iki özelliğiyle dikkat çeken sayı. ilki, yazarların öykülerinde genellikle yabancı karakterler kullanmaları ki bu türk edebiyatı adına pek tasvip edilecek bir tutum değil. ikincisi ise öykülere yapılan yorumların fazla olmaması. diğer sayılara göre bu sayının öyküleri tabiri caizse öksüz kaldı. okuyanların yorum ve eleştiri yapması yazarlar için oldukça faydalı. buna özen gösterilse söykünün sonraki sayıları daha lezzetli olacaktır.
88 yıl önce bugün kaybettiğimiz bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar; akıl dışı olanı, karanlık ve gerçekçi bir anlatım yoluyla okurda yadırgama oluşturmadan sunabilmesi ile kendi tarzını oluşturmuş, franz kafka'dan başkası değil.
tüm eserlerinin, artık sözlüklerde de yer bulmuş, kafkaesk tarzları dışında bir ortak özelliği de, hepsinin mutlaka mantıksız buyruklarda bulunan bir otorite figürü içermesidir. kitaplarında kendinden esinlenerek yarattığı baş kahramanlar daima bu otorite ile bir çatışma içindedirler ve çoğunlukla da kaybederler. katı bir kişiliğe sahip olan babası ile çatışmalarının meyvası olan bu temanın yerleştirildiği eserlerinin - hele ki kafka'nın hukuk eğitimi aldığı da düşünülürse - tümünde içten içe sinmiş bir dava atmosferi olması da doğaldır, bu bağlamda kafka eserleri tıpkı bir dava gibi, önce karakterleri sunar, sonra olayı anlatır, ve nihayetinde çözümlemeye girişir, belki bu kurgu sıradan bir serim, düğüm, çözüm olarak algılanılabilir, fakat kafka bunu o kadar başarılı yapar ki, kitaplarının akışı analitik düşünen ve edebiyata uzak bir beyni bile kolayca etkisine alabilir.
eserlerini ölümünden sonra yakması için dostu max brod'a veren kafka'yı şu an okuyabilmemizi sağlayan ateş aynı zamanda söykü'nün bu sayısınındaki temasının da ilham kaynağı oldu ve bizleri pek çok güzel öyküye kavuşturdu.
gün geçtikçe kafkaesk dünyanın; o gerçek dışı, o karanlık, o trajikomik olayları, gerçeğimiz olmaya daha da yaklaşıyor, sanıyorum ki bugün uyandığında kendini böcek gibi hisseden insan sayısı, 100 sene önceye göre daha fazladır.
uyandığımızda kendimizi insan olarak bulmak dileğiyle.
yazarlar tarafından seçilen öykünün tarzı bu topraklarda pek olmadığı için yabancı karakterler kullanılıyor olabilir. var mı bizim edebiyat dünyamızda bir kelt ya da okült hikayeci? ya da gotik? ya da bilim-kurgu? illaki birkaç isim çıkar. ancak bahsi geçen bu türler batıda oldukça fazla. eh sen şimdi okült ya da fantastik bir hikayeye ahmet, osman karakterini katarsan sanki garip olur. ama mesela bandini gibi usta bir yazarsındır, doğu-batı sentezini alt metinlere ustaca yerleştirebiliyorsundur, o zaman o'nun gibi de hasan, dadaruh karakterlerini rahatça anabilirsin.
hannanın eleştirisini ben de düşünmüştüm yazmak benden önce kendisine nasip olmuş. neden yabancı karakterler sorusu benim de aklıma geldi -ki bundan önceki sayılarda da bu şekilde yazan dostları okudum. neden jacob? neden inna? yazar çevresini ve gözlemlerini kaleme alıyorsa eğer çevremizde merve'ler, ahmet'ler, okan'lar, nuri'ler yok mu bizim? acaba sebebi sıklıkla yabancı hikayeler okumamızdan mı kaynaklanıyor? daha mı karizmatik oluyor ya da çözemiyorum? bu sorunun cevabını vermeleri ile birlikte aydınlanmış olacağımı düşünüyorum.
Ustaca bir anlatım. Güçlü bir kalem. bandini bu işin hakkını vermiş bir yazar. yazdıkları yormuyor, uyuşturmuyor, sersemletmiyor. Aksine, bitmesin istiyor insan. Sonsuza dek okuyabilirmişim gibi geldi.
Lakin ateş teması yazıda eksik kalmış gibi. Anlatımın muazzamlığının gölgesine saklanmış bir konu eksiği var. Konuyu özenli bulmadım, yazıda bir yere varamadım sanki. Oysa başlarken çok şey vaad ediyor gibiydi. Beklentilerimi mi büyük tuttum acaba?
imla ise neredeyse sorunsuz. Birkaç minik şey dışında. Şöyle ki;
Öte yandan yazı içinde 'kampusa' diye bir tabir geçiyor. 'kampüse' diye düzeltilmeli.
"artık bende okul çevresinde ve bizim cemiyet içerisinde nüfuzlu hale gelmiştim." cümlesinin doğrusu ise şöyle: artık ben de okul çevresinde ve bizim cemiyet içerisinde nüfuzlu hale gelmiştim.
Son olarak da 'abbas efendiye' kullanımı da hatalı. abbas efendi'ye şeklinde rötuşlanmalı.
Daha sıkı bir konu, daha sıkı bir planla nefis anlatımınızı harmanladığınız yazılar görmek isteğindeyim bandini.
bu sayının konusu ateş olunca, ölümle bağdaştırmak da zor olmadı. yazarın bu öyküsünün otobiyografik bir geçmişi olduğunu okuduğumda, şahsen üzüldüm. zira, her ölüm erken ölümdür ama bebeklerinki çok daha erken ölüm.
hikayedeki karakter sayısı bana fazla geldi. ama daha önemlisi mantık hataları. şöyle ki, hikayenin başında yeğenin hayatını geçen hafta kaybettiği söylendi. bir bebek cenazesinin bir hafta gömülmeyi beklemesinin nedenini anlamadım. dün gerçekleşen bir ölümden bahsedilseydi daha şık olurdu.
'sonra iyya kenağbüdü ve iyya kenestaiğn devam ettik. düzenlemeyi dayım yapmıştı. elfatiha şeklinde bitirdik sade ritüelimizi.' elfatiha sureye başlamadan söylenir. iyya kenağbüdü ve iyya kenestaiğn Fatiha suresinin beşinci ayetidir. bu ayetler okunduktan sonra elfatiha denmez.
yazarın, bu ufak eleştirileri göz önünde bulundurarak yeni sayılarda da yazmasını diliyorum. emeğine sağlık.
bandini gerek ifade yeteneği gerekse anlatım tarzıyla tam manasıyla bir 'yazar'. söykü için kaleme aldığı bu öyküyü okurken aklıma orhan pamuk'un masumiyet müzesi adlı kitabı geldi. ben hem anlatış tarzını hem de seçtiği kelimlerle şekillendirdiği dilini orhan pamuk'a benzettim ama sanırım günün yorgunluğundan olsa gerek öyküde ateş temasını işleyen bir yön bulamadım.
yazarın emeğine sağlık. çok güzel, çok net bir öykü.