabahın 07:30 unda sıcak simit arzulayarak istanbul anadolu yakasının şirin bir ilçesinin caddesinde sabah serinliğini adımlamaya koyuldum. inanın doğan güneş ve sabah dinginliği ile dolu bedenim ve yüreğim o kadar huzur dolu idiki anlatamam. sonramı ne oldu. işte asıl anlatılması ve yaşanması gerekende sonra olarak ifade edilen o andı.
büyük bir iştahla, susamlarına hersabah yeniden kavuşmayı arzuladığım simidimi almak için, önünde masa masa insan insanların büyük bir iştahla sabah çaylarına peynirli, patatesli, kıymalı börekleri harmanladığı cafeye saptım. aman ne sapış, adeta dünya değiştirdim. zaman ve mekan başıma geçti sözlük. insan kendi gözleriyle görmeden yoksunluğu, yoksulluğu ve çaresizliği idrak edemiyormuş işte o an anladım.
sanmayın ki sokaklarda gezinmeyen, etrafını gözlemlemeyen, kendisine uzanan elleri farkedemeyen bir insanım. aksine hayatın 31 yıldır içindeyim ama herhalde yüreğim dayanmaz düşer ölürüm diye maneviyatım hazırlaya hazırlaya gösterdi bana dramların dramını.
gözünüzde canlandırmanızı özellikle sağlamaya çalışmanın çabası içindeyim.
düşünün ki hayatınızın en kaygısız anında hayatın en gerçek yüzü pat diye önünüzde bitiveriyor.
insanların çılgınca tükettiği onca gereksinimin, sahip olma arzusunun ve zevkin tam ortasına, kaldırıma değil ha, caddenin araç trafiğine açık işlek bir sokağının yine vızır vızır araç geçen asfaltına, tek yaprak gazete kağıdı sermiş ve yoksul bedenlerini tıpkı annelerinin sıcak ve korunaklı rahmindeki gibi o gazetenin puntalarına teslim etmiş bizden vatanımızdan, kanımızdan, canımızdan bir anne ve kızı. aman tanrım, insanlığından utanmanın doruğuna vurmak bu olsa gerek. uyandırmaya kıyamazsınız, okadar masum, okadar candan uyuyorlar ki sokaktaki onca insan dışında, sokağın maddesel tüm bireyleri mahzun mahzun onları izliyor ve koruyor sanki. tam bu düşünceler içinde kendimden bunalmış bir halde ne yapabilirim diye düşünmeye başlamıştım ki yanımdan kafasını dahi çevirip bakma zahmetinde bulunmayan onlarca insanın geçmekte olduğunu farkettim. takkelisinden, dolce gabbana gözlüklüsüne geniş bir yelpazenin fertleri, hemen arkamdaki otobüs durağına ve tekdüze hayatlarına yetişmenin telaşı içindeydiler. adeta kör olmuşlardı. aksi taktirde mümkünü varmı idi bu günahsız iki insanın asfaltta uyumasının. ve işte o an tekrar kendi utancıma savruldum. kendime itiraf etmem gereken gerçeğin ağırlığı altında ezildim adeta. bencil ve bir iki insan dışında;aileniz,sevdikleriniz,arkadaş ve dostlarınız, ne kadar uğraşsanızda sayı asla yüzleri geçmez; kimseye faydası olmayan bir fert olarak hayatımı tüketmekten başka birşey yapmadığımı tüm açıklığı ile farkettim. değişmek istedim. yeniden insan olmanın içini doldurmak istedim. yardım edeceğim dedim. cüzdanıma attım elimi, acı ki uyandırmama ve onları en azından bir günlüğüne sıcak bir otel odasına, sıcak bir tas çorbaya kavuşturacak para yoktu cebimde. telaşla zihnimi yokladım. hemen bir banka şubesi bulmalı ve bu masum ama çaresiz insanlara yardım etmeliydim. on dakika kadar sonra atm den para çekerek tekrar sokağa doğru hızlı adımlarla yürümeye koyuldum. sokağa vijdanı ile kucaklaşacak bir insanın arzulu adımlarıyla girdim, birde ne göreyim, çöp konteynırının yanına bırakılmış iki sayfa gazete. yoktular, uyanmış veya uyandırılmış, çaresizliklerini adımlamaya devam etmeye koyulmuşlar. ey sözlük, şimdi ben bu gece ve yarın gece ve dahi hergece nasıl rahat uyuyacağım. gözümü kapattığımda soğuk asfalta serili bir anne ve kızını görmemem için ne yapmam gerekecek.
istanbulu mun sokaklarında, evlerimizin, işyerlerimizin, kaygısız hayallerimizin, arzularımızın yanıbaşında tükenen hayatları ve soğuk asfaltları ısıtan bedenlerini neden göremiyoruz. anlık zevklerimizden ferağat ederek bu insanlara neden sahip çıkamıyoruz ve bu sağduyuya sahip olmadan nasıl insan olduğumuzu düşünebiliyoruz.
sevdikleriniz,arkadaş ve dostlarınız, ne kadar uğraşsanızda sayı asla yüzleri geçmez; kimseye faydası olmayan bir fert olarak hayatımı tüketmekten başka birşey yapmadığımı tüm açıklığı ile farkettim. değişmek istedim. yeniden insan olmanın içini doldurmak istedim. yardım edeceğim dedim. cüzdanıma attım elimi, acı ki uyandırmama ve onları en azından bir günlüğüne sıcak bir otel odasına, sıcak bir tas çorbaya kavuşturacak para yoktu cebimde. telaşla zihnimi yokladım. hemen bir banka şubesi bulmalı ve bu masum ama çaresiz insanlara yardım etmeliydim. on dakika kadar sonra atm den para çekerek tekrar sokağa doğru hızlı adımlarla yürümeye koyuldum. sokağa vijdanı ile kucaklaşacak bir insanın arzulu adımlarıyla girdim, birde ne göreyim, çöp konteynırının yanına bırakılmış iki sayfa gazete. yoktular, uyanmış veya uyandırılmış, çaresizliklerini adımlamaya devam etmeye koyulmuşlar. ey sözlük, şimdi ben bu gece ve yarın gece ve dahi hergece nasıl rahat uyuyacağım. gözümü kapattığımda soğuk asfalta serili bir anne ve kızını görmemem için ne yapmam gerekecek.
istanbulu mun sokaklarında, evlerimizin, işyerlerimizin, kaygısız hayallerimizin, arzularımızın yanıbaşında tükenen hayatları ve soğuk asfaltları ısıtan bedenlerini neden göremiyoruz. anlık zevklerimizden ferağat ederek bu insanlara neden sahip çıkamıyoruz ve bu sağduyuya sahip olmadan nasıl insan olduğumuzu düşünebiliyoruz.