bugün

Söylenecek çok şey var..
(img:#1797363)
işte yine sıkıldım...
pazar günü yazdığım, cumartesi akşamını anlattığım entry'mi şimdi postalıyorum.

dün akşam, can dostlarım davet etti evine; "sekiz gibi gelirim", dedim. işim de yoktu halbuki ama, sekizde gidesim vardı işte. totalde 7 kişiydik. üç çift, bir de ben. şakalar, komiklikler derken, settlers of catan oynamak istediler. çiftin biri o sıra ayaklandı, "bize müsaade", dedi. yolcu ettik. sonra, kurulduk masanın başına catan oynamak için. yancı oldum ben. tolga ısrar etti "oynasana abiiii" diye ama, istemedim pek. "çiftler oynasın, ben de yandan izleyeyim, kart dağıtayım" diye, düşündüm. başladılar oyuna. kahkahalar, şakalar, komiklikler..
baktım şöyle yüzlerine, hepsi mutlu, hepsi müşterek hayaller kurabileceği bir sevdiceğe sahip. ben ise, catan'da olduğu gibi, hayatta da her daim kart dağıtan yancının biri..

bir ara koptum oyundan. kart işini de bıraktım. kendi kendilerine hallettiler kart alımını-verimini. ellerime yoğunlaştım o esnada. sıcaktan dolayı damarlar genleşmiş, stres dolu bir ele dönüşmüş. kırışmış da biraz. 20 yaşımdaki ellerim gibi değil, farklı bir el. "yaşlanıyorum" dedim içten içe. "yaşlanıyorum ama, kim için, ne için?"

yaşlanmanın da bir amacı olmalı bence. öyle beyhude yaşlanmak bana göre değil vesselam.

akabinde suratımı iki elimle şöyle bir avuçladım kendime geleyim diye. biraz da biralanmıştım, onun da etkisi vardı pek tabii. yancılığı bırakıp, serdar abi'nin eşi mine'ye yardım etmeye başladım. taktikler verdim, kulağına eğilip; "bir sonraki hamlen şu olsun" diye, tüyolar verdim. pasifti çünkü, yenilecekti.
az önceki aydınlanma anından sonra edindiğim ilk amaç, mine'nin oyunu kazanmasını sağlamak olmuştu. kazandı da. çölün yanındaki "4" numaraya yol çektirmiştim, bu sayede kazandı. kimsenin iplemediği çöl yanı, o'na en uzun yol avantajını sağladı ve farklı yerlere evler kurabildi. ikinci olarak da, "rıhtıma in, beni dinle!" dedim. indi. elindeki kartları rıhtımda bozdurdu bozdurdu, işine yarayan materyallere çevirdi. kazandı velhasıl. sevindirik oldum.

sonra, çıktım balkona, sigara yaktım. elimde bira, martının birine yoğunlaştım. sevinçten çığıran çocuklar gibi çığırıyordu hayta. döndü durdu bir süre ve gitti. neyse, müsaade istedik ev sahiplerinden. tam arabama binecekken, arkadaşım; "sahile inelim dedik, ne dersin?" diye, sordu. kabul ettim. bir bira da sahilde içtik. sohbet, muhabbet derken, dağıldık evlere.

usulca girdim evime. yaktım ışığı, baktım koridorun sonuna alelade. "n'apsam ki?" dedim içten içe. leblebim vardı bayatlamış, onları yiyeyim dedim. yumuşamış, bayatlamaya yüz tutmuş leblebileri attım tavaya, kavurdum azıcık. bilirim böyle incelikleri ne de olsa.. mis gibi oldu keratalar. tek tek yedim. bir de güzel çay yaptım ki yanına, üff diyorum. çayıma ve leblebime eşlik etsin diye belgesel açtım. "nasıl yapılır?" adında bir belgesel var, çok severim. değişik değişik ürünlerin nasıl yapıldığını gösteriyor bir bir. mest oldum izlerken. bir şeyleri boyayasım, sökesim, tamir edesim geldi o an. gaza geldim. aldım elime tornavidayı, gıcırdayan kapıların menteşelerini söktüm. wd40'la bir güzel yağladım, saat gibi oldular. yağlama işi bitince bir çay daha doldurdum. tam yudum çekecektim ki; "en iyisi iki bira daha alayım", dedim. bizim burada tekeller geç kapanır biraz. giyindim sıkı sıkı, yürüdüm tekele kadar. kısa bir sohbet ettik tekelciyle "nasıl gidiyor hayat?" diye. onun da iyi gitmiyormuş, isyanlardaydı nitekim. neyse, aldım biraları, yürüdüm tekrar eve. biralar çok soğuk değildi. keyif vermezdi. kağıt havludan iki parça kopardım. sonra, havluları musluğun altında azıcık ıslattım ve biralara sardım. attım buzluğa kefenlediğim biraları, geçtim bilgisayarın başına, üç-dört parça dinledim. kısa bir süre sonra soğudu biralar. ıslattığım kağıt havlular hemen tesirini gösterdi. görev, başarıyla tamamlandı. dedim ya, bilirim böyle incelikleri. kanımızda var incelikli haytalık.

