bugün

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

pazar günü yazdığım, cumartesi akşamını anlattığım entry'mi şimdi postalıyorum.

dün akşam, can dostlarım davet etti evine; "sekiz gibi gelirim", dedim. işim de yoktu halbuki ama, sekizde gidesim vardı işte. totalde 7 kişiydik. üç çift, bir de ben. şakalar, komiklikler derken, settlers of catan oynamak istediler. çiftin biri o sıra ayaklandı, "bize müsaade", dedi. yolcu ettik. sonra, kurulduk masanın başına catan oynamak için. yancı oldum ben. tolga ısrar etti "oynasana abiiii" diye ama, istemedim pek. "çiftler oynasın, ben de yandan izleyeyim, kart dağıtayım" diye, düşündüm. başladılar oyuna. kahkahalar, şakalar, komiklikler..
baktım şöyle yüzlerine, hepsi mutlu, hepsi müşterek hayaller kurabileceği bir sevdiceğe sahip. ben ise, catan'da olduğu gibi, hayatta da her daim kart dağıtan yancının biri..

bir ara koptum oyundan. kart işini de bıraktım. kendi kendilerine hallettiler kart alımını-verimini. ellerime yoğunlaştım o esnada. sıcaktan dolayı damarlar genleşmiş, stres dolu bir ele dönüşmüş. kırışmış da biraz. 20 yaşımdaki ellerim gibi değil, farklı bir el. "yaşlanıyorum" dedim içten içe. "yaşlanıyorum ama, kim için, ne için?"

yaşlanmanın da bir amacı olmalı bence. öyle beyhude yaşlanmak bana göre değil vesselam.

akabinde suratımı iki elimle şöyle bir avuçladım kendime geleyim diye. biraz da biralanmıştım, onun da etkisi vardı pek tabii. yancılığı bırakıp, serdar abi'nin eşi mine'ye yardım etmeye başladım. taktikler verdim, kulağına eğilip; "bir sonraki hamlen şu olsun" diye, tüyolar verdim. pasifti çünkü, yenilecekti.
az önceki aydınlanma anından sonra edindiğim ilk amaç, mine'nin oyunu kazanmasını sağlamak olmuştu. kazandı da. çölün yanındaki "4" numaraya yol çektirmiştim, bu sayede kazandı. kimsenin iplemediği çöl yanı, o'na en uzun yol avantajını sağladı ve farklı yerlere evler kurabildi. ikinci olarak da, "rıhtıma in, beni dinle!" dedim. indi. elindeki kartları rıhtımda bozdurdu bozdurdu, işine yarayan materyallere çevirdi. kazandı velhasıl. sevindirik oldum.

sonra, çıktım balkona, sigara yaktım. elimde bira, martının birine yoğunlaştım. sevinçten çığıran çocuklar gibi çığırıyordu hayta. döndü durdu bir süre ve gitti. neyse, müsaade istedik ev sahiplerinden. tam arabama binecekken, arkadaşım; "sahile inelim dedik, ne dersin?" diye, sordu. kabul ettim. bir bira da sahilde içtik. sohbet, muhabbet derken, dağıldık evlere.

usulca girdim evime. yaktım ışığı, baktım koridorun sonuna alelade. "n'apsam ki?" dedim içten içe. leblebim vardı bayatlamış, onları yiyeyim dedim. yumuşamış, bayatlamaya yüz tutmuş leblebileri attım tavaya, kavurdum azıcık. bilirim böyle incelikleri ne de olsa.. mis gibi oldu keratalar. tek tek yedim. bir de güzel çay yaptım ki yanına, üff diyorum. çayıma ve leblebime eşlik etsin diye belgesel açtım. "nasıl yapılır?" adında bir belgesel var, çok severim. değişik değişik ürünlerin nasıl yapıldığını gösteriyor bir bir. mest oldum izlerken. bir şeyleri boyayasım, sökesim, tamir edesim geldi o an. gaza geldim. aldım elime tornavidayı, gıcırdayan kapıların menteşelerini söktüm. wd40'la bir güzel yağladım, saat gibi oldular. yağlama işi bitince bir çay daha doldurdum. tam yudum çekecektim ki; "en iyisi iki bira daha alayım", dedim. bizim burada tekeller geç kapanır biraz. giyindim sıkı sıkı, yürüdüm tekele kadar. kısa bir sohbet ettik tekelciyle "nasıl gidiyor hayat?" diye. onun da iyi gitmiyormuş, isyanlardaydı nitekim. neyse, aldım biraları, yürüdüm tekrar eve. biralar çok soğuk değildi. keyif vermezdi. kağıt havludan iki parça kopardım. sonra, havluları musluğun altında azıcık ıslattım ve biralara sardım. attım buzluğa kefenlediğim biraları, geçtim bilgisayarın başına, üç-dört parça dinledim. kısa bir süre sonra soğudu biralar. ıslattığım kağıt havlular hemen tesirini gösterdi. görev, başarıyla tamamlandı. dedim ya, bilirim böyle incelikleri. kanımızda var incelikli haytalık.

"şılakk, çıssss...."

ne güzelde çısladı kutunun ağzındaki metalcik. ayaktayken bir yudum aldım. odaya geçtim sonra da. saat de ilerledi pek tabii. acıktım da biraz. üç-beş parça bir şey vardı dolapta. biber salçası, yoğurt, taş baskı siyah zeytin ve bayatlamış ekmek. atıştırdım eldekilerden. sustu sitem eden midem. sonra.. sonra? evet, sonrası; düşüncelere kapılma süreci işte..

"keşke yanımda olsaydın vicdansız şapşik. catan'da ortak olup, zaferimizi kutlasaydık. çığırarak slalom atan martıyı beraber izleyip, çıkardığı abuk subuk seslere beraber gülseydik. keşke sahile beraber inseydik. üşüyen ellerimi soksaydım ceplerinden içeri, öyle saçma sapan bir şekilde sarılsaydım sana."

dedi, kazma kürekle beynimin topraklarına gömmeye çalıştığım bir takım düşünceler..