çok eski bi arkadaşımla bir menü alıp oturuyoruz klimanın en etkili olduğu mevkiye. noolmuş sana böle diyor, mantığın yan yatmış kızım. hiç böyle görmemiştim seni.
düşünüyorum mantığımı yan yatıran adamı. tam o sırada telefonum çalıyor, düşüncemdeki adamın sesi kulağımda. ama öylesine yoğun ki 1 dk içinde kapatmamız gerekiyor telefonu. kapatıyoruz.
karşımda bi çift. kavga ediyor. yan yana olabilmenin ne muhteşem bişey olduğundan öylesine habersizler ki, kavga ediyorlar. ben, diyorum, yanımda olsa konuşmazdım bile. sevgiliyle yanyana susmayı özledim. gözyaşımı siliyorum ve şu lanet olası acılı hardalla falan avutuyorum kendimi işte. bugün de böyle avutuyorum...
ezeldizisinde bahar'ın vurulduğu sahnede psikopat katilin şapkasını ters taktığını görünce kahkaha atıp, on saniye sonra baharı vurması ve ezel(ömer)'in ali'ye dönerek çaresizce ''ali ağabeyyy'' diye baktığı sahnede ağlamak değil ama böyle içten içten bağırmak gelir ya insanın içinden o derece kötü olmuştum.
ilginç olan o sahneyi dizi bittikten sonra her izlemem de aynı şeyin olmasıydı.
(bkz: balık burcu erkeği)
7 yıl önceydi. istanbul da otururken bilecik i kazanmışım nerden bulduysam artık. neyse ilk defa eve geldim okul başladıktan sonra. hafta sonu tatili tabi hemencecik geçiverdi. pazar günü erkenden çıkmam lazım ama annemin uğraşları sayesinde gece arabasına binmem söz konusu oldu. yol normalde 5 saat sürüyor. bende aldım biletimi 3 e 8 de orda olcam yarım saat içinde hemen gidip derse giricem. plan bu. saat geldi çattı bindim arabaya. saatler geçti oda ne tam tamına 6 30 ta ordayım. dayı oğlu yol boş diyerekten köklemiş gazı. vardım bilecik e. ulan hava aydınlanmamış daha sokak lambaları yanıyor. yaşım 14 sanırım. neyse bulunur bir pastahane girilir. çay söylenir poğaça söylenir. yemek sırasında zaten zor duran göz yaşı bırakır kendini hafifçe. bir de erkekliğe yedirilmediğinden pastahane sahibine belli edilmemeye çalışılır. aile işte ne kadar kızsan da sövsen de akla düşmeyiversin. işte böyle sözlük en son ağladığım zaman ve olay buydu.