"şılakk, çıssss...."

ne güzelde çısladı kutunun ağzındaki metalcik. ayaktayken bir yudum aldım. odaya geçtim sonra da. saat de ilerledi pek tabii. acıktım da biraz. üç-beş parça bir şey vardı dolapta. biber salçası, yoğurt, taş baskı siyah zeytin ve bayatlamış ekmek. atıştırdım eldekilerden. sustu sitem eden midem. sonra.. sonra? evet, sonrası; düşüncelere kapılma süreci işte..

"keşke yanımda olsaydın vicdansız şapşik. catan'da ortak olup, zaferimizi kutlasaydık. çığırarak slalom atan martıyı beraber izleyip, çıkardığı abuk subuk seslere beraber gülseydik. keşke sahile beraber inseydik. üşüyen ellerimi soksaydım ceplerinden içeri, öyle saçma sapan bir şekilde sarılsaydım sana."

dedi, kazma kürekle beynimin topraklarına gömmeye çalıştığım bir takım düşünceler..
Evde yine sakız çiğnenirken napıp edip ses çıkarılıyor. şerefsiz evladıyım, kulağımı kesmemek için kendimi zor tutuyorum.
Ciddi bir asosyalim öyle böyle değil...

Bir ara facebook hesabımdan 10 bin üyesi olan asosyal bir gruba girdim ..

Aylar geçti bir paylaşım yok..

O zaman asosyalliğin ne kadar ciddi ve karizmatik bir vaka olduğunu anladım...

Hala grupta bir paylaşım yapılmadı 8. Ay.. Helal olsun ölmek var dönmek yok...
sinirliyim, ozlemliyim bir garip be. Icinde bulundugum dusunceleri yarin da hissetmekten çekiniyorum..
Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar. Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar? Ah insanlar...
depresyondamiyim aceba nasil anlariz...
görsel
Malta başlığı bootlar başladı gene.
stefan zweig ve o dönemdeki insanlar uçağın icadıyla çok heyecanlanmışlar. zira uçakların, kaosu yaratan sınırları aşıp, ortadan kaldırarak barışı getireceğine inanıyorlarmış. aynı nesil, huzur getireceğine inandıkları o uçakların bombalar bırakıp, ülkeleri yerle bir ettiğine şahit olmuş.

ben de bazen tam olarak böyle hissediyorum, sınırlarımın aşılıp, değer verdiğim şeylerin infilak ettiğine şahit oluyorum.

camus' un aklımdan hiç çıkmayan satırları dönüyor beynimde : '' bir akşam, dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ' tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki inancının tükendiği an gelmişti. ' cümlesini okudum. bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum. '' işte tam böyle bir anda, ağzınıza aldığınız bir yudum suyu, yüzünüzü kapatıp, defalarca denemenize rağmen yutamayışınızı nasıl açıklarsınız insanlara ? hıçkırıklarını tayin edemeyecek denli acılarından korkan insanlar bilemez yutkunmanın esasında bir savaş olduğunu. oraya buraya iliştirdiğim cümleleri , bana ait bir defteri yanlışlıkla eline alan insanlardan canhıraş saklamanın aciziyetini nasıl anlatırım ? en mahrem gizlerimi bilecek, benim gördüğüm gerçeği göreceklerini sanırım. oysa tüm mahremiyeti cümleleri olan bir insanın gizlerini kavrayamazlar.

insanların hüzünleri ve mutluluklarının sahteliği ve basitliğiyle afallıyorum, bu yüzden uzun süredir cümleleri yalnızca o an ' öyle söylenmesi gerektiği ' için kuruyorum. karşımda duran insanın ruh halinin bende yarattığı kayıtsızlık düşüncelerimi ve cümlelerimi engelliyor, içinde bulunduğum duruma vereceğim karşılığı yerine getirmeye zorluyorum kendimi. hatta bu bazı zamanlar o kadar suni bir şekilde gerçekleşiyor ki, cümle dahi kurmadan birkaç mimik ve belki bir sarılışla geçiştiriyorum. bu kayıtsızlık bir yandan beni memnun ediyor, gerçekleşmesi adına çabaladığım birkaç hayalim var , zamanımı ve düşüncelerimi bunlar için harcamayı yeğliyorum. bununla birlikte günlerim, her biri bir başka duyguyu yansıtan portrelerim arasında hangisinin ben olduğuma karar vermekle geçiyor. bir sonuca varamıyorum zira hepsi benim. nitekim bu da bir sonuca tekabül etmiyor ve hepsi birleşip yalnızca bir silüet oluşturuyor. her gün görüp, derisinden öteye geçemediğimiz herhangi bir yüz.. herkesin gerçeğini ve acısını taşıyabiliriz fakat kendi gerçeklerimize vakıf olmanın acısını taşıyamayız. insanın kendini salt aynada görebilmesinin sebebi bu sanırım. ' kim kurtaracak beni var olmaktan ' diye fısıldıyor yazar.

https://youtu.be/z7rxl5KsPjs

Aynadakinin çilleri var, benim yok.
Sen kendinin kim olduğunun ayrımına varamamışken onu çözmeye çalışıyorsun, o kendini keşfetmeye alışamadan seninle boğulmaya başlıyor, ikiniz de bir noktada buluşamıyorsunuz..
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin, deme!

Sevildiğin yere sık gidip gelme, muhabbet ve itibarın zedelenir.

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.

şeyh edebali'nin osman bey'e nasihatından
Çok işsizim bu aralar. Yeni uğraşlar gerekiyor.
artık beni tanıyan birine kendimle alakalı yaşadığım hissettiğim anlatamadığım her şeyi anlatmak istiyorum böyle bağıra bağıra utanmadan sıkılmadan herkes gibi...
Zaman geçtikçe zaman daha hızlı geçmeye başlıyor muhsin. Sanırım zaman, geçme fiilini mekanikleşmiş bir fabrika işçisi gibi içselleştiriyor. Hani nasıl desem böyle takır takır geçiyor muhsin. Mesela fark ettin mi muhsin, bugün bir gün gibi geçmedi. Böyle bir dakika, bir saat gibi geçti ama bir gün gibi geçmedi. Nereye kaçıyor peki bu günlerin artıkları muhsin? Biliyorsan söyle, Orada yaşayalım. Niye mi muhsin? Çünkü burada kalan kısmında yaşamıyoruz be muhsin, yaşamıyoruz!!
görsel
Kafamı sikeyim 9 dersim var ve hepsi kaldı. Hayır yani hepsi kaldı...

Harbi harbi bir dersi bile geçemedim lan!?!? Allahım Bütlerde yardim et acı şu zavallı kuluna lütfen. Yoksa ne bok Yerim bilmiyorum...
Karşısına çıkıp seni seviyorum senin için ölüyorum ne olur bir şans ver Melisa demeyi isterdim derim de ama gururuma yediremiyorum.
görsel
Bazı insanlar için.
Sıkıldım, daraldım, bunaldım. Kendimi bir kalıbın içine sokamıyorum.Zerre tahammülüm ve sabrım kalmadı insanlara. Şuan önümde ciddi bir viraj var, ya o virajı çok iyi alıp yoluma devam edeceğim. Yada şarampole yuvarlanıp oyunu bitireceğim.
istifa ettim. Bugün 8 aydır içinden çıkmadığım yerden ayrı kaldığım ikinci gün. Bey patron sık sık arayip dinleniyorsun dimi diye soruyor. Danışmadan istifa ettiğimi bildirmem gerekiyor sanırım adam kabullenemiyor. Gerçi ben de çok kabullenmiş değilim. içimde bir yerler öksüz kaldı.

Bir de gelin evi izlemek çok leş bir durum. Evden kendimi farklı mekanlara atıp duruyorum. Şehir dışında tatil yapayım diyorum yalnızlığım yüzüme yüzüme vuruyor beni incitiyor.

Olmasa mıydı böyle? Olmalı mıydı ki sahi? Bilmiyorum altan hiç bilmiyorum.

Edit: bey patronumun yoğun ısrarı nedeniyle tekrar sahalara döndüm tabi ki arkadaşlar. Siğilin virilin.
Bu akşam böyle yaz akşamlarının hüznü oturdu üzerime. Böyle sanki istiyorum ama alamıyorum, koşuyorum ama yetişemiyorum gibi. içimde olacağına dair bir umut var ama ne yaparsam yapayım benim olmayacak gibi.
içinde çam fıstığı olmayan irmik helvası bizden değildir.
uzun zamandır, çok güzel bir şarkı dinlediğimde yaşadığım o heyecanı, o zihnimde yarattığı ışığı ya da okuduğum kitapta geçen şahane bir cümlede yaşadığım çarpılmayı; bir insanla sohbetimde yaşamadım.